'İsrail' fikrinin sonu: Büyük İnsanlığın şafağı yaklaşıyor
"Devrimci pratik bölgedeki ve dünyadaki kitleleri uyandıracak ve bu bir kez gerçekleştiğinde gerici tiranların ve Siyonist rejimin kaderi mühürlenecektir. O gün geldiğinde zafer kaçınılmaz olacaktır."
Kuşkusuz Siyonist hareket, Theodore Herzl'in hedeflerini ortaya koymasından ve 1897'de Basel'de toplanan ilk Siyonist kongreden bu yana önemli bir evrim geçirmiştir. İlerleme başlangıçta, Siyonistler için bir umut ışığı olan, ABD destekli 1917 Balfour Deklarasyonu'na kadar ölçülü bir hızdaydı. 1948'e gelindiğinde Herzl'in temel hedefine ulaşılmış ve 1967'de ise Siyonist kontrol, temel hedefleri olan Filistin'in tamamına yayılmıştı. Bunu 1979'da Camp David anlaşmasıyla Sedat yönetimindeki Mısır'ın teslim olması, 1982'de Sabra ve Şatilla katliamlarıyla sonuçlanan Lübnan'ın Siyonist işgali ve Ürdün'ün kademeli olarak etkisizleştirilmesi izledi.
Arap ve Müslüman anavatanına yönelik bu gerici tecavüz, yaygın olarak kullanılan kelimelerin yorumunu tamamen değiştirmiş ve yeniden şekillendirmişti: Teslimiyet, üstü kapalı bir şekilde “barış” ve “cesaret” olarak etiketlendi ve Oslo Anlaşmalarının ortaya çıkmasına yol açtı.
2011'de bölgeyi kasıp kavuran isyan dalgalarıyla birlikte Filistin'in özgürleştirilmesi nosyonu, bölgenin stratejik ve siyasi egemenliğindeki merkezi konumunu kaybetti. Bu değişim Libya Arap Cemahiriyesi ve Suriye Arap Cumhuriyeti'nde NATO önderlikli rejim değişikliği operasyonlarına kapı araladı. Bu müdahaleler her iki cumhuriyeti de bir yıkım ve kaos girdabına sürükleyerek Siyonist normalleşme projesinin hız kesmeden ilerlemesi için verimli bir zemin yarattı. Başkan Donald Trump yönetimindeki en açık sağcı ABD yönetimlerinden biri tarafından yönetilen normalleşme [Abraham] anlaşmaları, bölgenin dinamiklerini yeniden yapılandırmayı amaçlıyordu.
Anlaşmalar sadece bölgedeki tartışmalı bir suç varlığı olan “İsrail”in varlığını normalleştirmeyi amaçlamıyordu. Aynı zamanda ABD'nin dikkatini Orta Doğu'dan uzaklaştırarak bölgenin yönetimini kendine en yakın muhafazakâr müttefiklerine emanet etmeyi hedeflemekteydi. Bu stratejik kaymanın arkasında, ABD'nin birincil tehdit saydığı Çin Halk Cumhuriyeti'nin yükselişiyle ilgilenebilmesi için gerekli nefes alma alanını yaratma çabası vardı.
Gerici Arap müttefikler (Bahreyn, Mısır, BAE, Ürdün, Suudi Arabistan), her zaman olduğu gibi teslimiyet karşılığında güç takası yapmaya hazırdılar. Bu rejimler Arap ve Müslüman kitlelere teslimiyet ve yenilginin ileriye dönük tek kabul edilebilir yol olduğunu kanıtlamayı amaçlıyordu. İleri askeri teknoloji ve uzmanlığa erişim karşılığında “İsrail” ile yenilgi ve normalleşme uçurumuna doğru daha ileri adımlar atmaya çalıştılar. Bu kaynaklar uzun zamandır, başta Filistin olmak üzere bölgedeki kardeşlerine karşı on yıllardır sürdürdükleri şiddetli baskıyı devam ettirmek için kullanılıyordu. Uzun bir müddet devam eden savaş tamtamları ve normalleşme söylemi bölge halkları ve küresel devrimciler arasında yankı bulmadı. Ardı ardına gelen saldırganlık eylemlerine rağmen, bunlarla halkı harekete geçiremediler. Dolayısıyla gerici güçlerin bizi aşağılamaya başvurması doğaldı; bunlar yüzleşmek zorunda olduğumuz acı gerçeklerdi.
Ancak Filistinli direniş gruplarının 7 Ekim 2023'te başlattığı askeri operasyon, emperyalist ABD'nin bölgeye yönelik planları ne olursa olsun, diğer bölgesel güçlerin, gericiliğin ve yerleşimci-sömürgeciliğin egemenliğine meydan okuyabileceği bir özerklik alanının zaten gelişmekte olduğunu bize aniden hatırlattı. Yenilgicilik, yozlaşmış yöneticiler ve onların güce aç hizmetkârları içindir, devrimci kitleler için değil.
El Aksa Tufanı: Yenilgiciliğin, bozgun psikolojisinin panzehiri
Filistin anavatanını saran mevcut kasvete rağmen devrimci güçler boş durmadılar ve silahlarına sıkı sıkıya sarıldılar. Sefaletleri, acıları ve ıstırapları derin, Gazze'den gelen istatistikler ve haberler kahredicidir, ancak devrimciler her zaman kalıcı bağlılıklarına –vatan ve onun kurtuluşu– sadık kalmışlardır. Filistin anavatanında, özellikle de Gazze'de, devrimciler tarafından yükseltilen bir umut meşalesi kalmıştır hep geride. Titreyen alev giderek daha da parlaklaşıyor ve dünya çapında sayısız insana devrimci davaya destek vermeleri için ilham veriyor.
“İsrail”in sadece Arap ve Müslüman kitleler için değil, tüm insanlık için varoluşsal bir tehdit olduğunu giderek daha fazla kabul eden yeni bir dünya şekilleniyor. Dünyanın devrimci kitleleri, yetmiş yıllık Batı destekli terörizme, vahşete ve kör şiddete karşı öz savunma amacıyla tüm insani ve askeri kaynakları birleştirmekten ve seferber etmekten başka bir seçenek kalmadığını artık anladılar. El Aksa Tufanı dünyanın devrimci kitlelerine bakış netliği kazandırmıştır. Artık herkes Siyonizm ile Amerika arasında hiçbir fark olmadığını, Siyonizm ile Amerika'nın bir olduğunu görebiliyor. Dolayısıyla Siyonizm karşıtı meşru mücadele aynı zamanda ABD'ye ve onun emperyalist politikalarına karşı verilen bir mücadeledir.
İşte böyle bir bağlamda, İran İslam Cumhuriyeti'nin 1 Nisan 2024'te Şam'da Batı destekli oluşum tarafından gerçekleştirilen bir başka terör saldırısına karşılık kendi topraklarından başlattığı son askeri operasyon, yenilgicilik karşıtı hareketi yükseltmenin zorunluluğunu tekrar gösterdi. Suriye'nin başkenti Şam'daki Emevi Ulu Camii'ni ziyaret etmek gibi eşsiz bir zevki deneyimleyenler, buradaki mozaik harikalarını görmeden edemezler. Bir mozaiğe hayranlık duyarken sadece boyutlarını, karmaşık detaylarını ve canlı renklerini gözlemlemek yeterli değildir; aynı zamanda çeşitli sanatçıların İslam sanatının bu eşsiz şaheserini bir araya getirirken gösterdikleri vazgeçilmez sabrı da takdir etmek gerekir. İran'ın son saldırısı, bölgeyi onlarca yıldır aşağılanmaya maruz bırakan baskıcı ve gericilere karşı sabırla işlenmiş bu kurtuluş mozaiğinin tek bir karosudur sadece. Askeri güçlerin Siyonist teröre yanıt verdiği her an, yenilgiciliğe karşı bir adım daha atılmış olmaktadır.
Gece yarısına bir dakika
Batı tarafından bölgeye yerleştirilmiş bir varlık olan “İsrail”, yedi ay içinde çok sayıda bölgesel gücün saldırılarına defalarca hedef oldu. Bu askeri operasyonlar, Batı'nın bölgeyi ölümcül silahlar ve “İsrail ile IŞİD” gibi gerici dini güdümlü siyasi gündemler için bir laboratuvara dönüştürme çabalarının ortasında bile, yeni bir insanlık ve ahlak standardına ulaşılabileceğini ortaya koymuştur. En önemlisi de, 7 Ekim 2023'ün ve bölgenin köklü askeri kapasitelerinin gösterdiği üzere, İsrail'in caydırıcılığının erozyona uğramasıdır. Batı Asya'da en azından otuz yıldır süren askeri ve ekonomik savaşın ardındaki enkazın altından yükselen Birleşik Cephe -Direniş Ekseni- dünyanın tüm devrimci kitlelerine tarihin en temel derslerinden birini sunmaktadır.
Kitleler birleşerek kendilerini sömürenlerin çıkarlarına büyük darbeler indirdiklerinde, tehdit ve müdahalenin düzeyine, askeri üslerin varlığına ya da yozlaşmış rejimlerin rüşvetlerine rağmen, yabancı çıkarların kalıcı olarak korunamayacağını kanıtlarlar. Birleşik bir halk kendi işlerini kontrol etmeye, yabancı müdahalesini ve vesayetini ortadan kaldırmaya ve yerinden edilmiş bir halk olarak yabancı işgalinden kurtulduktan sonra anavatanlarını geri almaya karar verdiğinde, yabancı ve yozlaşmış çıkarlar savunulamaz hale gelir.
Terörizm, aşağılama ve baskıdan zevk alan geleneksel hain ve parya rejimler, öfkeli açıklamalar, güçlü kınamalar ve hatta halk gösterileri ile caydırılamaz. Uluslararası toplumun resmi kınamalarıyla baskıcı politikalarını değiştirmeleri mümkün değildir. Bu rejimlerin korktukları tek şey ve dolayısıyla yenilebilecekleri tek yol gerçek devrimci faaliyettir. Bu tür devrimci pratikler bölgedeki ve dünyadaki kitleleri uyandıracaktır. Bu koşullar gerçekleştiğinde, gerici tiranların ve Siyonist rejimin kaderi mühürlenecek ve zafer kaçınılmaz hale gelecektir.
1947'de, Filistin Nakba'sından bir yıl önce, Batılı bilim insanları insanlığın kontrolsüz bilimsel ve teknolojik ilerleme yüzünden karşılaşabileceği potansiyel tehditleri göstermek için saat metaforunu ortaya attılar. Gece yarısı varsayımsal bir küresel felaketi simgeliyordu ve o dönemde hayal edilebilecek en vahim senaryo nükleer savaştı. Nakba'dan yetmiş beş yıl sonra, saat metaforunu tekrar hatırlıyoruz, zira ufukta yeni bir şafak doğuyor ve gelecek nesiller için gece yarısı yaklaşıyor. Tarih hızla ilerliyor ve hiçbir siyasi oluşumun varlığını sadece şiddet yoluyla sürdüremeyeceğini gösteriyor. İnsanlığa karşı çıkan her şey yok olmaya mahkûmdur. Zaman ilerledikçe ve “İsrail” fikri tehlikeye girdikçe, “büyük insanlık” için dayanışma ve adaletin yeniden canlanmasına her geçen gün biraz daha yaklaşıyoruz.(Matteo Gladio/Al Mayadeen English-Çeviri: Medya Şafak)