“Özgür Dünya” neden İsrail’e silah sağlamaktan vazgeçmiyor? / Abbas Kabbari
Uluslararası Hukuk Araştırmacısı Abbas Kabbari, Batılı ülkelerin İsrail'e yönelik silah desteğinin ve soykırıma göz yummasının savaş suçlarına ortak olma tehlikesini kaleme aldı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu birçok kez Gazze’ye karşı yürüttüğü savaşın sadece İsrail’in savaşı olmadığını, bilakis “özgür dünyanın” karanlık güçlere karşı savaşı olduğunu öne sürdü. Kasıtlı olarak tekrarlanan bu atıf, bazı Batılı ülkelerle olan ittifakın gücünü ve Netanyahu’nun iddia ettiği gibi “İsrail’in Orta Doğu’yu değiştirmek için yürüttüğü savaşta” sahip olduğu avantajları ifade ediyor.
Öte yandan, "özgür dünyadan” gelen zayıf tepkiler, söz konusu ittifakın, Uluslararası Adalet Divanı kararları ve Birleşmiş Milletler (BM) kurumlarının açıklamalarıyla kanıtlanan, İsrail tarafından işlenen soykırımı umursamadığını da büyük ölçüde doğruluyor.
Özgür dünya, ABD liderliğinde Batı dünyası ile Sovyetler Birliği önderliğindeki komünist blok arasında yaşanan Soğuk Savaş döneminde, Batı Bloğu ve ona bağlı ülkeleri ifade etmek için kullanılan bir propaganda terimidir. Bu terimin Netanyahu tarafından kullanılması, İsrail’in Orta Doğu ve Arap dünyasında “özgür dünyanın bir temsilcisi” olarak BM kararlarıyla ortaya çıktığına dair bir hatırlatma anlamında. Bu bağlamda, İsrail’in “BM kararlarıyla kurulması”, kısa bir süre önce Netanyahu ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerilime yol açtı.
Macron geçtiğimiz haftalarda yaptığı bir açıklamada, “Netanyahu ülkesinin BM kararıyla kurulduğunu unutmamalı” dedi. Fransa Cumhurbaşkanı bu ifadelerle, BM Genel Kurulu’nun Kasım 1947’de Filistin’in bir Yahudi devleti ve bir Arap devleti olarak ikiye bölünmesini öngören kararına atıfta bulundu.
İsrail’in uluslararası kökenlerine ilişkin bu hatırlatma, Batılı halkların hükümetlerden “İsrail’e Gazze ve Lübnan’daki soykırım savaşında kullanılacak askeri malzeme ve lojistik destek sağlamaktan kaçınmalarını” talep ettiği bir dönemde gerçekleşti. Bu silahların Gazze ve Lübnan’daki kullanımı savaşın ilan edilen amaçlarıyla bağlantısız olduğu kadar, İsrail’in intikam alma yönündeki aşırı isteğini de gösteriyor.
Bazı Batılı siyasetçiler, soykırım savaşında en son küresel silah teknolojilerini kullanan İsrail’i, meşru müdafaa bahanesiyle işlediği her suç için mazur görmeye devam ediyor.
Soykırım suçu, İsrail’in 1,4 kilometreyi aşmayan bir alanda büyük nüfus yoğunluğuna sahip Cibaliye Kampı’na ya da sadece yaralılar, çocuklar ve kadınların bulunduğu Ehli Baptist Hastanesi’ne düzenlediği hava saldırılarında yaklaşık 900 kilo ağırlığında bombalar kullanması gibi eylemlerine yönelik uygun bir hukuki tanımdır.
Mümkün olduğu kadar çok ölüme yol açmaya yönelik intikam arzusu taşıyan İsrail’in kullandığı, geniş yıkım alanına sahip olan MK-84 bombası, yaklaşık 400 kilo patlayıcı taşıyan bir savaş başlığına sahip. Güdümsüz “aptal” bir bomba olan MK-84, 70 metrekarelik bir daire içindeki herkesi öldürüyor ve yok ediyor.
Burada açıkça sorulması gereken soru şudur: “Özgür dünya” neden İsrail’e silah tedarik etmekten vazgeçmiyor?
Devletlerin çatışma bölgelerine silah sağlamama konusunda bir yükümlülüğü var mıdır? Bu yükümlülüğü göz ardı eden devletler bu silahlarla işlenen suçlara ortak mıdır?
Uluslararası hukuk düzenlemeleri ne diyor?
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, İsrail’in kurulduğu dönemde, uluslararası toplum savaş durumunda gerekli olan bir dizi insani etik ve kontrol mekanizmalarını oluşturmaya başladı. Bu konuda öncelikle uluslararası insancıl hukuk kuralları yazıldı ve bunun teamül maddeleri 1949’da imzalanan Cenevre Sözleşmeleri ve sonraki zaman dilimlerinde bu sözleşmenin eklerinde yer aldı.
Uluslararası insancıl hukuk, bu bağlamda çok önemli iki konuyu düzenledi. Bunlardan ilki, savaş zamanlarında sivillerin korunmasıyla ilgiliydi. Bu konu, çatışmalara katılmayan siviller, yaralılar, mahkumlar, tıbbi personel, yardım ve sivil savunma çalışanları gibi askeri eylemlerden etkilenen belirli grupların savaşan güçler tarafından hedef alınmasını önlemeyi içeriyor. İkinci önemli konu ise, savaşan tarafların uluslararası düzeyde yasaklanmış silahları kullanmasını yasaklayarak, savaşta silah kullanımının düzenlenmesiyle ilgiliydi. Bu da nükleer, kimyasal ve biyolojik kitle imha silahlarının yanı sıra misket bombaları, beyaz fosfor bombaları, vakum bombaları ve mayınlar gibi ayrım gözetmeyen insanlar, yapılar ve çevre üzerinde yıkıcı etkileri olan silahların yasaklanmasını kapsıyor. Ancak tüm bu bağlayıcı kurallar, İsrail’in Gazze, Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelere karşı yürüttüğü savaşta bu silahların birçoğunu kullanmasını engellemedi. Bilakis İsrailli bir bakan, Gazze’ye karşı nükleer silah kullanmakla bile tehdit etti.
Güney Afrika tarafından İsrail hakkında açılan ve daha sonra Türkiye gibi ülkelerin de katıldığı soykırım davasında Uluslararası Adalet Divanı’nın ihtiyati tedbir kararına ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı’nın Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama talebine rağmen, İsrail savaşını aynı hızla sürdürüyor.
İsrail’e destek veren ülkeler de silah ve teçhizat sağlamaya hız kesmeden devam ediyor.
Silah Ticareti Anlaşması
Dünya, devletlerin çatışan taraflara soykırım ve savaş suçlarında kullanılan konvansiyonel silah ve teçhizat tedarik etmesini engelleyen yasal bir mekanizmayı kabul etmekte çok geç kaldı.
Silah Ticareti Anlaşması, 2014 yılına kadar yürürlüğe girmedi. Söz konusu anlaşmanın maddeleri, ihracatçı ülkelerin silahların başka amaçlarla kullanılacağına dair bilgi sahibi olmaları durumunda, konvansiyonel silah ihracatını yasaklamasını öngörüyor.
Silah ihracatının yasaklanmasına neden olan amaçları şöyle özetleyebiliriz;
- Soykırım,
- İnsanlığa karşı suçlar,
- 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ağır ihlalleri,
- Sivil nesneler veya sivillere yönelik saldırılar,
- Taraf olunan uluslararası sözleşmelerde tanımlanan diğer savaş suçları.
Bu çerçevedeki silah yasakları, siyasi analiz veya görüşlere göre değil, daha önce de belirttiğimiz gibi uluslararası mahkeme ve kurumların kararlarına göre İsrail’in Filistin’deki eylemlerine karşı uygulanabilir.
Anlaşmada ihracatı yasaklanan konvansiyonel silahlar arasında savaş zamanlarında kullanılan tanklar, savaş uçakları, savaş gemileri, helikopterler, füzeler, küçük ve hafif silahlar yer alıyor.
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty) arafından hazırlanan bir rapora göre, İsrail’in en büyük silah tedarikçisi olan ABD başta olmak üzere Silah Ticareti Anlaşması’nı imzalayan ülkeler, İsrail işgal ordusu tarafından işlenen savaş suçlarına ilişkin çok sayıda delile rağmen, Tel Aviv’e silah sevkiyatına devam ediyor.
Washington Post gazetesine göre, Silah Ticareti Anlaşması’nın uygulanmasına yönelik bazı siyasi kanat ve halktan gelen itirazlara rağmen, Biden yönetimi 2,5 milyar dolar değerinde 25 adet F-35A savaş uçağı ve motorunun İsrail’e satışına onay verdi. Aynı zamanda, İsrail’e MK8 bombasından 18 bin adet gibi büyük miktarlarda tedarik etmeye devam ediyor.
İsrail’in silahlanmasını sınırlamaya yönelik uluslararası girişimler
Diğer yandan İngiltere hükümeti, Eylül 2024’te İsrail’e silah ihracatının kısmen askıya alındığını duyurdu. Bu adım, İngiltere’de Londra ve diğer şehirlerde yüz binlerce kişinin katıldığı gösterilerin ardından ortaya çıkan halk baskısıyla atıldı. Ancak hükümetin açıklamasına göre, İsrail’e verilen 350 silah ihracatı satışına ilişkin sadece 30 lisans askıya alındığı için bu hamle sembolik ve etkisiz kaldı.
Washington Post’un haberine göre, ABD de ihracata yeniden başlamadan önce ağır bombaların sevkiyatını askıya aldı.
Kısa bir süre önce Emmanuel Macron da İsrail’e silah sevkiyatının durdurulması yönünde çağrıda bulundu.
Macron’un İsrail’e karşı kısa süre içinde gerçekleşen bu ikinci hamlesi, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana “eski bir işgalci güç olarak” Fransa’nın Lübnan’daki istikrarlı nüfuzunu etkileyen, İsrail’in Lübnan’daki ihlallerine yönelik bir tepki olarak görüldü.
Netanyahu ise, Macron’un diğer ülkelere “Gazze’deki savaş için İsrail’i silahlandırmayı bırakma” çağrısı yapmasının ardından şu açıklamayı yaptı:
“Cumhurbaşkanı Macron ve diğer Batılı liderler şimdi İsrail’e karşı silah ambargosu çağrısında bulunuyorlar. Yazıklar olsun onlara! İsrail, onların desteğiyle veya desteği olmadan kazanacak.”
Benzer şekilde, aralarında Avrupa ülkeleri, Kanada ve Japonya’nın da bulunduğu bir grup ülke, Gazze’ye yönelik ağır saldırıların ardından İsrail’e silah tedarikinin tamamen veya kısmen yasaklanmasına ilişkin kararlar aldı.
Ürkek adımlar ve zayıf argümanlar
Dünya ülkelerinin silahlanmayı önlemek için attığı ürkek adımlar, zayıf argümanlar, İsrail’in yaptığı katliamlar ve Filistin halkına karşı işlenen savaş suçlarını engellemiyor. Aynı zamanda, büyük silah ihracatçılarını bu soykırıma kasıtlı olarak katılma suçundan da muaf tutmuyor. Bu konuda öne sürülen argümanlar zayıf ve ortada var olan sorumluluğu ortadan kaldırmıyor.
Bu konuda ortaya atılan söz konusu argümanların ilki, eski silahlanma anlaşmalarının savaşın patlak vermesinden önce imzalanmış olması. İkincisi ise, bazı ülkelerin silahlanmaya katkısının, ABD tarafından denetlenen ve daha sonra İsrail’e ihraç edilen toplu üretim anlaşmalarının bir parçası olması. Bu da genel olarak neredeyse işlenen suçtan daha kötü bir bahanedir.
Argümanlar ne olursa olsun, özgür dünya ülkeleri “insanlık sınavında” başarısız oldu ve İsrail’e silah sağlamanın yanı sıra uluslararası yasaları da ihlal etti.
Sonuç olarak “özgür dünya”, Suriye, Irak ve Sudan’ın yanı sıra İsrail’in Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’da işlediği savaş suçlarına katılım yoluyla çifte standart gösterdi. (Abbas Kabbari / Fokus Plus)