Orta Doğu'da bir İsrail düzeni
Orta Doğu'da soykırımcı rejimin stratejik ittifakları ve birleşik bir bölgesel vizyon arayışı, güvenlik zorunluluklarını 'barış ve istikrara yönelik' temkinli bir yol haritasıyla dengeleyerek bölgenin geleceğini yeniden şekillendirmeyi vaat ediyor.
İsrail ordusu Askeri İstihbaratı Aman'ın Başkanı Amos Yadlin ile İsrail Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü'nde araştırmacı Avner Golov’un birlikte yazdıkları, Amerikan dış politika dergisi Foreign Affairs’te yayımlanan ‘’Orta Doğu'da bir İsrail düzeni: İran'ın bölge vizyonunu yenmek ve Amerikan vizyonunu geliştirmek için bir şans’’ başlıklı makale, esasında İsrail’e tavsiye niteliğinde, bir ABD-Arap-İsrail ittifakını kurmak, Suudi Arabistan ile normalleşmeyi ilerletmek ve bölgesel bir güvenlik çerçevesi oluşturmak üzere ABD, Suudi Arabistan ve diğer kilit bölgesel aktörlerle bir zirve düzenlemesi gerektiğini bildiriyor. İsrailli yazarlar, Orta Doğu’da Amerikan hegemonyasına karşıtlıkla karakterize edilen direnişin bilincine varmamış toplulukların, varoluşsal bir kırılma yaşadığı, Amerika için yük olmaya başladığı bir dönemde İsrail’e verdikleri Suriye armağanı ile soykırımcı rejimin stratejik bir avantaj elde etmesini kutluyor; bu toplulukların sabana koşulduğu İsrail'in varlığının sürekliliğinin merkeze alındığı 'barışçıl, istikrarlı ve müreffeh' bir Yeni Orta Doğu’ya doğru ilerlendiğinin müjdesini veriyor.
Bugün Orta Doğu'da yaşananlar en iyi şekilde yeni bir bölgesel düzen için verilen mücadele olarak anlaşılabilir. Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e saldırmasından bu yana, bu düzen için birbiriyle rekabet eden üç vizyon ortaya çıktı:
-Hamas vizyonu,
-Hizbullah-İran vizyonu,
-Amerikan vizyonu.
Bu vizyonlar daha sonra bocaladı. Hamas, İsrail'i yok etmeyi amaçlayan çok cepheli bir savaşı ateşlemeye çalıştı.
İran, vekili Hizbullah ile birlikte İsrail'in çökmesine neden olacak ve ABD'yi bölgeden çıkaracak bir yıpratma savaşı hedefliyordu.
İsrail'in arkasında sağlam bir şekilde duran ABD ise İsrailliler ve Filistinliler için yeni siyasi olasılıklar, İsrail ve Suudi Arabistan arasında normalleşme ve Washington ile Riyad arasında bir savunma anlaşması üzerine kurulu bölgesel bir istikrar umuyordu.
Bu vizyonların hiçbiri uygulanabilir olmadı: Hamas, Hizbullah ve İran, İsrail ordusu, İsrail toplumunun ve ABD-İsrail ittifakının gücünü yanlış değerlendirdi. ABD, İsrail'in Gazze'deki savaşa yaklaşımını etkileme kapasitesini abarttı ve İran'ın oluşturduğu bölgesel tehditle yeterince mücadele etmedi.
Bu üç vizyonun başarısızlığı daha gerçekçi bir dördüncüsü için bir fırsat yaratıyor: İsrail vizyonu. Geçtiğimiz üç ay içinde İsrail, Orta Doğu'yu yeniden şekillendirmek için gücünü kullanmaya başladı.
Hamas'ın askeri yeteneklerini ortadan kaldırdı ve uzun süredir devam eden caydırıcılık yaklaşımını dönüşüme uğratarak Hizbullah'ın liderliğini etkisiz hale getirdi ve Lübnan merkezli grubu uzun süredir direndiği ateşkes şartlarını kabul etmeye zorlayarak Hamas'ı izole etti ve İran'ı en yetenekli vekilinden yoksun bıraktı.
İsrail ayrıca İran içinde de sofistike saldırılar gerçekleştirdi. Suriye'de Esed rejiminin isyancı güçler tarafından fırsatçı bir şekilde devrilmesi, kısmen İsrail'in İran'ın bölgesel gücünü zayıflatmasından faydalanma girişimi olarak anlaşılabilir.
Sonuç olarak İran, kendi sınırlarından İsrail'e uzanan ve son kırk yıldır kurmak için önemli kaynaklar ayırdığı kara koridorunu kaybetmiş oldu. Bu gelişmeler dramatik bir değişime işaret ediyor:
7 Ekim saldırısından sonraki yaklaşık bir yıl boyunca İsrail'in bölgenin geleceğine ilişkin vizyonu belirsizdi. İsrail kendini savunuyor ve buna bağlı olarak asla yeniden kurulamayacak bir statükoyu korumak için savaşıyordu.
Her ne kadar operasyonları agresif olsa da İsrail, Hizbullah ve İran ile mevcut caydırıcılık dinamiklerini bozmaktan kaçındı.
Dahası, uluslararası alanda kışkırtıcı olarak görülürken ve içeride bölünmeler İsrail toplumunu zayıflatırken yeni bir düzen empoze etmekte tereddüt etti.
İsrail şu anda askeri operasyonlarla Orta Doğu'yu yeniden şekillendiriyor ancak siyasi olarak da kendini göstermesi yararına olacaktır. Bölgenin gidişatını yeni, daha barışçıl ve sürdürülebilir bir gerçekliğe doğru yönlendirmek için hem fırsatı hem de sorumluluğu var.
Hâlihazırda İsrail'in bölgesel değişimleri askeri olarak zorlama kabiliyeti, tutarlı bir stratejik vizyonu ifade etme ve hayata geçirme konusundaki hazırlığını geride bırakıyor; operasyonel başarıları henüz beraberinde net stratejik fikirler getirmiyor. İsrail savaş alanındaki başarılarına uygun bir siyasi çerçeve için bastırmalıdır.
ABD tarafından desteklenen bir Arap-İsrail koalisyonu Şii ve Sünni radikallerden gelen tehditleri püskürtebilir, Filistinlilere gerçekçi bir siyasi gelecek sağlayabilir, İsrail'in güvenlik çıkarlarını koruyabilir, hala Gazze'de bulunan Hamas tarafından tutuklanmış İsrailli tutukluların geri dönmesini sağlayabilir ve İsrail topraklarına yeni bir saldırıyı önleyebilir.
İsrail yeni bir bölgesel düzen vizyonunu tek başına dayatmaya çalışmamalıdır. ABD'nin dış politikası seçilmiş Başkan Donald Trump yönetiminde yeniden şekillenirken bile ABD, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin yanı sıra Almanya ve Birleşik Krallık'ın da desteğine ihtiyacı var.
Durum oldukça hassas. Ancak 7 Ekim saldırısından bu yana ilk kez İsrail anı yakalama fırsatına sahip.
‘En iyi hazırlanmış planlar’*[1]
Hamas'ın merhum lideri Yahya Sinvar, 7 Ekim 2023'te İsrail'in işgal edilmesi emrini verdiğinde, bunu Orta Doğu'ya dair hesaplanmış bir vizyonla yapmıştı: Hamas'ın saldırısının hemen ardından, bölgedeki İran destekli tüm militan grupların koordineli bir saldırıya geçmesini ve bunun da İsrailli Araplar ile Batı Şeria'daki Filistinlilere yeni bir intifada başlatmaları için ilham vermesini bekliyordu.
Sinvar'ın planı Hizbullah'ın ve İran destekli “Direniş Ekseni”nin diğer üyelerinin ve hatta İran'ın kendisinin katılımına dayanıyordu ve sonuçta İsrail'in tamamen askeri yenilgisine yol açacaktı.
Ancak Sinvar bölgesel dinamikleri ciddi şekilde yanlış değerlendirdi. 8 Ekim'de Hizbullah Hamas'ı desteklediğini ilan edip İsrail kasabalarını bombalamaya başlasa da eylemleri sınırlı kaldı.
Irak ve Suriye'den Şii milisler İsrail'in gelişmiş hava savunma sistemlerini bozmak için roketler ve insansız hava araçları fırlattı, ancak bu çabalar İsrail için önemli bir tehdit oluşturmadı.
Yemen'deki Ensarullah Kızıldeniz'deki gemileri hedef alarak ve İsrail şehirlerine füzeler fırlatarak saldırıya katıldı. Suriye diktatörü Beşşar Esed, İran'ın Lübnan'a silah transferini kolaylaştırdı ancak İranlı milislerin Suriye topraklarından İsrail'e saldırmasını özellikle engelledi ve İran'ın baskısına rağmen Suriye ordusunu çatışmaya dahil etmedi.
Hizbullah İsrail topraklarını işgal etmedi, bunun yerine İsrail ordusunun dikkatini Gazze'den uzaklaştırmak için kuzeyde dikkat dağıtmaya odaklandı.
Buna ek olarak, Sinvar'ın umut ettiği Filistin ayaklanması, kısmen İsrail ordusunun Batı Şeria'da Hamas ve Filistin İslami Cihad'ın bulunduğu bölgelere hızlı ve etkili bir şekilde konuşlanması nedeniyle gerçekleşmedi.
Bu arada İsrail Gazze'de yoğun güç uygulayarak binlerce Hamas savaşçısını ve nihayetinde Sinvar'ın kendisini öldürdü.
İsrail'in uzun süreli bir savaşa girme kararı başlangıçta İran ve Hizbullah'ı cesaretlendirdi. Bu çatışmayı bölgesel hegemonyalarını pekiştirmek için bir fırsat olarak gördüler.
Hedefi İsrail'i tamamen yok etmek olan Hamas'ın aksine İran daha mütevazı bir şekilde bölgesel konumunu iyileştirmeye çalıştı.
Tahran, İsrail'e karşı çok cepheli bir yıpratma savaşını sürdürerek İsrail toplumu üzerindeki baskıyı arttırmayı ve savaşın maliyetini yükseltmeyi amaçladı.
ABD'nin Çin ile olan stratejik rekabetine ve Ukrayna'daki savaşa odaklanmasıyla İran, Washington'un bölgeden daha fazla çekileceğini tahmin ediyordu.
İsrail'in Hizbullah-İran stratejisine ilk tepkisi temkinli oldu. İsrail, Hizbullah'ın füze saldırılarına doğrudan karşı koymak için Lübnan'ı işgal etmek yerine bir güvenlik tamponu oluşturmak amacıyla kuzeydeki toplulukları tahliye ederek Hizbullah'ın saldırılarına devam etmesine etkin bir şekilde izin verdi.
Buna ek olarak, ABD İsrail'i açıkça desteklemesine rağmen, Batılı hükümetler İran destekli Direniş Ekseni’ne önemli maliyetler yüklemekte büyük ölçüde başarısız oldu.
Yemen'deki Ensarullah’ın Kızıldeniz deniz trafiğine müdahale etmesini engelleyememeleri, bu grubu İsrail'e yönelik saldırılarını arttırma konusunda cesaretlendirdi. Uluslararası baskı İsrail'in Hamas'ı kesin olarak yenme kabiliyetini kısıtladı ve Sinvar'ın İsrail'in savaşı uzun süre sürdüremeyeceği umudunu körükledi.
Bu faktörler bir araya gelerek İran ve müttefikleri arasında İsrail'in eninde sonunda kendisini izole edilmiş, ekonomik olarak tükenmiş ve bitkin bulabileceği algısını yarattı.
Nisan ayında İran'ın doğrudan kendi topraklarından İsrail'e karşı eşi benzeri görülmemiş bir füze ve insansız hava aracı saldırısı başlatması bu düşünceyi pekiştirdi. İranlı liderler İsrail'in ölçülü tepkisini ve İsrail içinde devam eden siyasi kargaşayı kutladılar.
Başbakan Benyamin Netanyahu'nun hükümeti savaşı uzatan, ekonomiyi geren ve kutuplaşmayı yoğunlaştıran politikalar izleyerek İsrail'in düşmanlarına üstünlük sağladı.
Bu arada ABD, İsrail ile Bahreyn, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki ilişkileri normalleştiren Abraham Anlaşmaları üzerine kurulu bir Orta Doğu stratejisi izlemeye devam etti.
Washington, 7 Ekim'den sonra Suudi Arabistan'a İsrail ile normalleşmeye bağlı bir savunma anlaşmasını tamamlaması için baskı yaptı ve İsrail-Filistin çatışmasına iki devletli bir çözüm bulunmasına olan inancını yineledi.
Biden yönetimi savaştan yararlanarak Orta Doğu'da daha güçlü bir Amerikan yanlısı koalisyon oluşturmayı, Washington'un etkisini güçlendirmeyi ve Çin ile rekabetinde Avrupa ile Hint-Pasifik'i birbirine bağlayan daha entegre bir bölgesel ekonomik merkez yaratmayı amaçladı.
Ancak ABD'nin planı, cesaretlenen bir İran'dan kaynaklanan tehdidi yeterince ele alamadı ya da ABD'nin küçük ortaklarının endişelerini yatıştıramadı. Suudi Arabistan, Gazze'deki savaşın devamlılığında, İsrail iki devletli bir çözüme bağlı kalmayı reddederken İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeyi reddetti ki bu İsrail'in bölgedeki düşmanları tarafından Hamas'ın zaferi olarak yorumlanacak bir hareketti.
Netanyahu ise savaşın yoğun dönemini sona erdirmeyi ertelemeyi tercih etti ve bunun yerine Cumhuriyetçilerin kazanması umuduyla ABD başkanlık seçimlerinin sonucunu bekledi. Trump'ın seçilmesinin ABD'nin Hamas'a karşı yürüttüğü kampanya üzerindeki denetimini azaltacağına inanıyordu.
Kasım ayında Demokratların kaybetmesiyle birlikte ABD'nin Orta Doğu'daki stratejisi şüpheye düştü. Washington'un tüm gücüne ve nüfuzuna rağmen, Amerika'nın yeni bir bölgesel düzen vizyonu, makul görünse de Hamas, Hizbullah ve İran'ınkine benzer şekilde uygulanamaz olduğunu kanıtladı.
Taht boş mu kaldı?
Eylül ayında Orta Doğu'daki hâkim rüzgarlar değişmeye başladı. İsrail hükümetinin kuzey tiyatrosunda hiçbir hedef belirlemediği 11 ayın ardından İsrail kabinesi, İsrail'in kuzey sakinlerinin evlerine güvenli bir şekilde dönmesini resmi bir savaş hedefi olarak ekledi.
Savaş, Hizbullah'ın Temmuz sonunda Golan Tepeleri'ndeki bir futbol sahasına düzenlediği ve 12 çocuğun ölümüne, 40'tan fazlasının da yaralanmasına neden olan roket saldırısıyla kuzeye doğru kaymaya başlamıştı bile.
İsrail buna karşılık olarak Hizbullah lideri Hasan Nasrullah'ın yardımcısı Fuad Şukur’a suikast düzenledi ve Hizbullah'ın komuta kademesini küçük düşürücü bir operasyonla hedef aldı.
Örgütün çağrı cihazlarına yerleştirilen patlayıcılar eş zamanlı olarak infilak etti ve çok sayıda örgüt mensubu öldü ve sakat kaldı. Ardından İsrail bir dizi hava saldırısı düzenleyerek yaklaşık 3 bin roket ve seyir füzesini imha etti ve Nasrullah da dahil olmak üzere Hizbullah'ın lider kadrosunu öldürdü. Bu eylemler İsrail ordusunun kaybettiği prestijin bir kısmını geri kazandırdı.
İran misilleme olarak 1 Ekim'de 181 balistik füze ateşleyerek İsrail'e doğrudan bir saldırı başlattı. Ancak bu mühimmat yağmuru İsrail'in sadece üç bölgesine sınırlı hasar verdi: Glilot'taki Mossad yerleşkesi ve güneydeki iki İsrail hava kuvvetleri üssü. İsrail bu kez Nisan ayındakinden daha büyük bir karşılık vererek İran'daki 20 önemli hedefi vurmak üzere 150 uçak gönderdi.
Saldırılar iki ülkenin askeri kapasitelerindeki asimetriyi gözler önüne serdi: İran çok sayıda füze fırlatıp sınırlı sonuçlar elde ederken, İsrail ordusu İran'ın S-300 uçaksavar sistemleri ve Parchin'deki bir nükleer silah araştırma tesisi de dahil olmak üzere yüksek değerli hedefleri isabetli bir şekilde vurdu.
Bu harekât, İran rejiminin gerilimi tırmandırmayı tercih etmesi halinde İran'ın en değerli enerji ve nükleer tesislerinin ne kadar savunmasız olduğunu gösterdi. O tarihten bu yana, tekrarlanan tehditlere rağmen İran, İsrail'e yönelik başka bir doğrudan saldırı gerçekleştirmedi.
24 Kasım'da İsrail ve Lübnan, İran ve Hizbullah'ın onayıyla, büyük ölçüde geçerli olan bir ateşkes anlaşması imzaladı. Aynı gün, Türkiye tarafından desteklenen Suriye’deki isyancılar Esed rejimine karşı askeri bir operasyon başlattı.
İki haftadan kısa bir süre içinde isyancılar Şam'a ulaştı ve Suriye, Rusya, İran güçleri ya da Hizbullah'tan çok az direniş görerek yeni bir hükümet ilan etti. Savaş İran'ın hegemonyasını pekiştirmek yerine bölgesel konumuna önemli bir darbe indirdi.
Lübnan'daki ateşkes ve Suriye'de ortaya çıkan durum Orta Doğu'da bir liderlik boşluğu yarattı. İsrail'in askeri başarıları, bölgenin geleceğini yeniden şekillendirebilecek ve alternatif bir barış, istikrar ve refah gerçekliği sunabilecek yeni bir koalisyon oluşturma fırsatı sunmaktadır.
İstekliler koalisyonu*[2]
İsrail, Suudi Arabistan'ın öncülüğünde İsrail ve Sünni Arap devletleri arasında ılımlı bir bölgesel ittifaka dair tutarlı bir stratejik vizyonu netleştirerek ve takip ederek operasyonel zaferlerinin üzerine inşa etmelidir.
Başta İran olmak üzere temel güvenlik tehditlerini ele almalı ve Esed rejiminin çöküşünün ardından daha da acil hale gelen Türkiye ve Katar'ın Müslüman Kardeşler'in Arap dünyasındaki etkisini artırma girişimlerine karşı birleşik bir cephe sunmalıdır.
Son olarak, koalisyon Filistinlilere siyasi bir gelecek sunarken İsrail'i de gelecekteki terör saldırılarına karşı korumalıdır.
İsrail şu anda bu sonucun gerçekleşmesi için gerçek bir ilerleme kaydedebilecek güçlü bir konumdadır. Ancak bunu tek başına yapamaz. Karmaşık çabalara liderlik edecek ABD'ye ve Ortadoğu'da meşruiyet sağlayacak ve vizyonunu etkili bir bölgesel güce dönüştürecek bir Arap ortaklığına ihtiyacı var.
İlk adım: İsrail; ABD, Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Filistinli temsilciler de dahil olmak üzere Orta Doğu'nun yeniden şekillenmesine yardımcı olmak isteyen tüm aktörlerle Riyad gibi Orta Doğu'nun önde gelen bir başkentinde bir zirve düzenlemelidir.
Planın hedefleri arasında ortak bir bölgesel vizyona dayalı bir ABD-Arap-İsrail ittifakı kurmak; İsrail ile Suudi Arabistan (ve ideal olarak Umman ve Endonezya gibi başka ülkeler) arasındaki normalleşme sürecini ilerletmek; yeni bir bölgesel güvenlik çerçevesi oluşturmak ve radikalleşmeden arındırma kampanyası yoluyla Hamas'tan arındırılmış bir Gazze için bir yol haritası oluşturmak yer almalıdır.
Plan aynı zamanda İran ve Müslüman Kardeşler'in Suriye'deki etkisini azaltmak için Körfez ülkelerinin bu ülkedeki ayak izini arttırmayı hedeflemelidir.
Bölgesel vizyon, Gazze'de tüm İsrailli tutukluların geri dönüşünü kolaylaştıracak bir ateşkes anlaşmasını takiben bir Filistin bileşenini de içermelidir. Zirve, Filistinliler için Arap devletleri ve ABD tarafından benimsenen ve iki devletli çözüme odaklanan geçmiş yaklaşımlardan farklı bir siyasi gelecek oluşturmalıdır.
Bunun yerine ittifak, Filistinlilerin etkin bir yönetim sergileyeceği ve Filistin toplumundaki en radikal grupların etkisini ortadan kaldırmak için aktif olarak çalışacağı esnek ve uzun vadeli bir geçişi vurgulamalıdır.
Ayrıca, Arap liderler Gazze'nin ittifak tarafından yeniden inşasının ancak bölge tamamen askerden arındırıldıktan sonra gerçekleşeceğini kabul etmeli ve bu noktada İsrail, İsrail ordusunu geri çekmeyi taahhüt etmelidir.
Bundan önce İsrail ordusu, Hamas'ın olası askeri yığınaklarını engellemek için Gazze'de İsrail sınırı boyunca bir güvenlik tampon bölgesi oluşturma yetkisini elinde tutmalıdır.
ABD, İsrail'i bir Yahudi devleti olarak tanıyan, terörizmi ortadan kaldıran, teröristlere yapılan ödemeleri durduran ve Filistin toplumu içinde ve uluslararası forumlarda radikalleşmeyi teşvik eden Arap liderliğindeki bir Filistin komitesi tarafından Gazze'de iyi denetlenen etkili bir yönetime geçişi denetlemelidir.
Ayrıca Hamas'ın yeniden silahlanmasını önlemek için Mısır-Gazze sınırının güvenliğini sağlamaya yönelik bir strateji geliştirmek üzere Mısır ile birlikte çalışmalıdır.
İsrail'in bu koşulları, Gazze'deki savaşın sona ermesini isteyen ve yaşayabilir bir Filistin devletinin şu anda gerçekçi olmadığını anlayan, ancak İran'a karşı koymak, Müslüman Kardeşler ile mücadele etmek ve İsrail ile ekonomik ve teknolojik işbirliğini geliştirmek gibi bölgesel hedefleri ilerletmek için Filistinlilere siyasi bir ufuk sağlamanın önemini kabul eden ABD ve Arap çıkarlarıyla, özellikle de Körfez ülkelerinin çıkarlarıyla uyumlu olacaktır.
Zirve, kalıcı bir bölgesel savunma mimarisinin geliştirilmesini hızlandırmayı hedeflemelidir. ABD Merkez Komutanlığı, İsrail ordusu ve Bahreyn, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri orduları tarafından yönetilen özel görev güçleri hava ve füze savunmasını ele alacak, deniz seyrüseferini güvence altına alacak, Şii ve Sünni aşırılık yanlılarının terörizmine karşı koyacak ve istihbarat paylaşımını geliştirecektir.
İsrail ve ABD, İran'ın nükleer silah edinmesini önlemeye yönelik stratejilerini uyumlu hale getirmek için özellikle çok çalışmalıdır. İran'ın vekalet ağının zayıflaması nükleerleşmeyi daha cazip bir seçenek haline getirdiğinden, inandırıcı bir caydırıcılığın tesis edilmesi giderek daha önemli hale gelmektedir.
Aynı kafada
Yeni Trump yönetiminin Orta Doğu'ya bağlılığını sürdürmesi ve müttefiklerinin güvenliğini garanti altına almak ve ortak düşmanları caydırmak için güç kullanmaya istekli olması hem İsrail'in hem de bölgesel ortaklarının çıkarına olacaktır.
Bölgeyi savunmaya yönelik bu kararlılık, yönetim içinde ABD'nin uluslararası müdahalesini azaltmayı savunan grupların muhalefetiyle karşılaşabilir. Trump, ABD'nin Suriye'ye müdahale etmeyeceğinin sinyalini verdi ve Rusya ile İran'ın pozisyonlarının zayıfladığı bir dönemde ABD güçlerinin Suriye'den çekilmesini tamamlamak istediğini belirtti.
Hamas'ın 7 Ekim'deki şok saldırısı, İsrail'in bölgenin gidişatı üzerinde tahmin ettiğinden çok daha az kontrolü olduğunu kanıtladı. Ve neredeyse bir yıldır İsrail'in Gazze'de sürdürdüğü savaş da aynı şeyi düşündürüyordu.
Geçtiğimiz üç ay boyunca İsrail, Orta Doğu siyasetini ve güvenliğini şekillendirme kabiliyetini yeniden ortaya koydu. Ancak cesur bir liderlik olmazsa İsrail'in bu fırsatı elinden kayıp gidebilir.
Netanyahu'nun koalisyonundaki aşırı uçların Gazze ve Batı Şeria'nın bir kısmını ilhak etme, Gazze'de askeri yönetim kurma ya da demokratik kurumları zayıflatan kutuplaştırıcı bir iç gündem takip etme arzuları bu ilerlemeyi ciddi şekilde engelleyecektir.
Önerilen vizyonu ilerleten bir İsrail hükümeti, vatandaşlarının çoğunluğunun desteğini alacak ve İsrail'in bölgesel konumunu güçlendirmesi daha muhtemel olacaktır. Tersine, kendi aşırılık yanlısı söylem ve eylemlerini dizginlemeyen bir hükümet, gerçekçi bir sonu olmayan genişlemiş bir bölgesel çatışmanın önünü açacak ve İran rejiminin ekmeğine yağ sürecektir.
Sinvar ve İran liderleri savaşın Orta Doğu'yu yeniden düzenleme potansiyelinin farkındaydı. İsrail daha azına razı olmamalı. Ancak gücünü hızlı ve akıllıca kullanmalıdır.
Sadece İran'ın yarattığı tehditleri ele alan, bölgesel entegrasyonu ilerleten ve Filistinliler için siyasi bir ufuk oluşturan, ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen koordineli bir planla pekiştirilecek bir bölge vizyonu, İsrail'in İran'a karşı askeri başarısını daha istikrarlı, barışçıl ve müreffeh bir Orta Doğu'ya ulaşmak ve savaşın ardından ortaya çıkacak fırsatlardan yararlanmak için kullanabilir.
****
[1] “Best-laid plans” (En iyi hazırlanmış planlar) ifadesi en dikkatli ve iyi düşünülmüş planların bile öngörülemeyen koşullar nedeniyle ters gitmesi ya da başarısız olması anlamına gelir. Yani ne kadar iyi hazırlanırsanız hazırlanın, işler umduğunuz gibi gitmeyebilir.
[2] “İstekliler Koalisyonu”, BM gibi daha büyük kuruluşların resmi desteği olmaksızın, genellikle askeri olmak üzere eylem için bir araya gelen bir grup ülkeyi ifade eder. Bu terim 2000'li yılların başında ABD'nin 2003 yılında BM Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın Irak'ı işgal etmek için bir koalisyona liderlik etmesiyle duyulur oldu. Resmi bir uluslararası anlaşma olmamasına rağmen, algılanan bir tehdidi ele almak veya ortak bir hedefe ulaşmak için belirli bir görevde işbirliği yapan ulusların gönüllü ittifakını ifade eder.(YDH)