Sana söyleyemediklerimiz...
İslam'da bir şehidin daha yüksek bir varlık mertebesine yükseldiği ve hâlâ hayatta olduğu bir hakikattir. Yine de, pek çok kişi hâlâ sana şehit demeyi kendine yediremiyor. Belki de varlığını hâlâ hissettiğimizdendir Seyyid...
Hayattayken seninle konuşma şansımız olmadı ama belki bu sözler şimdi sana ulaşabilir. Herhangi biri olabiliriz, kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı, Hıristiyan ya da Müslüman, dindar veya şüpheci...Hiç önemli değil.
Bizler, hayatlarına dokunduğun milyonlarız ve şimdi sana birkaç kelime söyleyeceğiz.
Nereden başlamalı?
Belki de en başından başlamak en iyisidir.
Başlarda pek çok kişi seni ciddiye almadı belki de, neticede henüz İsraillilere karşı kendini kanıtlamamış bir hareket vardı ve sen Direniş'in lideri olduğunda kaç yaşındaydın ki? 31 mi? Böylesine muazzam bir sorumluluğu üstlenme konusunda başlangıçtaki isteksizliğine rağmen, önündeki zorluklarda sana yol göstermesi için Allah'a olan sarsılmaz inancınla bu sorumluluğu kabul ettin.
Tek başına bu hareketin bile bizim için derin bir ders oldu; çalkantılı zamanlarda umutsuzca netlik arayan bizlere, rehberlik için her zaman sana başvuran bizlere...
Takip eden yılların senin için zor geçtiğini biliyoruz. İsrail işgali ve onun her yere yerleştirdiği işbirlikçileri, direniş yoldaşlarının ve halkının hapishanede katlanmak zorunda kaldığı işkenceler, hareketin yetenekleri ile İsraillilerinki arasındaki ezici eşitsizlik arasında, bu yolda şehit olan kendi oğlun da dahil olmak üzere, huzurumuz için çok şey feda ettin.
Yine de bize özgürlüğü hediye edene kadar güçlü durdun. Üstelik bunu Lübnan halkının bir başarısı olarak nitelendirip bir saniye bile siyasi çıkar için kullanmayı düşünmedin.
Hâlâ kalplerimizde ve zihinlerimizde Bint Cubeyl'deki zafer konuşmanın yankılandığını duyarız.
İsrail için ''örümcek ağından daha zayıf'' dediğin o anı düşünmeye devam ediyoruz ve belirsizlik zamanlarında ne kadar zayıf ve kırılgan bir düşmana sahip olduğumuzu aklımızda tutmak için bu vurguyu kendimize hatırlatıyoruz.
Sonrasında bölgede neler olduğunu hepimiz gördük. Amerikalılar Irak'ın üzerine çullandı, Irak'ı yıkıp yağmaladı ve bölgede tekfirci isyan başladı. O dönemde Irak Direniş hareketlerinin, işgalci güçlere karşı savaşmak üzere saflarını örgütlemek için yaptığın çalışmalardan dolayı sana nasıl minnettar olduklarını duymak bizler için de inanılmaz oldu.
Sonra birçoğumuz için kırılma noktası olan o an geldi. Evet, İsrailliler 2000 yılında Lübnan'dan çekilmişlerdi ama 2006'da aylardır hazırlık yapmaktaydılar. Gafil avlandık, başımıza geleceklerden endişelendik. Evlerimizi yıktılar, halkımızı yol üstlerinde öldürdüler, aileleri, ambulansları hedef aldılar... gerçekten de yıkıcı bir süreçti.
Ama sonra...sen konuştun. İnanamadık. Evlerimiz ve mahallelerimiz İsrailliler tarafından bombalanırken, arkadaşlarımız ve ailelerimiz onların bombardımanıyla öldürülürken bizimle radyo aracılığıyla konuştun:
“Şimdi... Denizin ortasında... Gözlerinizin önünde alevler içinde batarken Beyrut'a saldıran, evlerinizi yerle bir eden savaş gemisine bir bakın.”
İsrail savaş gemisine bakmamızı söyledin, füzelerin kıyı boyunca ateş alıyordu...ve bu inanılmazdı.
O anda hissettiğimiz muazzam sevinci hiç anlayabildin mi? Sadece birkaç dakika önce bombardıman ve top sesleri duyuyorduk; bir dakika sonra ise televizyonlarda ve radyolarda tekrar tekrar yayınlanan senin mesajını duyuyorduk sadece.
Keşke balkonlarımıza ve çatılarımıza çıktığımızı ya da sırf sen “bakın yanıyor” dediğin için o gemiyi görebilmek için motosikletlere atlayıp sahile gittiğimizi görebilseydin.
O an keşke bizi görebilseydin.
Sonra, savaş zaferinle sona erdikten sonra, sahneye çıkıp bize “en onurlu insanlar” dedin, niye ki? Sadece sana inandığımız için mi? Hayatlarımızın emin ellerde olduğunu hissettiğimiz için mi?
Bu kadar övgüye layık değilmişiz gibi geliyordu ama sen yine de bu zaferin bir parçası olduğumuzu söyledin.
Ama rahat bir nefes aldığın olmadı. 2008 yılında sevgili kardeşin Hac İmad'ı kaybettin. Bizler onu tanımıyorduk o zamanlar; kalbimize ağır gelen şey senin kederin oldu.
Daha sonra da Suriye'ye yönelik savaş başladı ve tekfirci saldırı tüm bölgeyi tehdit ederek Şam'a yaklaştı ve insanları toplu halde öldürdü.
Sen neyin tehlikede olduğunu biliyordun.
O dönemde pek çok kişi için anlaşılması zor bir karar verdin; ancak bizlere bu kararını o kadar net açıklamıştın ki:
“Zeyneb ikinci kez esir alınmayacak.”
Senin bilgeliğine bu kadar bel bağlamış ve seninle birlikte ufkun ötesine bakmayı öğrenmiş olan bizler, onların istediği olsaydı, Lübnan'ın doğu sınır kasabalarında kamp kurduklarında örneğin, hiçbirimizin güvende olmayacağını biliyorduk.
O zaman da bizi görseydin keşke. Sen şehir şehir özgürleştirirken tüm gün televizyonun ve telefonun ekranına yapışıp kalırdık; özgürleştirmen bitene ve tekfiri tehdidini ortadan kaldırana kadar şaşkınlıkla dinlerdik.
Pek çok insan seni Hizbullah'ın, Direniş'in lideri olarak tanıyor, hatta bazıları seni eksenin tartışmasız lideri olarak adlandırıyor ama sen... çok daha fazlasıydın...
Senin vaazlarını dinleyerek büyüdük. Bunun ne demek olduğunu anlayabilir misin?
Bizi görmemiş olabilirsin ama bizler senin kürsüye ya da kameraya çıkmanı tutkuyla bekledik. Sen konuşursan huzurlu hissedebilirdik, senin sözlerinle hayatlarımızı şekillendirebilirdik.
Konuşursan bizlere nasıl onurlu yaşanılacağını anlatabilirdin.
Keşke kalplerimize bakabilseydin de Muharrem geceleri boyunca nasıl bir etki yarattığını, sözlerinin ağır kalplerimize nasıl hayat verdiğini görebilseydin.
Aşura gününde, onca hüznün ardından, bizlere gururlu ve başkaldıran insanlar olmamızı söylerdin, İmam Hüseyin gibi...
İçinde bulunduğun durum seni bizden kopardığı ve seni gördüğümüzde yaşadığımız sevince şahit olamadığın için büyük bir üzüntü duyduğunu biliyoruz... Ama keşke en küçük esprilerinde yüzümüze kondurduğun gülümsemeyi, ağladığında içimizin derinliklerinde hissettiğimiz o büyük kederi ve adaletsizliğe karşı yankılanan öfkemizi görebilseydin.
Biz senin için endişelenirdik de. Bizi o kadar çok özlerdin ki, birkaç dakikalığına da olsa bizleri görmek için hayatını riske atardın. Orada, hiç umursamadan konuşmanı yaparken bizler senin güvenliğinden duyduğumuz korkuyla birlikte muazzam bir sevinç duygusu içinde kaybolur, sana bir şey olmaması ve seni bizden almaması için sürekli dua ederdik.
Sen içinde değilsen hangi hayat yaşamaya değer ki?
Sen bizleri doğru yetiştirdin.
Ne zaman karanlık bastırsa, insanlar bocalasa, ne zaman tanıdığımız biri, aile dostlarımız şehit olsa, bize öğrettiklerin sayesinde biliyorduk ki, şüphesiz zafere ulaşacağız.
Senin Allah'a olan inancınla büyüdük.
Sen “yenilgiler dönemi bitti, şimdi zaferlerin zamanı” dediğin anda, savaş ne kadar zor olursa olsun, zaferi bizlerin göreceğini biliyorduk.
Bir yıl önce Gazze'ye yönelik savaş başladığında ve bölgede hepimize zafer sözü verdiğinde, İsraillileri bir kez daha yenilgiye uğratacağımızdan zerre kadar şüphe duymadan arkanda toplandık ve Allah'tan bu savaşta Filistin'i de işgalden kurtarabileceğimizi ve seni her zaman dilediğin gibi Aksa'da dua ederken görebileceğimizi umduk.
İşte bu yüzden geçenlerde haberi duyduğumuzda inanmadık.
Bazıları inanamayarak etrafına baktı, bazıları ağlamaya başladı ve bazılarının da içinde bir şeyler kırıldı...sonsuza dek.
Sen hayatımızın ayrılmaz bir parçasısın. Biz sadece... bizden alındığına inanalım mı? Öylece gittiğine?
O son gece, İmam Hüseyin onlara gitmekte özgür olduklarını söylediğinde yoldaşlarının onu terk etmeyeceklerini söylediklerini biliyor musun? Hani onu savaş meydanında yalnız başına ölüme terk ederlerse hayatlarına devam edemeyeceklerini söylemişlerdi.
Artık onsuz hayatta kalmanın onlar için ne anlama geldiğini biliyoruz.
Bu dünyadaki her şey birçokları için anlamını yitirdi.
Sevdiklerimizin ölümü, senin kaybının hayatımıza yaptığının yanında sönük kalıyor.
İslam'da bir şehidin daha yüksek bir varlık mertebesine yükseldiği ve hâlâ hayatta olduğu bir hakikattir. Ancak pek çok kişi hâlâ sana şehit demeyi kendine yediremiyor.
Belki de varlığını hâlâ hissettiğimizdendir Seyyid...
Hâlâ bir sonraki Muharrem'de İmam Hüseyin hakkında bizlerle konuşacağını bekliyoruz.
Aşura günü bizimle konuşanın sen olmayacağına inanamıyoruz...(Çeviri: YDH)