Batı medyası, Gazze'deki soykırıma nasıl destek oldu?
İngiliz araştırmacı gazetecilik portalı Declassified UK, Siyonist rejimin Gazze'yi aç bırakmasında Batı basınının oynadığı rolü detaylandırdı.
Siyonist rejimin yıllardır abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi'ne yönelik soykırım harekatı, Batı kamuoyunda geniş çaplı bir tepki uyandırırken Batı medyası, her zamanki gibi 'rıza inşa etme' rolüne soyundu.
İngiliz araştırmacı gazetecilik portalı Declassfied UK, Batılı ana akım mecraların Gazze savaşındaki sicilini ele aldı:
"Geçtiğimiz beş ay aydınlatıcı oldu. Gizli kalması gerekenler gün ışığına çıktı. Karanlıkta kalması gerekenler keskin bir şekilde odak noktasına geldi. Liberal demokrasi göründüğü gibi değil.
Liberal demokrasi, kendisini her zaman olmadığını söylediği şeyin aksine tanımladı. Diğer rejimlerin vahşi olduğu yerde o insancıldır. Diğerlerinin otoriter olduğu yerde o açık ve hoşgörülüdür. Diğerleri suç işlerken, o yasalara saygılıdır. Diğerleri kavgacı olduğunda, o barış arar. Ya da liberal demokrasinin kılavuzları böyle iddia eder.
Ancak dünyanın önde gelen liberal demokrasileri -her zaman 'Batı' olarak anılırlar- tüm suçların anası olan soykırıma ortak olurken bu inanç nasıl korunur? Sadece yasaları çiğnemek ya da bir kabahat değil, bir halkın yok edilmesinden bahsediyoruz. Ve hızlı bir şekilde, zihnin suçun ciddiyetini ve boyutunu özümsemesine ve tartmasına zaman bırakmadan değil, ağır çekimde, günden güne, haftadan haftaya, aydan aya bir yok edişten bahsediyoruz.
Ne tür bir değerler sistemi beş ay boyunca çocukların enkaz altında ezilmesine, narin bedenlerin patlatılmasına, bebeklerin katledilmesine izin verirken hala insani, hoşgörülü ve barış yanlısı olduğunu iddia edebilir? Ve tüm bunlara sadece izin vermekle kalmayıp aktif olarak yardımcı oluyorsunuz. O çocukları paramparça eden ya da evlerini başlarına yıkan bombaları tedarik ediyor ve onları hayatta tutmayı umut edebilecek tek yardım kuruluşuyla bağlarınızı koparıyorsunuz.
Görünüşe göre cevap, Batı'nın değerler sistemi. Maske sadece düşmekle kalmadı, yırtıldı. Altında yatan şey sahiden de çirkin.
Sergilenen ahlaksızlık
Batı, durumla umutsuzca başa çıkmaya çalışıyor. Batı'nın ahlaksızlığı tam olarak ortaya çıktığında, halkın bakışları başka bir yere, gerçekten kötü olanlara yönelmek zorunda kalıyor.
Onlara bir isim verilir: Rusya. El Kaide ve İslam Devleti. Çin. Ve şu anda da Hamas.
Bir düşman olmalı. Fakat bu kez Batı'nın kendi kötülüğünü gizlemesi o kadar zor ve düşman o kadar önemsiz ki -17 yıldır kuşatılmış bir hapishanenin içinde, yer altında birkaç bin savaşçı- asimetriyi görmezden gelmek zor. Bahaneleri yutmak zor.
Hamas gerçekten bu kadar kötü, bu kadar kurnaz ve toplu katliamı gerektirecek kadar büyük bir tehdit mi? Batı, 7 Ekim saldırısının bir karşılık olarak on binlerce çocuğun öldürülmesini, sakat bırakılmasını ve yetim kalmasını gerektirdiğine gerçekten inanıyor mu?
Bu tür düşünceleri ortadan kaldırmak için Batılı elitler iki şey yapmak zorunda kaldı. İlk olarak, halklarını işbirliği yaptıkları eylemlerin göründükleri kadar kötü olmadığına ikna etmeye çalıştılar. Sonra da düşman tarafından işlenen kötülüğün o kadar istisnai, o kadar vicdansız olduğuna ve aynı şekilde karşılık vermeyi haklı gösterdiğine ikna etmeye çalıştılar.
Batı medyasının son beş ayda oynadığı rol de tam olarak budur.
Gazze'deki aktör açlık değil, İsrail. İsrail Gazze'nin çocuklarını aç bırakmayı seçiyor. Halka ödetilen korkunç bedelin tamamen farkında olarak bu politikayı her gün yeniden uyguluyor.
İsrail tarafından aç bırakıldılar
Batı kamuoylarının nasıl manipüle edildiğini anlamak için, özellikle sağa değil ama sözde liberal değerlere en yakın yayın organlarının haberlerine bakmanız kafi.
Medya, Gazze'deki 2,3 milyon Filistinlinin, Filistinli sivillerden vahşice intikam almanın ötesinde herhangi bir askeri amacı olmayan İsrail yardım ablukası nedeniyle yavaş yavaş açlıktan ölmesini nasıl ele aldı? Ne de olsa Hamas savaşçıları, Gazze'yi yiyecek, su ve ilaçtan mahrum bırakan Ortaçağ tarzı bir yıpratma savaşında gençleri, hastaları ve yaşlıları geride bırakıyordu.
Örneğin New York Times'ın geçen ayki bir manşetinde okurlara 'Açlık Gazze'nin çocuklarını takip ediyor' deniyordu; sanki bu, İsrail'in üst kademeleri tarafından önceden ilan edilmiş ve dikkatle düzenlenmiş bir politika değil de Afrika'daki bir kıtlık, doğal bir felaket ya da beklenmedik bir insani felaketmiş gibi.
Financial Times da aynı sapkın çerçeveyi sundu: 'Kuzey Gazze'deki çocuklar açlığın pençesinde.'
Ancak Gazze'deki aktör açlık değil, İsrail. İsrail Gazze'nin çocuklarını aç bırakmayı seçiyor. Halka ödetilen korkunç bedelin tamamen farkında olarak bu politikayı her gün yeniden uyguluyor.
Filistinlilere Tıbbi Yardım Başkanı Gazze'deki gelişmeler konusunda uyardı: 'Çocuklar dünyanın bugüne kadar gördüğü en hızlı şekilde açlıktan ölüyor.'
Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler'in çocuklara yönelik acil yardım fonu Unıcef, Gazze'nin kuzeyinde iki yaşın altındaki çocukların üçte birinin yetersiz beslendiğini açıkladı. İcra Direktörü Catherine Russell net konuştu: 'Acil bir insani ateşkes, çocukların hayatlarını kurtarmak ve acılarını sona erdirmek için tek şans olmaya devam ediyor.'
ABD ve Avrupa, Gazze'deki ana insani yardım hattı olan BM mülteci ajansı UNRWA'ya fon sağlamayarak İsrail'in Gazze'deki çocukları açlığa mahkum etmesine yardımcı oldu. Tüm bunlar, açlıktan ölen çocukların sorumluluğunu büyük ve intikamcı bir orduya sahip bir ülke yerine soyut bir isme yükleyen manşetlerle gizleniyor.
İsrail'in açlığı dayatması yerine, mesele salt açlık olsaydı, Batı'nın güçsüzlüğü daha anlaşılır olurdu. Muhtemelen medya da okurların böyle bir sonuç çıkarmasını istiyor.
Fakat Batı güçsüz değil. Yardımları engellediği için İsrail'i cezalandırma ya da cezalandırma tehdidinde bulunma gücünü kullanmayı reddederek bu insanlık suçuna her gün, her hafta olanak sağlıyor.
Sadece bu da değil, ABD ve Avrupa, Gazze'deki ana insani yardım hattı olan BM mülteci ajansı UNRWA'ya fon sağlamayarak İsrail'in Gazze'deki çocukları açlığa mahkum etmesine yardımcı oldu.
Tüm bunlar, açlıktan ölen çocukların sorumluluğunu büyük ve intikamcı bir orduya sahip bir ülke yerine soyut bir isme yükleyen manşetlerle gizleniyor, gizlenmek isteniyor.
Yardım konvoyuna saldırı
Bu tür yanlış yönlendirmeler her yerde var ve tamamen kasıtlı. Bu, her bir Batılı medya kuruluşu tarafından kullanılan taktik tahtası. Geçen ay bir yardım konvoyu, İsrail kaynaklı kıtlığın en yoğun yaşandığı Gazze'ye ulaştığında bu durum çok açık bir şekilde görüldü.
Filistinliler tarafından 'Un Katliamı' olarak bilinen hadisede İsrail, açlıktan ölmek üzere olan ailelerini doyurmak için nadir bir yardım konvoyundan gıda paketleri almaya çalışan büyük kalabalığa ateş açtı. Açılan ateş sonucu 100'den fazla Filistinli öldürüldü ya da İsrail tankları tarafından ezildi veya olay yerinden kaçan kamyonların altında kaldı. Yüzlerce kişi de ağır yaralandı.
Bu, İsrail'in insanlığa karşı işlediği bir suçun -iki milyon sivili açlıktan öldürmek- üzerine gelen -sivillere ateş açmak- bir savaş suçuydu.
İsrail'in yardım bekleyenlere dönük saldırısı tek seferlik bir hadise değildi. Birkaç kez tekrarlandı ama haberlerin azlığı göz önüne alındığında bunun farkına varmanız bile mümkün değil.
Filistinlileri ölüme sürüklemek için yardım konvoylarını tuzak olarak kullanmanın ahlaksızlığı neredeyse kavranamayacak kadar büyük.
Ancak bu dehşet verici hadiseyi karşılayan manşetlerin İsrail'in işlediği suçu tekdüze bir şekilde gizlemesinin ya da yumuşatmasının nedeni bu değil.
Herhangi bir gazeteci için manşet belliydi: 'İsrail, Gazze'ye yardım için bekleyen kalabalığa ateş açarak 100'den fazla kişiyi öldürmekle suçlanıyor.' Ya da: 'İsrail gıda yardımı bekleyen kalabalığa ateş açtı. Yüzlerce ölü ve yaralı var.'
Fakat bu, Gazze'nin yarım yüzyıldan uzun süredir işgalcisi ve son 17 yıldır da kuşatıcısı olan İsrail'e, işgal ettiği ve kuşattığı insanların ölümünde tam olarak suçluluk atfetmek anlamına gelirdi. Yani Batı medyası açısından akıl almaz bir şey. Bu yüzden odak noktasının başka bir yere kaydırılması gerekiyordu.
Guardian'ın öncülüğünü yaptığı bir başka favori manevra da, açık bir savaş suçunun sorumluluğunu gölgelemekti. Gazetenin manşeti şöyleydi: 'Gazze yardım konvoyunu çevreleyen kargaşada 100'den fazla Filistinli öldü.'
BBC'nin çarpıtmaları
The Guardian'ın çarpıtmaları özellikle dikkat çekiciydi: 'Biden Gazze'de gıda yardımına bağlı ölümlerin ateşkes görüşmelerini zorlaştırdığını söyledi.'
İsrail'in katliamı, gizemli 'gıda yardımı kaynaklı ölümler' olarak ortadan kayboldu ve bu da Guardian'ın diplomatik serpintiye odaklanmasının yanında ikinci planda kaldı.
Okurlar manşetten gerçek kurbanların İsrail tarafından öldürülen ve sakat bırakılan yüzlerce Filistinli değil, serbest bırakılma şansları 'gıda yardımına bağlı ölümler' nedeniyle 'karmaşıklaşan' İsrailli esirler olduğu varsayımına yönlendirildi.
BBC'nin aynı savaş suçuyla ilgili analizinin başlığı -şimdi yazarı olmayan bir 'trajedi' olarak yeniden çerçevelendirildi- New York Times'ın numarasını tekrarlıyordu: 'Yardım konvoyu trajedisi açlık korkusunun Gazze'ye musallat olduğunu gösteriyor.'
Guardian'ın öncülüğünü yaptığı bir başka favori manevra da, açık bir savaş suçunun sorumluluğunu gölgelemekti. Gazetenin manşeti şöyleydi: 'Gazze yardım konvoyunu çevreleyen kargaşada 100'den fazla Filistinli öldü.'
İsrail bir kez daha suç mahallinden uzaklaştırıldı. Aslında daha da kötüsü, suç mahalli de ortadan kaldırıldı. Filistinliler görünüşe göre kötü yardım yönetimi yüzünden 'öldüler.' Belki de UNRWA suçluydu.
Kaos ve karmaşa, suçluluğu örtbas etmek isteyen medya kuruluşları için kullanışlı nakaratlar haline geldi. Washington Post ilan etti: 'İsrailli ve Gazzeli yetkililer suçu birbirlerine atarken kaotik yardım dağıtımı ölümcül bir hal aldı.' CNN de aynı çizgiyi izleyerek bir savaş suçunu 'kaotik bir hadiseye' indirgedi.
Ancak bu başarısızlıklar bile, İsrail'in yardım isteyen Filistinlilere yönelik katliamları rutinleştikçe medyanın hızla azalan ilgisinden daha iyiydi ve bu nedenle gizemleştirilmesi daha zordu.
Un Katliamından birkaç gün sonra İsrail'in Deyr el-Bela'da bir yardım kamyonuna düzenlediği hava saldırısında en az dokuz Filistinli hayatını kaybederken, geçen hafta da 20'den fazla aç Filistinli yardım beklerken İsrail helikopterinden açılan ateş sonucu öldürüldü.
İsrail'in hastane işgalleri kadar hızla normalleşen 'gıda yardımı bağlantılı' katliamlar artık ciddi bir ilgiyi hak etmiyordu. Yapılan bir araştırma BBC'nin her iki olaya da internette kayda değer bir yer vermekten kaçındığını gösteriyor.
Gıda bırakma tiyatrosu
Bu arada medya, İsrail'in Gazze'ye dayattığı ve ABD ile Avrupa'nın bu kıtlığı hafifletebilecek tek kurum olan UNRWA'nın fonlarını kesmesiyle daha da derinleşen ortak insanlık suçunu saptırmada Washington'a ustalıkla yardımcı oldu.
İngiliz ve ABD'li yayıncılar, orduları büyük masraflarla Gazze sahilleri üzerinde devasa uçaklar uçurup aşağıdaki aç Filistinlilerden birkaçına tek seferlik hazır yemekler atarken heyecanla hava ekiplerine katıldılar.
İsrail onlarca yıldır Gazze'nin dış dünyayla kontrol edemediği bağlantılarını engelledi; buna bir deniz limanının inşa edilmesini engellemek ve 2001 yılında, açılmasından kısa bir süre sonra bölgenin tek havaalanını bombalamak da dahil.
Gazze'nin daha da derin bir kıtlığa sürüklenmesini engellemek için günde yüzlerce kamyon dolusu yardıma ihtiyaç duyulduğu düşünüldüğünde, bu yardımlar göstermelik olmaktan öteye gidemedi. Her biri en iyi ihtimalle tek bir kamyon dolusu yardım ulaştırdı, o da ancak paletler denize düşmezse ya da faydalanmaları gereken Filistinlileri öldürmezse.
Operasyon alay konusu olmaktan biraz daha fazlasını hak ediyordu.
Bunun yerine, kahraman havacıların dramatik görüntüleri, Gazze'deki 'insani krizin' ele alınmasının zorluklarına ilişkin endişe ifadeleri arasına serpiştirilerek, izleyicilerin dikkatini sadece operasyonların yararsızlığından değil, Batı'nın gerçekten yardım etmeye kararlı olması halinde, İsrail'i bir anda karadan çok daha bol miktarda yardıma izin vermesi için zorlayabileceği gerçeğinden de faydalı bir şekilde uzaklaştırdı.
Medya, Biden yönetiminin açlık çeken Filistinlilere yardım etmek için daha da tuhaf olan ikinci planına da aynı şekilde kapıldı. ABD, yardım sevkiyatlarının Kıbrıs'tan yapılabilmesi için Gazze açıklarında geçici bir yüzer iskele inşa edecek.
Yardıma şu anda ihtiyaç varken iskelenin inşası iki ay ya da daha fazla zaman alacak. Gazze'ye kara geçişlerinde olduğu gibi Kıbrıs'ta da, gecikmelerin başlıca nedeni olan denetimlerden İsrail sorumlu olacak.
Ve eğer ABD Gazze'nin bir limana ihtiyacı olduğunu düşünüyorsa, neden daha kalıcı bir liman üzerinde de çalışmasın?
Elbette cevap, izleyicilere Gazze'nin İsrail'in 17 yıllık boğucu kuşatması altında olduğu 7 Ekim öncesindeki durumu -Batı medyasının hiçbir zaman bahsetmeye yer bulamadığı Hamas saldırısı bağlamını- hatırlatabilir.
İsrail onlarca yıldır Gazze'nin dış dünyayla kontrol edemediği bağlantılarını engelledi; buna bir deniz limanının inşa edilmesini engellemek ve 2001 yılında, açılmasından kısa bir süre sonra bölgenin tek havaalanını bombalamak da dahil.
Fakat aynı zamanda İsrail'in Gazze'yi artık işgal etmediği yönündeki ısrarı -2005'ten bu yana Gazze'ye elini kolunu sallayarak girdiği için- medyada sorgusuz sualsiz kabul görüyor.
Yine ABD'nin, kullanmaya karar vermesi halinde, müvekkil devleti İsrail üzerinde belirleyici bir kozu var, milyarlarca dolarlık yardım ve İsrail adına düzenli olarak kullandığı diplomatik veto da buna dahil.
Medyanın 'Gazze'de açlığın kol gezdiği' yönündeki her haberde sorması gereken soru, ABD'nin bu kozu neden kullanmadığı.
BBC, 'ABD ordusu Gazze'ye nasıl bir iskele inşa etmeyi ve gıda sokmayı planlıyor' başlıklı tipik bir haberde, Biden'ın projesinin karşılaştığı 'devasa lojistik' ve 'güvenlik zorluklarının' ayrıntılarını heyecanla incelemek için büyük resmi görmezden geldi.
Makale, Somali ve Haiti'deki afet yardım operasyonlarından İkinci Dünya Savaşı'ndaki Normandiya çıkarmasına kadar pek çok emsali yeniden ele aldı."(YDH)