Hz. Ali’den (as) Tefsir Kaideleri (VI): Ruhsatların Hepsi Muhayyerlik Bildirmez
et; Cenabıhakk’ın mükellefleri ayırmaksızın, farklı durumları gözetmeksizin, başlangıçta genel olarak koyduğu hükümlerdir. Namazın kılınması, orucun tutulması, hacca gidilmesi, içkinin terki gibi amellerin özel durumlar gözetilmeksizin bütün mükelleflerden istenmesi azimettir.
Ruhsat; özel bazı durumlardan dolayı Rabbimizin mükellefe kolaylık olsun diye emrettiği ikinci emirlerdir. Ramazan’da yolcunun orucu kazaya bırakması gibi.[1]
Dinî açıdan bir amele azimet veya ruhsat hükmü vermemizin ne gibi sonuçları olduğuna öncelikle değinmek istiyorum. Ruhsat denince akla gelen ilk meseleler yolcunun namazı, Ramazan’da oruç tutmaması gibi konulardır. Öyleyse “Yolcunun namazını kısaltması veya oruç tutmaması azimettir.” şeklindeki bir hükümle, “Yolcunun namazını kısaltması veya orucunu tutmaması ruhsattır.” hükmü arasında nasıl bir fark vardır? Amelî sonuçları nelerdir?
Ehlibeyt Mektebine göre yolculukta namazı kısaltmak ve orucu Ramazan dışına ertelemek azimettir. Hanefi mezhebine göre de yolculukta namazı kısaltmak azimet, Ramazan orucunu kazaya bırakmak ruhsattır. Şafiilere göre ise her ikisi ruhsattır… Bu üç görüşün amelde ne gibi sonuçları olduğuna birlikte bakalım?
“Yolcunun öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzlarını iki rekât kılması azimettir.” şeklinde bir hükmün sonucu şudur: Kılmak isteseniz de namazı dört rekât kılamazsınız. Sabah namazında farz kılınan 2 rekât olduğu gibi yolcuya da farz olan 2 rekâttır. Oruç için de aynı durum geçerlidir. Ehlibeyt mektebine göre yolcunun Ramazan’daki sorumluluğu mukim olandan farklıdır. İstese de yolcu olan oruç tutamaz. Çünkü ona farklı bir yükümlülük konulmuş olup o da; tutmadığı günler sayısınca Ramazan dışında oruç tutmasıdır. Şafiilere göre hem namaz hem de oruca dair kolaylıklar ruhsat olduğu için mükellefler serbesttirler. Onlara göre ruhsatlarda muhayyerlik olduğundan dolayı seçenekler vardır. Bunlardan birini tercih etmek mükelleflere bırakılmıştır.
Ancak Ehlibeyt imamlarına göre dinî hükümlerdeki kolaylıklar her zaman tavsiye türünden değildir. Bir uzmanın bize sunduğu birkaç seçenekten birini tercih etmek gibi değerlendirilemez. Rabbimizin yolculukta bizden 2 veya 4 rekât kılın, iki şıktan birini tercih edin, şeklinde bir talebi yoktur. Bizden sadece bir şey istediği için muhayyerlik yoktur. Onun emri tek ve 2 rekât kılmamızdır. Ruhsatlar zorluğu kaldırsa da bizim kolaylık yerine Rabbimize daha da yaklaşmak gibi son derece iyi niyetle de olsa fazlasını yapma imkânımız yoktur. Bu yüzden İmam Ali’den (as) rivayet edilen “Risâletu’l Muhkem ve’l-Müteşabih” adlı eserde ruhsatlar farklı kategoride değerlendirilmiştir. Özetle dört kısma ayırmak mümkündür: Yarısı nesih edilmiş geri kalanı ise bırakılmış ayetler, önce nehiy edilip sonra serbest bırakma şeklindeki ruhsatlar, zahiri batınına muhalif ruhsatlar, kulların muhayyer bırakıldığı ruhsatlar.
- Yarısı nesih edilip kalan kısmında hükmü devam eden ayetler, kısmî nesih
Başlangıçta Yahudi ve Hristiyanların hem kadınları hem de erkekleriyle nikahlanmak Müslümanlara yasaklanmıştı. Konuyla ilgili düzenlemeyi belirleyen ayet mealen şöyledir: “İman etmedikleri sürece müşrik kadınlarla evlenmeyin. Şundan emin olun ki imanlı bir câriye, sizin hoşunuza gitse de müşrik bir hür kadından daha iyidir. İman etmedikleri sürece müşrik erkeklerle de kadınlarınızı evlendirmeyin. Şundan da emin olun ki imanlı bir köle, sizin hoşunuza gitse bile müşrik bir hür kişiden daha iyidir.”[2]
Daha sonra başka bir ayetle Ehli Kitab’ın kadınlarıyla evlenme ruhsatı verilmiştir. “İman etmedikleri sürece müşrik erkeklerle kadınlarınızı evlendirmeyin.” kısmındaki hükmü baki kalarak Müslüman erkeklerin Ehli Kitap kadınlarıyla evlenmesine ruhsat verilmiştir. Ruhsatı bildiren; “Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir.”[3] mealindeki ayettir.
- Nehiyden sonra gelen serbestlik ruhsatı
Normal şartlarda temiz suyla abdest ve gusül alınması farz kılınmıştır. Suyun varlığında başka bir madde kullanılmasına ruhsat verilmemiştir. Suyun bulunmadığı durumlarda temiz toprakla teyemmüm edilmesine izin verilmiştir. “Ey iman edenler! Namaza kalkmak istediğinizde yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı mesh edip mafsala kadar ayaklarınızı mesh edin. Cünüp iseniz tastamam yıkanın (boy abdesti alın). Eğer hasta veya yolcu iseniz veya tuvaletten gelmişseniz yahut kadınlarla münasebette bulunmuş olup da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin.”[4]
Normal şartlarda Müminlerin yerde, rukû ve secdelerini tam yaparak namaz kılmaları gerekir. “Namazlara dikkat edin hele orta namaza, Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.”[5] Korku halinde ise “Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın.”[6] şeklinde ruhsat gelmiştir. “Namazı bitirince de ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anın. Güvenlik içinde olduğunuzda namazı gerektiği gibi kılın. Şüphe yok ki namaz, müminler üzerine vakitleri belli olarak yazılmış bir farzdır.”[7] Buna göre sağlığı yerinde olan birisi ayakta, hasta olan oturarak, bunlara da gücü yetmeyen uzanarak ima ile kılabilir. Bu azimetten sonra gelen bir ruhsattır.
Ramazan’da oruç tutmak gücü yeten herkese farzdır. Sonradan Cenabıhak hasta ve yolcuya orucu tutmama ruhsatı vermiştir.[8] Gücü yettiği halde devamlı hüküm bir ruhsatla değişmiştir. Yolculuğun şartlarını taşıyan birisi istese de Ramazan’da oruç tutamaz. Çünkü ona yüklenen sorumluluk Ramazan dışında tutamadığı gün sayısınca oruç tutmaktır. Her ne kadar Rahman ve Rahîm olan Rabbimizin kullarına bir lütfu ise de biz kulların bunu kabul etmekten başka seçeneği yoktur.
- Zahiri Batınına muhalif olan ruhsatlar
Allah (cc) kafirlerin velayetini yasaklamıştır. Sonra imanını gizlemek şartıyla zahirde onların amellerini yapmaya ruhsat vermiştir. İtikatta mümin kalmak şartıyla zahirde kafirlerin amellerini yapmak Allah’ın (cc) kullarına sağladığı bir genişliktir. “Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler! Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur. Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlikeden korunmak için olursa başka! Allah sizi, Kendisine isyan etmekten sakındırır. Dönüş yalnız Allah'adır.” Zahiren kafirin ameli yapılırsa da batında iman üzere kalınır. Münafık ise zahirde müminlerin amelini yaparken itikatta inkârcıdır.
- Mükelleflerin ihtiyar sahibi olduğu ruhsatlar
“Bir kötülüğün cezası da onun misli bir kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslahta bulunursa artık onun mükâfatı da Allah´a aittir. Şüphe yok ki O, zalimleri sevmez.”[9] Zulme uğrayan kişi ister misliyle hakkını alır isterse affeder.
Sonuç olarak İmam Ali (as) bazı ruhsatları nesih kapsamında yeni düzenleme olarak değerlendirmiştir. Böyle durumlarda ruhsatları kabul edip etmeme tercihinde bulunamayız. İkinci gelen bir düzenlemeyle sorumluluğumuz düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre hareket etmek zorundayız. Kolaylık esas alınsa da sadece bir yol sunulmuştur. Namazı 2 rekât kılmak gibi. Bazı ruhsatlar da muhayyerlik bildirir. Tıpkı birinin hakkından vazgeçmesi veya hakkını talep etmesi gibi. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Seyyid Muhammed Taki el-Hakim, Usulu’l Amme lil-Fıkhi’l-Mukârin, Mecmau’l Alemî li Ehli’l-beyt, 1997, s. 67-68.
[2] Bakara, 2/221.
[3] Maide, 5/5.
[4] Maide, 5/6.
[5] Bakara, 2/238.
[6] Bakara, 2/239.
[7] Nisa, 3/103.
[8] Bakara, 2/185.
[9] Şurâ, 40/42.