Şia’yı Artık Şiilerden Dinlemek İstiyoruz!
Günümüzde dünya, bir köy değil belki bir ev haline gelmiştir. İletişim imkânları oldukça gelişmiş, herkes istediği zamanda, istediği konuda ve istediğini söyleyebiliyor. Çoğunlukla bir tuşla her istediğine de ulaşabiliyor. Ancak hakikati dile getirmek, insanlara doğruları ulaştırmak, bazen 30 yıl öncesine göre daha zor olabiliyor. Çünkü herkes konuşabilse de günün sonunda neyin gündemde kalacağı, nasıl bir sonuç çıkarılacağı çoğu zaman güç sahipleri tarafından belirleniyor. Hatta söylediklerinizi amacınızın tersine dillendirerek, konuştuğunuza dahi pişman ettirebiliyorlar. Duymak istedikleri seslerin yüksek çıkmasına müsaade ederken, istemedikleri sesleri ya kısıyorlar ya da mümkün oldukça cılız çıkmasına izin veriyorlar. Dolayısıyla sözlerinizin gücünden ziyade, çoğunlukla medyadaki imkânlarınız ya da güçlü medyayı memnun etmeniz önemli hale geliyor.
İmam Ali’nin (as) hak çizgisini sürdüren Şiilerin, tarih boyunca karşılaştıkları engellerin sıralamasını yapmamız istenirse, tereddüt etmeden ilk sıraya; seslerinin kısılması, kısılamadığında ise gürültü çıkarılarak dinlenilmemesini sağlamaktır, derim. Çünkü İmamlar ve onların dizleri dibinde yetişen öğrencilere konuşma fırsatı verildiğinde en gür ses onların sesi olmuştur. Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Ateist… kimden gelirse gelsin, kendilerine soru sorulup da muhataplarına doyurucu cevap vermedikleri bir tek örnek, bildiğim kadarıyla bugüne kadar kaydedilmemiştir. Tartışmada onların sesini bastırabilecek yiğitleri analar henüz doğuramadı. Abbasi halifeleri olsun diğer yöneticiler olsun, bir taraftan sıkıştıklarında Ehlibeyit’ten imdat istemişler diğer taraftan da halk tarafından seslerinin duyulmaması için devletin imkânlarını arkalarına alarak ellerinden geleni ardına koymamışlardır. Tabii ki ne yaparlarsa yapsınlar Ehlibeyit, bütün zorluklara rağmen kendi kanallarını oluşturmaya çalışmış, insanların hakikatle buluşabilmeleri için hayatları pahasına fedakarlıklardan geri durmamışlardır. Dayatılan şartlar karşısında asla pes etmemişlerdir. Nitekim bütün imkânsızlıklara rağmen, eğer Hz. Zeynep, Kerbela’dan sonra şartları sonuna kadar zorlamamış olsaydı, belki de kıyamete kadar Ehlibeyit’in sesi kesilmiş olacaktı.
Geçmişte olduğu gibi, bugün de Ehlibeyit’i ciddiye almama, dinlememe, sesini bastırma aynen devam etmektedir. Aydınlarımız, düşünürlerimiz, cemaatlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız… Şia’nın ne dediğine bakmadan, çoğu zaman işlerine nasıl geliyorsa öyle değerlendiriyorlar.
Aydınlarımızdan örnek olarak Muhammed Âbid el-Câbirî’yi verebiliriz. Câbirî, İslam tarihini kritik ederek Müslümanlara çözüm önerecek yeni proje iddiasında olan Fas’lı bir mütefekkirdir. Maalesef Şia’yı Hermetik ve Gnostik – irrasyonel– düşünceler arasına yerleştirmiştir. Oysa Şia’nın bilgi kaynaklarına, usullerine, vahye bakışlarına, iman esaslarına tarafsız bakmış olsaydı, böyle bir sonuca ulaşamazdı. Şia’nın kıyasa bakışı, icmaya bakışı, tefsir ve te’vil usulü, Kur’ân’ın yorumunda Arap dilinin kaynak oluş şartları, vahyin mahiyeti, peygamber ve imamların konumları vb. konularda Şiilerin dediklerine kulak verseydi, asla onları Hermetik düşünceyle aynı kategoride değerlendiremezdi. Çünkü İmamiye Şiası vâridâta dayanıp aklı âtıl hale getirmemiştir. Tam tersine kelamî ve fıkhî savunmalarında nassın zahirî manasını esas almıştır. Tartışmalarında hep aklî delillere başvurmuşlardır. Şia’nın en önemli hadis kaynağı olan Usul-ü Kâfi adlı eserin ilk bâbı, akıl konusuna ayrılmışken Cabirî’nin vardığı sonuç ancak ideolojik ve önyargılı yaklaşımla izah edilebilir. Şii Gulât (gulüvv) fırkalar, imamlar tarafından lanetlendiği halde aşırılıklarının Şia’ya mal edilerek değerlendirilmesi son derece isabetsiz olmuştur.
Ülkemizde Şia hakkında program yapanlar ve yazıp çizenlerin -insaf sahibi olanları tenzih ederek- büyük bir kısmı tanımadan, anlamadan yargıda bulunuyorlar. Açıkça iftira ediyorlar. Şia’yı hiç tanımamış birisi, tek taraflı, sadece bunların açıklamalarına dayanarak değerlendirince Müslüman dahi kabul edemez. Çünkü isnat edilen özellikler ancak müşriklere mahsustur. Bu da tekfirciliğin farklı bir versiyonu!
Aksa Tufanı’ndan sonra, isteyerek veya istemeyerek meydanda Kudüs davasını savunma yükü Şii Müslümanların boynuna yüklendi. Bilfiil meydana çıkmayan Müslümanlar, imkanları dahilinde bazı faaliyetler yapmaya çalıştılar. Mesela Türkiye’de sempozyumlar, paneller, konferanslar, televizyon programları, mitingler yapıldı. Ancak tuhaf olan, bu programlara Yemen’den, Irak’tan, İran’dan, Hizbullah’tan… kısaca direniş cephesinden, Filistinlileri hariç tutarsak, kimse davet edilmedi. Hatta direniş cephesine karşı olan alimlere daha çok konuşma fırsatı verildiği gibi siyasî alanda da aynı ayrımcılık yapıldı. Nitekim TBMM’de Filistin’in direnişçi mücahitlerini katleden ve tutuklayan Mahmut Abbas’a söz verildi. O gün hayatta olan Yahya Sinvar’a veya vekaleten de olsa onun adına birine söz verilmedi.
Şiiler hakkında konuşan, konuşuyor gibi görünenlere baktığımızda çoğunlukla adaletsiz ve insafsız bir tavırla karşılaşıyoruz. Mezhep taassubuna esir olan, gözlerini kin ve nefretin bürüdüğü kalemler, yalan ve iftiradan beslendikleri için, ağızlarından hikmetli sözlerin dökülmesini bekleyemeyiz. En azından bizim kardeşlerimizi doğru tanıyabilmemiz için aradan çekilmelerini istiyoruz. Birileri hakkında hüküm verilirken mahkûmun aleyhin söyledikleriyle yaptıklarının esas alınması gerekir. Şiileri kadavra gibi istedikleri şekilde kesip biçemezler. Müslüman halkımız Şii birisi hakkında; bunlar da namaz kılıyorlarmış! Aynı Kur’ân’ı okuyor muşuz! Onlar da hac yapıyorlar! Hz. Muhammed’e (saa) de inanıyorlar! Onlar da gusül alıyor! Yemek yerken bizim gibi besmele çekiyorlar!.. şeklinde şaşkınlıklarını dile getiriyorlarsa, buna sebep olanların cürmünü kim, nasıl temizleyebilir? Gece gündüz ağlayıp gözyaşları sel olsa acaba yaptıklarının izini silebilir mi?
Tanımadan, tanışmadan birlik ve beraberlik içinde yaşayabilmemiz, aynı hedefe doğru yürümemiz mümkün değildir. Bunun için önyargılı, asılsız kaynaklar yerine, Şia’yı doğrudan kendi dilinden tanımamız gerekir. O zaman aradaki ihtilafların birbirimizi tekfir etmemizi gerektirecek boyutta olmadığını, usulünce konuşulup tartışıldığında kavga sebebi olamayacağını hep birlikte anlayacağız.
Kanaatimce Şiilere kulak vermeyen ve başkalarının da işitmemesi için gürültü çıkaranlar şunun farkındadırlar: Geçmişte olduğu gibi bugün de Şiilerin sağlam temellere dayanan düşünceleri açığa çıkınca, kurdukları sahte saltanatları sona erecektir. Bu yüzden işlerini biraz kolaylaştırmak adına şöyle bir öneride bulunmak istiyorum. Şia’yı Şiilerden dinlememize müsaade edin. Onları da programlarınıza davet edip bir mikrofon da Şii alimlere uzatın. Kaynaklarını kabul etmek zorunda değilsiniz. Hatta programlarınızda “Ehl-i Sünnet kaynakları dışında başka bir kaynak kabul edilmeyecektir.” diye genel çerçeve şartı koyun. Yeter ki kendi kaynaklarımızın bir defa da Şii alimlerin bakış açısıyla yorumunu dinleyebilelim. (Veysel Çelik, Hürseda)