Erbain ile nefsi güzelleştirmek
"Dünya sevgisinin bir eseri olan kalp katılığı ve göz kuruluğu, insanların İmamların (as) nurunu hissetmeleri ve onların sözlerine kulak vermeleri önünde bir engeldir. Dünya sevgisinin menşei ise ya nefs-i emmare ve iç şeytandır ya da dıştaki iblistir."
Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla
Erbain yani İmam Hüseyin'in (as) yani şehadetinin kırkıncı günüdür. Şeyh Mufid ve Şeyh Tusî'nin görüşüne göre de İmam Hüseyin'in aile fertlerinin Şam'dan Medine'ye dönüş günüdür. Ve yine Cabir b. Abdullah-i Ensarî'nin Hz. Hüseyin'in ziyaret etmek için Kerbela'ya geliş günüdür; Cabir İmam Hüseyin'i ilk ziyaret eden kişidir. Bugünde İmam Hüseyin'i (a.s) ziyaret etmek müstehaptır. Bizzat o topraklara gidip ziyaret etmek elbette ki çok çok güzel bir ameldir ama imkanı ya da mazereti olanlar için dil ve kalp ile yapılan ziyaretin de yeri bir başkadır.
İmam Hasan Askerî'den (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:
"Müminin alameti beştir: Bir gün içerisinde elli bir rekât farz ve müstehap namaz kılmak, Erbain ziyareti yapmak, sağ ele yüzük takmak, namazda alnı toprağa bırakmak ve -namazda- "Bismillahirrahmanirrahim"i sesli söylemek."
Erbain ve Tezkiye
Peygamberler ve Allah velilerinin programları ve bütün çabalarının sonucu, kitap ve hikmet tâlimi ve toplumun ruhunu tezkiye ve arındırmadır. Böylece toplumlar ilmî cahillik ve amelî cehaletten kurtularak; yani takva sahibi olarak peygamberlik müessesesinin nihâî gayesi olan nurlanma maksadına nâil olurlar. İlim ve adalet adına gündeme gelen her şey, risâlet makamının orta ölçekli gayesidir. İdeal ve nihâî anlamda nurlanma gayesine erişmek ise bu makamın en yüce maksadıdır:
“Elim Lam Ra. Bu öyle bir kitaptır ki, biz onu sana, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan nura çıkarasın diye gönderdik.”[1]
İlâhî önderlerin söz, yazı ve davranışları; her biri özel şartlar çerçevesinde ilmi ya da amelî bir rol oynarlar.
Çoğu zaman ilim ve amel birbirleriyle uyumludur. Lakin bu uyum, zorunlu değildir. Aynı şekilde bu ikisi düzey bakımından da bir değildirler. Evet, bazen özgürlük, bağımsızlık, şeref, ilâhî ve insanî erdemler ve benzeri siyasî, sosyal, hukuki ve kültürel değerlerin talimi neticesinde ezilmiş bir millet uyanabilir, direnebilir, kıyam edebilir ve vatanını ecnebi istilasından kurtarabilir. Bir zaman gelir bu talim neticesinde hamasi bir cihada kalkışarak, bu uğurda değerli canlar ve kanlar feda edilerek uyuyan toplumlar uyandırılır, hasta ümmet iyileşir, korkak bir millet cesaret kazanır ve başıboş kalmış bir toplum bağımsızlığını kazanır. Bütün bunlar söz konusu değerlerin talim ve eğitimi ile mümkündür.
Ziyaretin en başlıca hedeflerinden biri, ziyaretçilerin, ziyaret edilen zatın sıfatlarını kazanmasıdır. Hatta eğer bu sıfatları kazanamasa dahi, en azından o makamın temsil ettiği değerler, ziyaretçilerin idrakine sunulmuş olur ve bu doğrultuda yaşamasının önü açılmış olur. Bu itibarla Nübüvvet Ehl-i Beyti’nin (as) ziyaretnamelerinde söz konusu değerlerin işlendiği görülmektedir. Bilindiği üzere Yüce Allah bütün peygamberlerin, özellikle de Hatemu’l Enbiya’nın (saa) en önemli vazifesi olarak talim ve tezkiyeyi gösterir. Bunlardan biri, cehaletin ortadan kaldırılması, öteki ise dalalet ve yolunu yitirmişliğin ortadan kaldırılması içindir. Bu vazifenin semeresi, bir toplumun sahih inançlar ve salih amellerle donanmasıdır.
“Vahiy üzere onlardan (peygamberlerden) misak aldı… Onları (insanları) fıtratlarının misakını yerine getirmeye yöneltsinler diye… Onların akıl hazinelerini ortaya çıkarsınlar diye… En nihayet Allah, Muhammed’i (saa), Resulullah olarak mebus kıldı… O, onları dalaletten hidayete yöneltti ve onları cehaletten kurtardı…”[2]
Toplumun bilinçsizlik ve sapkınlıktan kurtarılmasından ibaret olan bu yüce gaye, İmam Sadık’ın (as) desturuyla Şehitlerin Efendisinin Erbain Ziyareti’nde yer almıştır:
“Dua hususunda hücceti tamamladı, nasihatte bulundu ve senin uğruna canını feda etti ki kullarını cehaletten ve dalalet şaşkınlığından kurtarsın…”
Demek ki bazen amelî bir cihat hareketi, ilmî içtihadın kapılarını açabilir. Yani halk kitlelerini bilinçlendirir, mücadele ruhu aşılar ve dalaletten kurtarır. Sahih bilgi ve içselleşmiş bir adalet duygusundan neşet bulan gerçek bir akıl, akıl sahibi her bireyin kayyum ve velisidir. Dolayısıyla İslam ümmetinin munfasıl aklı konumunda olan masum insan-ı kâmiller ‘kitlelerin kayyum ve velisi’ diye anılırlar. İmamet hariminin ziyaretçileri bu dergâhta ‘adaleti ikame etmeyi’ öğrenirler. Nihayetinde de kendi kendilerinin kayyumu ve velisi olur zulüm timsali ecnebilerin kayyumluğu ve velayetinden kurtulurlar. Baki mezarlığındaki İmamların (as) ziyaretnamesinde şu ifadeler yer alır:
“Ey hidayet imamları, selam olsun size! ... Ey kitleler üzerinde adalet üzere kayyum olanlar selam olsun size! …”
Öyle ki âlim ve âdil bir mümin adalet üzere kıyam ettiğinde dahi Masum İmamlar (as) onun adalet üzere olan kayyumudurlar. Dolayısıyla onlar (as) adalet üzere olan âlimlerin de önderliği ve velayetlerini taşırlar.
Bütün bu anlatılanlar esasınca, Tahir İmamların (as) takipçilerinin tam bir değişim yaşamadan, kemale nâil olmadan, Masum İmamlarımızın nûrânî ve hayat menşei sözlerini duymadan Medine’den dönmeleri asla kendilerine yakışmaz. Elbette Allah’ın kelamını gönülleriyle işitenler, ziyaretçileriyle de gönül diliyle konuşurlar:
“Ruhu’l Emin indirmiştir onu. Senin kalbine, inzar edicilerden olasın diye…”[3]
Bir ziyaretçi bir hal değişikliği yaşadıysa eğer, bilmelidir ki o nûrânî zatlar onunla konuşmuş ve Yüce Rabbimizin izniyle ruhunu etkilemişlerdir. Aksi durumda aslında kendisinin o esnada ruhsuz olduğunu bilmelidir. Evet, böylesi bir ziyaretin de sevabı vardır lakin batını bakımından ziyareti terk etmekle aynı düzeydedir. Bu büyük feyizden mahrum kalmamak için ve ona nâil olmak için yalvarıp yakarmalıdır.
Dünya sevgisinin bir eseri olan kalp katılığı ve göz kuruluğu, insanların İmamların (as) nurunu hissetmeleri ve onların sözlerine kulak vermeleri önünde bir engeldir. Dünya sevgisinin menşei ise ya nefs-i emmare ve iç şeytandır ya da dıştaki iblistir.
Dış düşmanı, ‘küçük cihad’ yoluyla ve silah yardımıyla yenmek mümkündür. Lakin bir iç düşman olan nefs-i emmare ile mücadelede yalnızca yakarış, inleyiş, ağlayışlar insanı zafere ulaştırır: ‘Silahı ağlamaktır!’ Ağlayıp yakarmayanlar, ‘büyük cihad’ yolunda zafer elde edemez ve Resul-i Ekrem (saa) ve onun muhterem hanedanının (as) armağanlarına nâil olamaz. Böyle birinin en büyük kazancı olsa olsa cehennem ateşinden kurtulmak ve biraz da olsa cennet sevabına erişmektir.(EHLADER)
- - - - - - - - - - - -
[1] İbrahim: 1
[2] Nehcu’l Belağa, 1. Hutbe
[3] Şuara: 193-194