Peygamberimiz (saa) Hayatta İken de Yemenliler Müslümanların İmdadına Yetişmişti
Yemenliler Arabın hassı/hakikisi/gerçeği olan Arab-ı âribedendirler. Şiirlerde dinlediğimiz; ahde vefa, dostluk, akrabalık, misafirperverlik, şecaat gibi değerleri en güzel şekilde temsil eden Araplar bunlardır. Müslümanların çoğunluğu Gazze’de yapılanlara seyirci kalırken Yemenlilerin her şeyi göze alarak kardeşlerini yalnız bırakmamaları, bugüne mahsus bir tavır değildir. Kanlarına işlemiş, meleke haline gelmiş, oldukça geçmişe dayanan bir vefanın zuhurudur. Risalet döneminde de Resulullah’ın (saa) en zor zamanlarında Yemenliler sahnededir.
En sıkıntılı dönemlerde Müslümanların muhkem kalesi olmaları Yemenliler için yeni değildir. Resulullah (saa), içinde doğup büyüdüğü Mekke halkı tarafından en ağır hakaretlere uğratılıp hicret etmek zorunda bırakılınca, Yemenliler imdada yetişmişti. Çünkü Kur’ân’da Ensar olmaları hasebiyle kendilerinden övgüyle bahsedilen[1] Medine’deki Evs ve Hazrec kabileleri, aslen Yemenlidirler. Sebe’ halkının azgınlıklarına ceza olarak Ma’rib Seddi’nin yıkılması[2] üzerine bu iki kabile Medine’ye gelmiştir. Sebe’ halkı Yemen bölgesinde yaşıyordu. Oldukça müreffeh bir seviyeye ulaştıktan sonra Allah’ı (cc) unutmuşlardı. Artık nasihat fayda vermez hale gelince Arim selinin gelmesiyle Ma’rib barajı yıkılmıştı. Ondan sonra Yemenliler; Mekke, Medine, Irak, Suriye gibi başta Hicaz Bölgesi olmak üzere dünyanın değişik yerlerine dağılmışlardı. Sa'lebe b. Amr Medine'ye göç ederek oraya yerleşmişti. Evs ve Hazrec onun soyundandı.
Evs ve Hazreclilerin Müslüman olma hikayesi, ne kadar akıllı ve iyi düşünen insanlar olduklarını göstermektedir. Risaletin 11. Senesinde Hazrecliler hac münasebetiyle Mekke’de bulunuyorlardı. Peygamberimizle (saa) oturup biraz konuşunca, onun Yahudilerin bahsettikleri peygamber olduğunu anlayıp iman ettiler. Daha sonra Medine’de İslam’ı kısa surede yayarak Müslümanların sığınağı olma şerefine erdiler. Sa’d b. Muaz’ın Bedir’den önce söylediği sözler ne kadar vefalı insanlar olduğunu tasvir etmeye yeterlidir.
Bedir savaşından önce Peygamber efendimiz (s.a.a) ashabıyla istişare ederken Sa'd b. Muâz: “Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın Resulü, bize şu denizi göstersen ve sen kendin dalsan biz de seninle beraber dalar, asla tereddüt göstermeyiz. Bizden tek bir fert dahi bundan geri kalmaz...”[3] şeklindeki tereddütsüz ve samimi konuşması Peygamberimizi (saa) son derece sevindirmişti. Çünkü Medine dışında Resulullah’ı (saa) korumaya dair bir sorumlulukları yoktu. Bugün de Yemenliler Gazze’ye destek konusunda mazeretlere sarılsaydılar, herhalde en geçerli sebep onların olurdu. Ancak böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmediler.
Hayatı imtihan olarak gördükleri için Yemenliler, fırsatları kaçırmamak için çevik davranmış bir millettir. Ma’rib Seddi’nin yıkılmasından kendilerine önemli dersler çıkarmışlardı. Peygamberimizin (saa) doğumundan önce yaşanan Fil vakasında Allah (cc) Kureyşlilere oldukça büyük bir lütufta bulunmuş, adı sanı duyulmaz iken bir anda en saygın konuma yükseltmişti. Ebrehe Kabe’yi yıkmak için geldiğinde Kureyş, küçük, fakir, namsız ve itibarsız kabilelerden biriydi. Fil suresinde anlatıldığı üzere Ebrehe’nin ordusunun biçilmiş ekin gibi yere serilmesiyle bir anda Kureyş, dinî itibarı sayesinde bölgenin en nüfuzlu ve saygın kabilesi hâline geldi. İlahî müdahale ile Kureyş’in eline önemli bir fırsat geçmişti. Ancak onlar tıpkı Levililerin Yahudiler arasındaki ayrıcalıklı konumuna sahip olması şeklinde, kendilerini üstün görmeye başlayarak ucba kapılmışlardı. Mekke’ye giren yabancılardan vergi alıyor, hacıları kendi koydukları bazı kurallara uymaya zorluyorlardı. (Bugünkü Suud yönetiminin de benzer uygulamaları vardır.) Allah’ın Resulüne her türlü eziyeti reva görmelerine rağmen kendilerini Ehlullah olarak gördükleri için Arafat’a çıkmaya bile gerek görmüyorlardı. Hz. Muhammed’in (saa) karşısında sözde dindarlık taslıyorlardı. Bu yüzden Peygamber Efendimizin (saa) işi oldukça zordu. Nihayet 13 yıl sonra doğup büyüdüğü memleketi terk etmek zorunda kalmıştı. Yemenliler hayır yarışında hem Kureyşlileri hem de Yahudileri geride bırakarak öne geçmişlerdi.
Akabe biatlarından sonra Müslümanları Medine’ye götürmüşlerdi. Bunca fedakârlığın sonucunda gelecekte ayrımcılığa tabi tutulacaklarını haber veren Efendimiz (saa), Ensarla birlikte olmayı tercih etmiştir. Bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “İnsanlar bir yol tutmuş ve Ensar da başka bir yol tutmuş olsaydı ben, Ensarın yolunu tutardım. Ensar, insan teninin hemen üzerindeki elbise gibidir, insanlar da o elbisenin üstündeki elbise gibidirler. Muhakkak ki benden sonra başkalarını size tercih edecekler. Havz’da benimle buluşuncaya kadar sabrediniz.” (Muttefekun aleyh) Hazrec kabilesinin lideri, aynı zamanda halifelik görevini yapmaya aday olacak kadar yetenekli bir lider olan Sa’d b. Ubade’nin, Peygamberimizin (saa) vefatından sonraki hayatının oldukça silik kalması bu hadisin masadakından sayılabilir.
Yemen halkının milattan önceki dönemlerinde dahi iyilik yarışında ne kadar hızlı olduklarını gösteren bir delil Kur’ân’da zikredilmiştir. Kur’ân’da Sebe’ kavminden bahsedilir ki Yemenliler onun soyundan gelirler. Neml suresinde Hz. Süleyman’ın (as) Sebe’ kraliçesi Belkıs ile karşılaşması anlatılır. Aklıyla hareket eden bir kadının, gücü; para, kaba kuvvet, sayı çokluğuyla ölçen Mekkelilere örnek verilmesi oldukça manidardır. Belkıs’ın hikmetli söz ve davranışları, istişareye dayalı bir devlet yönetim biçimini ortaya koyması, Mekke’deki müşriklerden daha fazla güç ve imkanlara sahip olmasına rağmen Hz. Süleyman’a (saa) teslim olup iman etmesi, o günkü Kureyş müşriklerine önemli dersler veriyordu. Çünkü Belkıs, Hz. Süleyman’ın (as) mektubunu aldıktan sonra yakın adamlarıyla istişare etmişti. Onun adamları tıpkı Mekke’nin önde gelenleri gibi kabalıktan, şiddetten, güç kullanmaktan yana görüş belirterek savaşmayı teklif ediyorlardı. Belkıs ise daha akıllı bir yöntem sunuyordu. Çünkü Süleyman’ın (as) gönderdiği mektup sıradan, alışılmış bir mektup değildi. Her şeyden önce üslubu diğer kralların mektubundan farklı ve Besmele ile başlıyordu. Önce Süleyman’ın (as) amacının saltanat olup olmadığını anlamak için bazı hediyeler göndermişti. Hz. Süleyman bu hediyelerle ilgilenmeyince onun bir peygamber olduğu kanaatine varıp iman etmişti.[4]
Yemenlilerin iman etmeyenleri dahi Peygamberimizin (saa) yanında yer almışlardı. Hudeybiye antlaşmasında Huzâa Kabilesi Resulullah’ın (saa) müttefiki olmaya karar vermişti. Bu Kabile Ma’rib Seddi’nin yıkılmasından sonra Hicaz’a gelen Yemen Kabilesidir. Peygamberimizle ittifak yaptıklarında içlerinde hem iman edenler hem de etmeyenler vardı. Mekke fethinin önünü açan en önemli olay bu kabile ile alakalıdır. Çünkü Hudeybiye antlaşmasının şartlarından birisine göre; “Araplardan herhangi bir kabile, ister Müslümanlara isterse Kureyş’e iltihak edebilirdi. Taraflar müttefiklerin düşmanlarına da destek vermeyecekti.” Beni Bekir kabilesi Kureyş’i, Huzâa kabilesi de Resulullah’ı (saa) seçerek biri Kureyş’in, diğeri de Resulullah’ın himâyesi altına girmişti. Bu iki kabile arasında geçmişe dayanan bir husumet vardı. Bir vesileyle tekrar aralarındaki düşmanlık patlak verince, Kureyş antlaşmayı ihlal ederek Beni Bekir kabilesine yardım etmişti. Böylece Beni Bekir kabilesi, Huzâalılardan yirmi kişiyi öldürerek Hudeybiye anlaşmasının bozulmasına sebep olmuştu. Resulullah (saa) da bunun üzerine Mekke’yi fethetmek için yola çıkmıştı.
Mekke’nin fethine kadar Hicaz’da bulunan Yemenliler Peygamberimizin (saa) safındaydılar. Yemen’de kalanları da kazanmak için Resulullah (saa) özel gayret sarf ediyordu. Oraya elçiler gönderiyordu. Nihayet Yemenlilerin Müslüman olduğu haberi Medine’ye ulaştığında artık Peygamberimizin vefatı yaklaşmış ve Nasr suresi inmişti. Nasr suresi bir taraftan Nasrullah ve fetih iken diğer taraftan da İbn Abbas’ın dediği gibi Peygamberimizin (saa) ecelinin yaklaştığını haber veriyordu. Bu sure en son inen suredir. “Sure olarak” en son inen ile, “ayet olarak” en son ineni ayırmak önemlidir. Nasr Suresi, sure olarak en son inmiştir.
Yemenliler Ehl-i Beyt’in safında yer almaktan geri durmamışlardır. Ma’rib Seddi’nin yıkılmasından sonra Ezd kabilesine mensup Tenuhlar, Irak’ın Kufe ve Necef şehirlerine yakın yerlere yerleşmişlerdi. Burada Hz. Ali’nin safında yer alarak savaşmışlardır.
Bugün Yemen’e geniş kapsamlı saldırı planlayan emperyalist güçlerin tek seçenekleri, Suudi Arabistan üzerinden kara harekâtı yapmaktır. Bunun dışında hava saldırıları veya denizden hedeflerine ulaşamayacaklarını şimdiden söyleyebiliriz. Suud yönetiminin başına neler gelebileceğini anlamak için Resulullah (saa) döneminde Yemenlilerle Kureyşlileri karşılaştırmak gelecekle ilgili önemli ipuçları verecektir. Peygamberimizin doğumuna yakın bir dönemde Hicaz bölgesinin durumu Yemen’e göre daha parlaktı. Ancak Kureyşliler ayaklarına gelen büyük nimeti geri tepince Yemenliler akıllı ve çevik davranıp birinciliği kimseye kaptırmamışlardı. Şimdi tarih tekerrür ediyor. Ebrehelerin veya Ensarın yolunda gitmek! Yemen Ensarullah’ı, ismiyle özdeşleşmiş ve safını belirlemiştir. Sıra Suud yönetiminde!
İsrail’in Yemenlileri daha iyi tanımasına vesile olabileceğini umarak, İslam’ın zuhuruna yakın dönemde Yemen’de yaşanan önemli gelişmelerden birisini de hatırlatmakta fayda vardır. Yahudi Zunuvas, Yemen'i ele geçirdiğinde Hristiyanları dinlerinden vazgeçmeye zorladı. Ancak onlar direndiler, bunun üzerine büyük çukurlarda ateşler yakarak bütün mümin Hıristiyanları bu çukurlarda diri diri yaktı. Buruc Suresi’ndeki Uhdud Ashabı kıssası bu kahramanların direnişinden bahseder. Buruc Suresi aynı zamanda Yahudilerin Yemen’de Hristiyanlar karşısındaki mağlubiyetlerinin hikayesidir. Zunuvas’ın zulmünden kurtulan birinin, durumu haber vermesi sonucu Habeşistan kralı bir sefer düzenleyip 525'de, yani Peygamberimizin (saa) doğumuna yakın bir dönemde Zunuvas’ı yenilgiye uğratarak Hıristiyanları tekrar iktidar yapmıştı. Necrân Hristiyanları Yemen’den gelip Medine’de Peygamberimizle (saa) görüşmüşlerdi. Al-i İmran suresinin önemli bir kısmı bu görüşmeler üzerine inmiştir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Haşr, 59/9.
[2] Sebe, 34/15-17.
[3] İbn Hişâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, III. Baskı, Beyrut, 1990, II, 257.
[4] Detaylı bilgi için bkz., Neml, 27/20-44.