‘Sezar İşkence Fotoğrafları’ sahtekârlığı
"“Sezar” hikâyesinin güvenilirliği büyük ölçüde, kaçan fotoğrafçıyı ve fotoğraflarını ‘doğrulayan’ Carter-Ruck Soruşturma Ekibine dayanmaktadır. Aşağıdaki gerçekler ekibin siyasi bir saikle önyargılı olduğunu göstermektedir:"
“Sezar İşkence Fotoğrafları” ile ilgili 30 sayfalık bir araştırma raporu yayınlandı. Bu rapora buradan ulaşabilirsiniz. Aşağıda raporun özet bir versiyonu yer almaktadır.
Özellikle ilgilenen okuyucuların ek ayrıntılar, fotoğraflar, kaynaklar ve tavsiyeler içeren raporun tamamını edinmeleri tavsiye edilir.
Giriş
ABD ve Batı'nın dünyanın dört bir yanındaki ülkelere askeri müdahalesinin kamuoyunda kabul görmesine yol açan sansasyonel ancak gerçek dışı haberlerden oluşan bir örüntü var:
1. Körfez Savaşı'nda Irak askerlerinin Kuveyt'ten kuvöz çaldıkları ve bebekleri soğuk zeminde ölüme terk ettikleri yönünde haberler çıkmıştı. Uluslararası Af Örgütü, bir Kızılay doktorunun ifadesine dayanarak bu yanlış iddiaları 'doğruladı'.
On yıl sonra, kitle imha silahlarının geliştirilmesi için Irak'a sarı kek uranyum gittiğine dair raporlar vardı.
On yıl sonra, Libyalı askerlerin viagra ile uyuşturulduğu ve ilerlerken kadınlara tecavüz ettiği haberleri çıktı.
2012 yılında NBC yayıncısı Richard Engel'in Esed yanlısı Suriyeli milisler tarafından kaçırıldığı ancak şans eseri Suriyeli muhalif savaşçılar olan “Özgür Suriye Ordusu” tarafından serbest bırakıldığı iddia edildi.
Tüm bu haberlerin uydurma ve yalan olduğu daha sonra teyit edildi. Hepsinin amacı kamuoyunu manipüle etmekti ve hepsi de bir şekilde başarılı oldu. Çoğu zaman feci olan sonuçlarına rağmen, faillerin hiçbiri cezalandırılmadı veya herhangi bir bedel ödemedi.
“Geçmişten ders almayanlar onu tekrarlamaya mahkûmdurlar” sözü meşhurdur.
Bu rapor “Sezar İşkence Fotoğrafları” hikâyesinin eleştirel bir incelemesidir. Gösterileceği üzere, suçlamaların tamamen veya büyük ölçüde yanlış olduğuna dair güçlü kanıtlar bulunmaktadır.
'Sezar'ın işkence fotoğrafları'na genel bakış
20 Ocak 2014 tarihinde, İsviçre'de Suriye ihtilafı ile ilgili müzakerelerin başlamasından iki gün önce, sansasyonel bir haber televizyonlara ve dünyanın dört bir yanındaki manşetlere yansıdı.
Haber, Suriye ordusuna mensup eski bir fotoğrafçının elinde Suriye güvenlik birimleri tarafından 11 bin tutuklunun işkence edilerek öldürüldüğünü belgeleyen 55 bin fotoğraf bulunduğuydu.
Suriyeli fotoğrafçıya “Sezar” kod adı verilmişti. Hikâye “Sezar İşkence Fotoğrafları” olarak bilinmeye başlandı.
Carter-Ruck hukuk firması tarafından Katar'a bağlı olarak Ortadoğu'ya gidip “Sezar”ın ve hikâyesinin doğruluğunu kontrol etmek üzere bir avukat ekibi ile dijital ve adli tıp uzmanları tutuldu. “Sezar’’ın doğru söylediği ve fotoğrafların “endüstriyel ölçekte cinayet”e işaret ettiği sonucuna vardılar.
CNN, Londra'da yayınlanan Guardian ve LeMonde bu haberi yayınladı ve daha sonra dünya çapında haber bültenlerinde yer aldı. Sezar'ın fotoğraflarına ilişkin suçlamalar İsviçre'de müzakerelerin başladığı sırada duyuruldu.
Muhalefetin Suriye hükümetinin istifasını talep etmesiyle birlikte müzakereler hızla kesildi.
Geçtiğimiz iki yıl boyunca hikâye, ara sıra yapılan tanıtım patlamaları ve sözde doğrulayıcı raporlarla varlığını sürdürdü. Son olarak Aralık 2015'te İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Sezar'ın suçlamalarına odaklanan “Ölüler Konuşabilseydi” başlıklı bir rapor yayınladı.
Aşağıda 'Sezar'ın işkence fotoğrafları' hikâyesiyle ilgili 12 önemli sorun yer almaktadır.
Fotoğrafların neredeyse yarısı iddiaların tam tersini göstermektedir.
Carter Ruck Soruşturma Ekibi toplamda yaklaşık 55 bin fotoğraf olduğunu ve bunların yaklaşık yarısının 'Sezar' tarafından, diğer yarısının ise diğer fotoğrafçılar tarafından çekildiğini iddia etmiştir. Carter Ruck ekibi fotoğrafların hepsinin 'benzer' olduğunu iddia etti. Hepsi birlikte 'Sezar'ın İşkence Fotoğrafları' olarak bilinmektedir.
Fotoğraflar Suriye Kayıp ve Vicdani Tutuklular Derneği (SAFMCD) adlı bir muhalif örgütün elinde bulunuyor. Bu kuruluş 2015 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW) gizli tutulan tüm fotoğrafları incelemesine izin verdi.
HRW Aralık 2015'te “Ölüler Konuşabilseydi” başlıklı raporunu yayınladı. Raporun en büyük ifşası, fotoğrafların %46'sından fazlasının (24,568) Suriye hükümeti tarafından 'işkence edilerek öldürülen' insanları göstermediğidir.
Aksine, ölü Suriye askerleri ile bombalı araç ve diğer şiddet olaylarının kurbanlarını göstermektedir (HRW, s. 2-3). Dolayısıyla, fotoğrafların neredeyse yarısı iddia edilenin tam tersini göstermektedir. Kamuoyuna hiçbir zaman açıklanmayan bu fotoğraflar, muhalefetin şiddet yanlısı olduğunu ve çok sayıda Suriyeli güvenlik gücü ve sivili öldürdüğünü teyit etmektedir.
Diğer fotoğrafların sadece 'işkence görmüş tutukluları' gösterdiği iddiası abartılı ya da yanlıştır.
Carter Ruck raporunda 'Sezar'ın sadece Suriye hükümetinin gözaltı merkezlerinden getirilen cesetleri fotoğrafladığı belirtilmektedir. HRW, Aralık 2015 tarihli raporunda, “En büyük fotoğraf kategorisi olan 28.707 fotoğraf, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün çeşitli gözaltı merkezlerinden birinde ya da bir askeri hastaneye nakledildikten sonra hükümet gözetiminde öldüğünü anladığı fotoğraflardır” demiştir.
Bu sette 6 bin 786 kişinin öldüğünü tahmin ediyorlar. Fotoğraflar ve ölenler gerçektir, ancak nasıl öldükleri ve hangi koşullarda öldükleri belirsizdir. Bazılarının çatışmada öldüğüne dair güçlü kanıtlar var. Diğerleri hastanede ölmüş. Diğerleri ise ölmüş ve cesetleri alınmadan önce çürümeye başlamış.
Bu fotoğraflar birçok savaşçının ve sivilin öldürüldüğü bir savaş durumunu belgeliyor gibi görünüyor. Görünüşe göre askeri hastane her zaman yaptığı şeyi yapıyordu: ölenlerin fotoğrafik ve belgesel kaydını tutmak. Cesetler farklı askeri ya da istihbarat birimleri tarafından alınıyordu. Bazıları gözaltında ölmüş olabilir; ancak büyük çoğunluğu muhtemelen çatışma bölgelerinde ölmüştür. 'Sezar', Carter Ruck raporu ve HRW'nin bunların hepsinin “gözaltında ölüm” ya da “işkence sonucu ölüm” ya da “hükümet gözetiminde” ölüm kurbanları olduğu yönündeki suçlamaları neredeyse kesinlikle yanlıştır.
‘’Sezar’’ın gerçek kimliği muhtemelen iddia edildiği gibi değildir.
Carter Ruck Raporu'nda “Suriye'den iltica eden ve Suriye hükümeti için çalışan bu tanığa, tanığı ve aile üyelerini korumak amacıyla soruşturma ekibi tarafından ‘Sezar’ kod adı verildi” denmektedir (CRR, s. 12). Ancak anlattıkları doğruysa, Suriye hükümetinin onun gerçekte kim olduğunu tespit etmesi kolay olacaktır.
Sonuçta, o yıllarda Tişrin ve Askeri 601 Hastanelerinde kaç askeri fotoğrafçı fotoğraf çekti ve sonra ortadan kayboldu? Carter Ruck'ın raporuna göre Sezar'ın ailesi de aynı tarihlerde Suriye'den ayrılmış. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, “Sezar” neden kimliğini Batılı izleyicilerden saklıyor?
“Sezar” neden son derece sempatik gazeteciler veya araştırmacılarla bile görüşmeyi reddediyor?
Toplam fotoğraf setinin %46'sının iddia edilenin tam tersi olması iki olasılığa işaret etmektedir:
Sezar ve destekçileri içeriğini biliyorlardı ama kimsenin bakmayacağını düşünerek yalan söylediler.
Sezar ve destekçileri içerikleri bilmiyorlardı ve yanlışlıkla diğerleri gibi olduklarını varsaydılar.
İkinci ihtimal daha olası görünmektedir ki bu da Sezar'ın iddia ettiği kişi olmadığı teorisini desteklemektedir.
Carter Ruck Soruşturması hatalı, aceleye getirilmiş ve siyasi olarak önyargılıydı.
“Sezar” hikâyesinin güvenilirliği büyük ölçüde, kaçan fotoğrafçıyı ve fotoğraflarını ‘doğrulayan’ Carter-Ruck Soruşturma Ekibine dayanmaktadır. Aşağıdaki gerçekler ekibin siyasi bir saikle önyargılı olduğunu göstermektedir:
Soruşturma, silahlı muhalefetin önemli bir destekçisi olan Katar hükümeti tarafından finanse edilmiştir.
Anlaşmalı hukuk firması Carter Ruck and Co, daha önce silahlı muhalefete verdiği destekle bilinen Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı da temsil etmiştir.
Yasal soruşturma ekibinde yer alan Amerikalı Prof. David M. Crane, ABD Savunma Bakanlığı ve Savunma İstihbarat Teşkilatı için uzun bir geçmişe sahiptir. ABD Hükümeti, 2011 yazında başlayan ve yakın zamana kadar devam eden 'Esed gitmeli' talepleriyle 'rejim değişikliği' girişimine derinden dâhil olmuştur.
Prof. Crane kişisel olarak çatışmanın taraftarıdır. Suriye Savaş Suçları Mahkemesi için kampanya yürütmüş ve Sezar'ın ifşaatlarından üç ay önce, Ekim 2013'te Kongre önünde ifade vermiştir.
Kendi itiraflarına göre, soruşturma ekibi “zaman kısıtlaması” altındaydı (CRR, s. 11).
Kendi itiraflarına göre, soruşturma ekibi fotoğrafların çoğunu incelememiştir bile.
Soruşturma ekibi ya içerikten habersizdi ya da ölü Suriyeli askerleri ve saldırı kurbanlarını gösteren %46'lık oran hakkında kasıtlı olarak yalan söyledi.
Soruşturma ekibi “Sezar” ile son röportajını 18 Ocak'ta yapmış, hızlı bir şekilde raporunu tamamlamış ve BM destekli müzakerelerin başlamasından iki gün önce, 20 Ocak'ta alelacele medyaya servis etmiştir.
Carter Ruck soruşturmasının kendinden menkul “titizliği” temelsizdir. 'Bilimsel' soruşturma iddiaları da benzer şekilde dayanaktan yoksundur ve gülünç olmanın eşiğindedir.
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) işin içinde.
Soruşturma ekibinden Profesör David Crane France24'e verdiği bir röportajda 'Sezar'ın kendileriyle buluşmaya “temasta olduğu vaka sorumlusu” tarafından nasıl getirildiğini anlatıyor. 'Vaka sorumlusu’ ifadesi genellikle CIA’ye atıfta bulunur. Bu, daha önce Savunma İstihbarat Teşkilatı'nda çalışmış olan Profesör Crane için yaygın bir ifade olacaktır. CIA’nin dahli ayrıca anlamlıdır zira 2013 yılında Suriye operasyonları için 1 milyar dolarlık bir CIA bütçesi vardı.
Profesör Crane'in “Suriye Hesap Verebilirlik Projesi” Syracuse Üniversitesi'nde yürütülüyor ve CIA, öğrencilerin direnişine rağmen aktif olarak yeni memurlar alıyor.
CIA’nin 'Sezar' hikâyesiyle bağlantılı olması neden önemli? Çünkü CIA’nin dezenformasyon kampanyaları konusunda uzun bir geçmişi var. 2011 yılında, ABD askeri bir manda için bastırırken, Libyalı askerlerin viagra ile beslenen tecavüzlerine dair yalan haberler Batı medyasında geniş bir şekilde yayınlandı. On yıllar önce Angola'da savaşan Kübalı askerlerin Angolalı kadınlara tecavüz ettiğini duyan dünya şok olmuştu. CIA’nin Angola istasyon şefi John Stockwell daha sonra bu yalan haberi nasıl uydurduklarını ve dünyaya nasıl yaydıklarını anlatmıştı. CIA bu dezenformasyon başarısıyla gurur duyuyordu. Stockwell'in “In Search of Enemies” adlı kitabı hala güncelliğini korumaktadır.
Savcılar basit idari prosedürleri gizemli ve tekinsiz olarak tasvir etmektedir.
Carter Ruck soruşturma ekibi, işkence gören ve öldürülen yaklaşık 11 bin tutuklu olduğunu yanlış bir şekilde iddia etmiştir. Ardından şu soruyu yönelttiler: Suriye hükümeti öldürdüğü insanları neden fotoğraflayıp belgelesin ki? Carter Ruck Raporu, askeri hastanenin “öldürme emirlerinin” yerine getirildiğini kanıtlamak için ölüleri fotoğrafladığını tahmin etmektedir. “Öldürme emirleri” varsayılmaktadır.
Daha mantıklı bir açıklama ise ölü bedenlerin, hastaneye kabul edilen ya da hastanede tedavi gören ölülerin bir dosyasını tutmak için normal hastane/morg prosedürünün bir parçası olarak fotoğraflandığıdır.
Aynı durum ceset etiketleme/numaralandırma sistemi için de geçerlidir. Carter Ruck raporu, kodlanmış etiketleme sisteminde gizemli ve muhtemelen uğursuz bir şeyler olduğunu göstermektedir. Ancak tüm morgların bir etiketleme ve tanımlama sistemine sahip olması gerekir.
Fotoğraflar manipüle edilmiştir.
SAFMCD web sitesindeki fotoğrafların çoğu manipüle edilmiştir. Bilgi kartı ve bant kimliğinin üzeri kapatılmış ve belgelerin bazı bölümleri gizlenmiştir. Binlerce fotoğraf için bunu yapmak çok zaman almış olmalı. Bunu 'kimliği korumak' için yaptıkları açıklaması, mağdurların yüzleri göründüğü için inandırıcı değil. Ne saklıyorlar?
Fotoğraf kataloğunda kopyalar ve başka hatalar var.
SAFMCD web sitesinde sunulan fotoğraf kataloğunda çok sayıda hata ve anormallik bulunmaktadır.
Örneğin, ölen bazı kişiler farklı vaka numaraları ve tarihlerle iki kez gösterilmektedir.
Farklı kişilere aynı kimlik numarasının verildiği başka hatalar da var.
“A Closer Look at Syria” web sitesindeki araştırmacı Adam Larson, SAFMCD fotoğraf kataloğundaki daha fazla hatayı ve ilginç hata modellerini ortaya çıkaran ayrıntılı bir araştırma yaptı.
Birkaç istisna dışında Batı medyası bu hikâyeyi eleştirmeden kabul etmiş ve desteklemiştir.
Carter Ruck'ın raporu “gizli” olarak etiketlenmiş ancak CNN, Guardian ve LeMonde'a dağıtılmıştır.
CNN'den Christiane Amanpour, soruşturma ekibinden üç kişiyle yaptığı röportajı “ÖZEL: Dehşet verici Suriye fotoğrafları Esed rejiminin işkencelerini kanıtlayabilir” başlığı altında yayınladı. Eleştirel gazeteciliğin yerini yönlendirici sorular ve onaylama aldı. David Crane “Bu dumanı tüten bir silah” dedi. Desmond de Silva “görüntüleri holokosttan kurtulanlarınkine benzetti”.
Guardian'ın haberi “Suriye rejimine ait belge hazinesi, tutukluların ‘endüstriyel ölçekte’ öldürüldüğüne dair kanıtlar sunuyor” başlığını taşıyor ve “Üst düzey savaş suçları savcıları, fotoğraf ve belgelerin 11 bin tutuklunun sistematik olarak öldürüldüğüne dair ‘açık kanıtlar’ sunduğunu söylüyor” alt başlığını kullanıyordu.
Çok az sayıdaki şüpheci raporlardan biri Christian Science Monitor'da Dan Murphy tarafından kaleme alınmıştır. Murphy, Suriye'ye yönelik standart suçlamaları yinelemiş ancak şöyle devam etmiştir: “Raporun kendisi iddia edildiği kadar inandırıcı değildir ve olduğu gibi görülmelidir: Esed'e karşı savaşan ve kendi savaş suçlarını işleyen isyancıları finanse eden rejim muhalifi Katar tarafından finanse edilen iyi zamanlanmış bir propaganda çalışması.”
Ne yazık ki bu haber ana akım medyada yer alan çok az sayıdaki eleştirel haberden biriydi.
2012 yılında dış ilişkiler alanında çalışan gazeteci Jonathan Steele, Suriye konusunda medyanın genel önyargısını anlatan bir makale kaleme aldı. Makalesinin başlığı “Suriyelilerin çoğu Esed'i destekliyor ama bunu Batı medyasından asla bilemezsiniz” idi. Medya kampanyası ve propaganda durmaksızın devam etti. Carter Ruck Raporu bu bağlamda sunuldu ve sorgulanmaksızın geniş çapta kabul gördü.
Politikacılar Sezar hikâyesini daha fazla ABD/NATO saldırganlığı için kullandılar.
Suriye'de 'rejim değişikliği' için ABD'nin doğrudan müdahalesini isteyen siyasetçiler 'Sezar' hikâyesini kabul etmekte ve yayınlamakta gecikmediler. Bunu Esed hükümetini şeytanlaştırmak ve ABD'nin “başka bir soykırımı”, “başka bir Ruanda'yı”, “başka bir Kamboçya'yı” önlemek için harekete geçmesi gerektiğini savunmak için kullandılar.
Sezar'ın fotoğrafları Kongre'de Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nde sergilendiğinde Başkan Ed Royce şunları söyledi: “Dünyanın harekete geçmesinin zamanı çoktan geldi geçiyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'nin kuzeyindeki bu bölgede bir güvenli bölge oluşturulacağını söylemesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor.”
Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nin en üst düzey Demokrat üyesi Eliot Engel'dir. Kasım 2015'te “Bir yıl önce bu odada oturup bize Esed'in kendi halkına yaptıklarını yakıcı, grafik detaylarla gösteren Sezar olarak bilinen fotoğrafçıyı hatırlıyoruz” dedi. Engel sözlerine askeri güç kullanımı için yeni bir yetki verilmesini savunarak devam etti.
Temsilci Adam Kinzinger da Suriye'ye karşı saldırganlığı savunan bir diğer isim. Temmuz 2015'te Holokost Anıt Müzesi'ndeki bir etkinlikte “IŞİD'i yok etmek istiyorsak, IŞİD'in kuluçka makinesi olan Beşşar Esed'i yok etmeliyiz” dedi.
Temsilci Kinzinger'in IŞİD'in müttefiki olduğu teyit edilen muhalif lider Ukaydi ile görüşmesi ve koordinasyon içinde olması ironi ve ikiyüzlülüğü iki kat daha derinleştirmektedir. Kinzinger'in yanlış iddialarının aksine, IŞİD'in ideolojisinin ve ilk finansmanının Suudi Arabistan'dan geldiği ve son dönemdeki zenginliğinin çoğunun Türkiye üzerinden yapılan petrol satışlarından elde edildiği yaygın olarak bilinmektedir. Suriye Ordusu IŞİD'e karşı büyük savaşlar vermiş, bazılarını kazanmış ancak bazılarını da toplu kafa kesme gibi korkunç sahnelerle kaybetmiştir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün değerlendirmesi taraflıdır.
HRW Suriye çevresinde çok aktif olmuştur. HRW, 21 Ağustos 2013 tarihinde Şam'da meydana gelen kimyasal saldırıların ardından, gelen mermilerin vektör analizine dayanarak, sarin taşıyan roketlerin kaynağının Suriye hükümeti toprakları olması gerektiği sonucuna varan bir rapor yayınladı. Bu analiz daha sonra saygın araştırmacı gazeteci Robert Parry tarafından “kötü kanıtlardan oluşan bir hurda yığını” olarak çürütülmüştür. HRW'nin kimyasal silah roketlerinin uçuş mesafesine ilişkin varsayımı hatalıydı. Buna ek olarak, yerdeki bir teneke kutudan roket yörüngesini %1 doğrulukla belirleyebileceğinizi düşünmek gerçekçi değildi. Yerde duran ve bir binanın duvarından yansıyan bir bidondan uçuş yörüngesini belirleyebileceğinizi düşünmek mantıksızdı.
Buna rağmen HRW, Esed hükümetini suçlayan analizine sadık kaldı. HRW Direktörü Ken Roth, Suriye'nin kimyasal silahlarının imhasına yönelik bir anlaşmaya varıldığında memnuniyetsizliğini açıkça dile getirmiştir. Bay Roth 'sembolik' bir saldırıdan daha fazlasını istiyordu.
Yukarıda anlatılanlar ışığında, HRW'nin Sezar'ın iddialarını ele alan Aralık 2015 tarihli raporunu not ediyoruz.
HRW, fotoğraf dosyalarının tamamını emanetçiden alan tek sivil toplum kuruluşu gibi görünüyor. HRW, fotoğrafların neredeyse yarısının iki yıldır iddia edilenleri göstermediğini kabul etti: fotoğraflarda ölü Suriyeli askerler ve milislerin yanı sıra suç mahallerinden sahneler, bombalı araç saldırıları vs. görülüyor...
Ancak HRW'nin önyargısı, bu büyük çelişkiyi nasıl ele aldıklarında açıkça görülmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde, yanlış tanımlanan fotoğrafların genel iddiayı desteklediğini öne sürüyorlar. Diyorlar ki, “Bu rapor gözaltında ölümlere odaklanmaktadır. Ancak diğer fotoğraf türleri de önemlidir. Kanıtlayıcı bir bakış açısıyla, Sezar'ın Suriye güvenlik güçlerinin adli fotoğrafçısı olarak ya da en azından fotoğraflarına erişimi olan biri olarak rolü hakkındaki iddialarının inandırıcılığını güçlendiriyorlar.” (HRW, s.31) Bu, birinin size yalan söylediği zaman bunun onun doğru söylediğini kanıtladığını söylemeye benziyor.
Dosyalar, tüm dosyaların işkence görmüş ve öldürülmüş kişileri gösterdiği iddiasını çürütmektedir. Fotoğraflar, Suriyeli askerlerden Suriyeli milislere, muhalif savaşçılardan çatışma bölgelerinde mahsur kalan sivillere ve askeri hastanedeki düzenli ölümlere kadar geniş bir yelpazede ölen kişileri göstermektedir. İşkence gördükten sonra gözaltında ölen ya da basitçe infaz edilen tutuklulara ait bazı fotoğraflar da olabilir. Bunun ABD işgali altındaki Irak gözaltı merkezlerinde yaşandığını biliyoruz. Savaş zamanlarında çirkin ve acımasız şeyler olur. Ancak gerçekler, 'Sezar'ın' anlatımının temelde doğru olmadığını ya da büyük bir abartı olduğunu güçlü bir şekilde göstermektedir.
HRW raporunun Suriye'deki savaş koşulları ve şartlarını kabul etmemesi dikkat çekicidir. Hükümetin ve Suriye Arap Ordusunun, dünyanın en zengin ülkelerinin birçoğu tarafından açıkça finanse edilen ve desteklenen on binlerce silahlı savaşçının saldırısı altında olduğu kabul edilmiyor.
Suriye ordusu ve destekçilerinin ülkelerini savunurken uğradıkları büyük can kaybına dair hiçbir ipucu yok. Mevcut tahminlere göre seksen ila yüz yirmi bin arasında Suriyeli asker, milis ve müttefik çatışmalarda hayatını kaybetmiştir. Sezar fotoğraflarının kapsadığı dönem de dahil olmak üzere 2011-2013 yılları arasındaki üç yıl boyunca, 29.000 hükümet karşıtı güce karşılık 52.000'den fazla Suriyeli asker ve sivil milisin öldüğü tahmin edilmektedir.
HRW, çatışmalarda öldürülen Suriye ordusu ve sivil milis üyelerini içeren fotoğrafların tamamına erişebilmiştir. Tespit ettikleri Suriyeli asker ve güvenlik güçlerinin sayısını neden listelemediler? Neden bu kurbanların tek bir resmini bile göstermediler?
HRW, 'Sezar' hikâyesindeki yalanları onaylamanın ötesine geçerek bunun kısmi bir liste olduğunu öne sürmektedir. Raporun 5. sayfasında şöyle deniyor:
“Dolayısıyla Sezar'ın fotoğraflarında yer alan gözaltı tesislerindeki cesetlerin sayısı Şam'da gözaltında ölenlerin sadece bir kısmını temsil etmektedir.”
Aksine, Sezar fotoğrafları çoğunlukla silahlı çatışma sırasında çeşitli şekillerde ölen kurbanları gösteriyor gibi görünüyor. HRW'nin iddiaları önyargılı ve yanlış görünmektedir.
Hukuki suçlamalar da önyargılıdır ve en büyük suç olan saldırganlığı görmezden gelmektedir.
Christian Science Monitor gazetecisi Dan Murphy, Carter Ruck raporuyla ilgili makalesinde 'Sezar' hakkında yerinde bir uyarıda bulunmuştur. Pek çok gazeteci savcılara eleştirel olmayan bir hürmetle yaklaşırken, Murphy şöyle diyordu: “Savaş suçu kovuşturmalarıyla bağlantılı olmak güvenilirliğin garantisi değildir. Luis Moreno Ocampo'nun 2011 yılında Muammer Kaddafi'nin Libya'sında Viagra ve toplu tecavüzle ilgili saçma iddialarını düşünün. Savaş suçları savcıları, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, savaş suçlusu olarak gördükleri kişilere (Esed veya Kaddafi gibi) karşı davaları destekleme yönünde bir önyargıya sahiptir ve bu nedenle dikkatli davranılmalıdır. Ayrıca bir sınıf olarak sıklıkla insani müdahaleleri desteklemektedirler.”
Carter Ruck'ın hukuk ekibi bu uyarıların ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Suriye hükümetini “insanlığa karşı suç işlemekle” itham etmeye hevesliydiler ancak “endüstriyel öldürme”, “toplu öldürme”, “öldürmek için işkence yapma” kanıtları şüphelidir ve somut kanıtların çoğu başka bir şeyi göstermektedir.
Buna karşılık, Suriye'ye karşı “Barışa Karşı Suç” işlendiğine dair açık ve sağlam kanıtlar bulunmaktadır. Suriye'deki “silahlı muhalefetin” çeşitli dış hükümetler tarafından sayısız şekilde finanse edildiği, teçhiz edildiği ve desteklendiği herkesin malumudur. Hem Suriyeli hem de yabancı savaşçıların çoğu şu ya da bu dış güçten maaş almaktadır. Erzakları, silahları ve gerekli teçhizatlarının tamamı kendilerine tedarik edilmektedir. 1980'lerde Nikaragua'daki “Kontralar” gibi, bu tür vekil orduların kullanılması uluslararası teamül hukukunun ihlalidir.
Aynı zamanda “Tüm Üyeler, uluslararası ilişkilerinde herhangi bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı ya da Birleşmiş Milletler'in Amaçları ile bağdaşmayan herhangi bir konuda güç kullanma tehdidinde bulunmaktan ya da güç kullanmaktan kaçınacaklardır” diyen BM Şartı'nın da ihlalidir.
Katar hükümeti, Suriye'nin egemen devletine saldıran paralı askerlerin ve fanatiklerin en büyük destekçisi olmuştur.
Bu gerçek göz önünde bulundurulduğunda, Katar'ın yasal yüklenicilerinin Suriye hükümetini “insanlığa karşı suç işlemekle” itham etmesi son derece ironik değil mi?
Birleşmiş Milletler'in amaçlarını yerine getirmeye başlayabilmesi için reformlar yapmasının zamanı gelmedi mi? Bunun için de BM Şartı ve Uluslararası Hukuka uyulmasını talep etmek ve uygulamak gerekecektir.(Rick Sterling/Counterpunch-Çeviri: Medya Şafak)