Sadullah Zarei: Suriye halkı Türkiye'nin vesayetini kabul etmiyor
"Ankara, Suriye halkını hükümetten ayırmak için yeni bir tiyatro sergileri. Türk hükümeti, Suriye halkını önemseyen ve onlara yardım etmeye çalışan tek ülke olduğunu göstermek için Suriye ekonomik pazarına kontrollü ve sınırlı bir şekilde nüfuz etti."
Türk hükümeti, Suriye’de güvenlik krizinin başladığı 2011 yılından bu yana bu ülkede temel ve benzersiz bir rol oynadı ve görünen o ki bu güvenlik rolü önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Bu 15 yıllık süreçte Türk hükümeti, eski Suriye hükümetine karşı çıkan tüm askeri gruplara askeri, istihbarat, güvenlik, siyasi ve mali destek sağlamanın yanı sıra bu ülkenin kuzeyinin büyük bir bölümünü işgal etti ve son zamanlarda bunun boyutu arttı.
Türkiye, Suriye’de güvenlik krizinin başlangıcından iki yıl sonra, 2013 yılından bu yana, Kürt silahlı gruplarının Türkiye'ye yönelik tehditlerine karşı koyma bahanesiyle, bu ülkeyi tehdit etme kabiliyetine sahip olmadığı halde, Suriye topraklarını ve bu ülkenin egemenliğini ihlal etti. Bu durum, Suriye ve İran'ın, Kürt silahlı gruplarının Türkiye topraklarına saldırmamasını garanti altına alacaklarını Ankara yetkililerine defalarca bildirmelerine rağmen gerçekleşti. Üstelik bu 15 yıl boyunca Suriyeli Kürtlerin Türkiye topraklarına saldırdığına, hatta tek el ateş ettiğine dair hiçbir haber yayınlanmadı. Dolayısıyla Türk hükümetinin Suriye'deki isyanları bu ülkenin topraklarının bir kısmını ele geçirmek için kullandığı açıktır.
Raporlar, Türk ordusunun Suriye'de işgal ettiği bölgelerde Türkçe dil eğitim kurslarına başladığını ve liranın Suriye'nin resmi para birimiyle değiştirildiğini gösteriyor. Bu da Türkiye'nin Suriye topraklarının kalıcı olarak işgal edilmesi ve Türkiye'ye ilhak edilmesi konusundaki niyetleri hakkında bilgi vermektedir.
Türk hükümetinin, Ceyşü’l Hür, IŞİD ve el-Nusra ve son yıllarda Tahrir-i Şam gibi Suriye hükümetine muhalif milis gruplara çok yönlü, kapsamlı ve uzun vadeli desteğini gösteren birçok belge bulunmaktadır ve bu hükümetin son 15 yılda Suriye halkına karşı işlenen suçların tamamında temel olarak payı vardır.
Bu 15 yıl boyunca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan teröristlere resmi desteğini dahi gizlemedi ve 2017 Ocak ayında başlayan Astana toplantıları da dahil olmak üzere çeşitli zamanlarda Suriye silahlı gruplarını resmi olarak temsil etti. Suriye hükümeti bölgesel dostlarıyla birlikte terörün üstesinden geldikten sonra ve teröristlerin işgal ettiği bölgelerin çoğunu kurtardıktan sonra, ateşkesin sağlanması amacıyla 29 Ocak 2017’de Türkiye'nin katılımıyla Astana toplantıları başladı. Bu arada Türk hükümeti, Suriyeli muhalif silahlı grupların tamamen çökmesini engellemeye çalıştı. Mesela Astana toplantılarında Türkiye, İdlib'deki silahlı muhalif grupları askeri çatışmaya gerek kalmadan silahsızlandıracağının ve bu vilayeti Suriye hükümetine teslim edeceğinin garantisini verdi ve bunun için 6 ay süre istedi ama bu dönemde Türk hükümeti teröristlere daha fazla askeri ve mali imkân sağladı ve art arda yaptığı işgallerle bu bölgenin Suriye hükümetine geri dönmesini engelledi. Bu yıllarda İdlib, teröristlerin ana üssü iken fiilen Türkiye yönetimindeki bir il haline geldi.
Belgelere göre Türk hükümeti 2020 yılının ortasından itibaren çok katmanlı detaylı bir planla İdlib modelini tüm Suriye'ye yaymaya çalışıyordu. Bu çok katmanlı program şunları içeriyordu:
1- Türk hükümeti İdlib'i küçük ve minyatür bir Suriye yapmaya çalıştı. Buna dayanarak sayıları 15'e ulaşan çeşitli terörist milis grupları tek çatı altında toplayarak aralarındaki iç çatışmaların devam etmesi engellendi. Bu, Suriyeli milislerin en büyük grubu olan Nusra örgütünün resmi olarak BM’nin terör listesinde yer almasına ve dağıtılması gerekmesine rağmen gerçekleşti. İdlib'in ve aslında terör gruplarının yönetiminden sorumlu olan Türk İstihbarat Teşkilatı, El Nusra'yı yeni bir isimle faaliyet göstermeye zorladı. Bu nedenle, bu cephedeki grupların çoğu yeni isimleri olan Tahrir-i Şam adı altına yer aldı ve daha sonra Fetihu’l Mubin operasyon odası olarak adlandırılan ortak karargâhın komutası altına girdiler.
Türk İstihbarat Teşkilatı, yeni Tahrir-i Şam grubunu çeşitli eğitimlere tabi tuttu. Bu eğitimler askeri, istihbarat, siyasi, sosyal, ekonomik, medya ve teknolojik eğitimleri içeriyordu ve Türkiye'nin bu eğitimleri bir hükümeti şekillendirmek için kullandığı açıktı. Ancak bir süre sonra İdlib'de görünürde liderliği Culani’nin, gerçek liderliği ise Türkiye'nin MİT’inin elinde olan bir hükümet kuruldu. Bu hükümetin başbakanı, bugün Suriye'nin başbakanı olarak tanıtılan Muhammed El Beşir idi.
2- İdlib'deki bu süreçle eş zamanlı olarak Türk hükümeti, yaptırım altındaki Suriye'nin ekonomik zayıflığından yararlanarak Suriye ordusu üzerinde çalışmaya ve onu devre dışı bırakmaya başladı. Türkiye, Tahrir-i Şam teröristlerini maddi açıdan doyurarak ve Suriye ordusunun kademeleri ile aralarında bağlantı kurarak ordunun rejimden ayrılmasını sağladı.
Bu dönemde, yani 2020-2024 yılları arasında Erdoğan, Suriye ordusunun komutanlarına ve unsurlarına, sistemden ayrılmaları halinde Tahrir-i Şam'ın milis unsurlarıyla aynı maaş ve sosyal yardımları alabileceklerini gösterdi.
Bu yıllarda Tahrir-i Şam'ın askeri kanadındaki genç bir mensubun maaşı ve geliri, Beşşar Esad'ın ordusundaki bir generalin maaşının yaklaşık 14 katıydı. Aylık maaşlar arasındaki 50 ila 700 dolar gibi farklar, 13 yıllık savaştan bıkmış ve durumu iyileştirmeye dair içeride bir ufuk göremeyen bir ordu için doğal olarak cazipti. Bu arada Erdoğan, Suriye hükümetinin bazı hatalarından yararlanarak Suriye ordusundaki nüfuzunu genişletti. Bu stratejik hatalardan biri, sayıları son zamanlarda 30 bini aşan hükümet muhaliflerinin askerliğe alınmasıydı. Beşşar Esad hükümeti, muhalefeti saflarına katmanın onları Suriye'ye bağlayacağı ve anlaşmazlıkların çözümüne yol açacağı yönündeki yanlış varsayımıyla, Türk hükümetine ve onun istihbarat servisine ordunun çeşitli kısımlarına hâkim olmak için bu altın fırsatı verdi. Nitekim Tahrir-i Şam'ın Halep'e yönelik operasyonu başladığı ve hızla Suriye'nin diğer illerine ulaştığı 27 Kasım’da ordu fiilen Türkiye ve Tahrir-i Şam tarafından ele geçirilmişti. Nitekim 27 Kasım’dan itibaren ordu içinde Suriye hükümetine sadık kişiler ile Türk güvenlik teşkilatının iç ajanları, yani aynı askerler ve ordunun devşirilmiş unsurları arasında çatışma çıktı ve orduyu parçaladı. Bu, Suriye hükümetinin mali yük nedeniyle, Suriye'nin terör gruplarının kontrolündeki bölgelerin kurtarılmasında kilit rol oynayan Suriye Ulusal Savunma Kuvvetlerini büyük ölçüde azaltması sırasında gerçekleşti ve Suriye hükümeti, sayılarını yaklaşık 120 bin kişiye ulaşan bu kuvvetlerin sayısını 12 bin kişiye indirdi ve onları askeri sistemden hizmet sektörüne aktardı ve terörist grupların engellenmesinde ilk rolü oynayan Tümgeneral Süheyl Hasan komutasındaki Devrim Muhafızları'nın sayısı 30 bin kişiden 5 bin kişinin altına düştü. Maddi gerekçesi olan bu hatalar, Türk istihbarat servisinin ve Tahrir-i Şam terör örgütünün ayaklarının altına Suriye'nin tamamını çatışmasız ve hızlı bir şekilde ele geçirmesi için adeta kırmızı bir halı serdi.
3-Türk hükümeti, Suriye hükümetini tanımayıp onu devirme konusunda ısrar ederken, bunu gerçekleştirmek için çeşitli programlar hazırlamış, ekonomik kuşatma altındaki topluma sızmaya ve yüzünü düşman bir hükümetten, bu ülke halkının ekonomik durumunu iyileştirmeye çalışan bir hükümete dönüştürmeye çalışmıştır. Tarımsal ihracat ve temel malların ithalatı olmadan Suriye ayakta kalamazdı. Suriye'de güvenlik krizi başlayınca bu ülke Batı'nın ağır yaptırımlarına maruz kaldı ve Türkiye ile Ürdün'ün sınırları kapatıldı. Suriye sınırındaki Irak ve Lübnan ülkeleri ciddi bir güvenlik veya ekonomik kriz içerisindeydi ve Şam hükümetine mali destek sağlayamıyordu. Bu, Suriye'deki savaşın uzamasının bu ülkenin maliyetlerini büyük ölçüde artırdığı, ABD, Türkiye ve terörist milislerin bu ülkenin kuzeydoğusundaki Suriye'nin küçük ekonomik kaynaklarına hâkim olduğu bir dönemdi ve hükümeti petrol geliri elde etmekten mahrum bırakmışlardı.
Böylelikle Beşşar Esad’ın iktidarının ilk on yılında (2000-2010) önceki on yıllara göre en iyi ekonomik dönemini yaşayan Suriye, Türkiye'nin de etkisiyle sefalete sürüklendi. Bu iki konu, yani Suriye hükümetinin harcamalarının artırılması ve gelirinin sıfıra indirilmesi temel rol oynadı.
Bu arada Ankara, Suriye halkını hükümetten ayırmak için yeni bir tiyatro sergileri. Türk hükümeti, Suriye halkını önemseyen ve onlara yardım etmeye çalışan tek ülke olduğunu göstermek için Suriye ekonomik pazarına kontrollü ve sınırlı bir şekilde nüfuz etti. Suriye hükümetiyle stratejik ilişkileri olan İran'ın, Suriye pazarında bu ülkenin hükümetiyle hiçbir ilişkisi olmayan ve savaş halinde olan Türkiye'ye göre daha küçük bir paya sahip olduğunu defalarca duymuşsunuzdur.
O dönemde bu soruya cevap vermek zordu ve gerçek net olmadığı için bunun, petrole bağımlılığı nedeniyle ithalata yönelen İran'a kıyasla Türkiye'nin ticaret odaklı yapısından kaynaklandığı söyleniyordu. Oysa Türk gıda ürünlerinin Suriye pazarına kontrollü gönderilmesi Türkiye'nin ekonomik yararına yapılmamıştı. Türk gıda ürünlerinin Suriye'de diğer ülkelerde satılan fiyatlardan çok daha düşük fiyata satılması da bunun bir göstergesiydi ve bu ekonomi dışı önemli bir amacın olduğunu gösteriyordu. Türk hükümetinin amacı, Suriye toplumunu etkilemek, onu hükümetten ayırmak ve Osmanlı dönemi ve sonrasındaki tarihi nedeniyle kendisini düşman olarak gören Suriye halkının gözünde Türkiye'nin yüzünü ağartmaktı.
Ancak önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin Suriye'deki rolü mutlaka değişecek. Türkiye, Suriye'de bağımsız bir hükümet kurmaya çalışırken aynı zamanda kırılgan ekonomisi nedeniyle her şeye ihtiyaç duyan bir hükümetin yükünü üstlenmesi son derece zor olacaktır ve Suriye halkının, Suriye'nin bazı kısımlarını işgal etmekte ve onun koruyucusu olarak hareket etmekte ısrar eden kuzey komşusu zihniyetinden dönmesi de çok uzak değildir.(Sadullah Zarei-Çeviri:Rast)