Türkiye-İsrail İlişkileri Raporu
Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünun (KDK), Türkiye-israil ilişkilerine yönelik hazırladığı raporda, İsrail'e jet yakıtı satıldığı, Kürecik Radar Üssü'nden elde edilen istihbaratın İsrail ile paylaşıldığı ve İsrail’in OECD üyeliğinin, Türkiye tarafından teşvik edildiği yönündeki iddiaların asılsız olduğu bildirildi.
KDK tarafından İsrail'le son dönemde yaşanan gelişmelere ilişkin değerlendirme raporu hazırlandı.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin geçmişine ve genel çerçevesine ayrıntılı olarak yer verilen raporda Türkiye'nin İsrail'e jet yakıtı sattığı, Kürecik Radar Üssü'nden elde edilen istihbaratın İsrail ile paylaşıldığı ve İsrail’in OECD üyeliğinin, Türkiye tarafından teşvik edildiği yönündeki iddiaların asılsız olduğu vurgulandı.
Ayrıca, İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında (UAEA) "Batı Grubu"na üyeliğineTürkiye tarafından onay verilmediği ve Türkiye Cumhuriyeti'nin İsrail’in devlet terörüne karşı çıktığı kaydedildi.
Geçmişten bugüne bütün Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin, İsrail ile ilişkilerde ilkeli bir tutum izlediği belirtilen raporda, Türkiye'nin, İsrail’e yönelik politikalarını, İsrail’in Filistin halkına, barış sürecine ve uluslararası hukuka karşı aldığı tavırları dikkate alarak belirlediği ifade edildi.
Türkiye'nin İsrail'i 1949’da tanıdığı, 1950'de ise elçilik olarak açılan temsilciliğin, Süveyş Kanalı savaşı sonrasında 26 Kasım 1956'da maslahatgüzarlık seviyesine indirildiği belirtildi. Takip eden süreçte ilişkilerde yaşanan olumlu gelişmelere paralel olarak 1963 Temmuz ayında yeniden elçilik açıldığı ve 1 Ocak 1980'den itibaren temsilciliğin büyükelçilik seviyesine yükseltildiği kaydedildi.
Raporda, 1980'de İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhakı ve ebedi başkent ilan etmesi üzerine, 30 Kasım 1980'de temsil seviyesinin bu defa ikinci katip seviyesine düşürüldüğü ve 1990’lı yıllarda ilişkilerinin gelişmesinin, 1992’de başlayan Oslo Barış Süreci bağlamında meydana geldiği anımsatıldı. Ortadoğu’da barış sürecine yönelik bölgesel ve küresel düzeyde umut ve beklentilerin yükseldiği, İsrail’deki hükümetlerin bu süreçlere katkıda bulunduğu dönemlerde ilişkilerin normalleştiği, İsrail’in işgal politikalarına geri döndüğü ve Filistin halkını katlettiği dönemlerde ise Türkiye'nin uygulanan politikaları lanetleyerek gerekli tüm adımları attığı aktarıldı.
-İlkeli duruş-
Rpoarda, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, merhum Başbakan Bülent Ecevit, merhum Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan dönemlerinde ve Türk dış politikasındaki birçok dönemde de söz edilen tutumun örneklerinin defalarca görüldüğü anımsatılarak "Örneğin, merhum Başbakan Ecevit, 3 Nisan 2002’de İsrail’in Cenin mülteci kampında bin 300 Filistinliyi katletmesi üzerine ‘İsrail soykırım yapıyor’ açıklamasını yapmıştır" ifadesi yer aldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetler döneminde bu ilkeli duruşun, kararlı bir siyasal perspektife kavuştuğu ve etkili bir küresel siyasi vizyona dönüştüğü kaydedilerek İsrail’in barış sürecine katkı verdiği dönemlerde bu tavrının teşvik edildiği, fakat işgal ve katliam politikalarına döndüğü dönemlerde ilişkilerin askıya alındığı vurgulandı.
-İlişkiler askıya alındı-
Bu çerçevede, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapan Türkiye'nin, İsrail’in 2008 sonunda Gazze’ye saldırması üzerine ilişkilerini askıya aldığı, 2010 yılında uluslararası insani yardım konvoyuna düzenlediği saldırıdan sonra ise büyükelçisini geri çektiği hatırlatıldı. İsrail’in 2013’te özür dilemesinden ve tazminat ödemeyi kabul etmesinden sonra ilişkilerin normalleşmesi için bir fırsat doğduğuna işaret edilen raporda, İsrail’in 7 Temmuz'da başlattığı ve 23 Temmuz itibarıyla 162’si çocuk, 78’i kadın olmak üzere 635 sivilin 2 katledildiği, 4 binden fazla sivilin yaralandığı Gazze’ye yönelik saldırısıyla beraber normalleşme sürecinin de askıya alındığı açıklandı.
Raporda Türkiye'nin, Filistin halkının özgürlüğünü ve güvenli bir Ortadoğu’yu, bölgesel barış ve küresel istikrarın temini için bir zorunluluk olarak gördüğü ve bu kapsamda Ortadoğu barışı konusunda yapıcı ve ilkeli tutumunu sürdürmeye devam edeceği belirtildi.
-Asılsız iddialar-
KDK tarafından hazırlanan raporda son dönemde orta atılan iddialara da değinildi. İlk olarak Türkiye hükümetinin İsrail’e askeri jet yakıtı satmadığı, bu yöndeki iddiaların tümüyle asılsız olduğu ve dezenformasyon amacı taşıdığı vurgulandı. Raporda Türkiye’nin İsrail’le bu türden bir enerji ya da savunma anlaşması olmadığı, sivil havacılık anlaşması çerçevesinde Türk ve İsrail yolcu uçaklarının karşılıklı yakıt ikmali yapabildikleri belirtilerek "Bunun Filistin halkını vuran İsrail jetlerinde kullanıldığını iddia etmek, açık bir çarpıtma ve saptırmadır" denildi.
Türkiye'nin, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) petrolünü İsrail’e satmadığı ifade edilerek enerji ve petrol alanlarında Türkiye ve İsrail arasında herhangi bir anlaşma veya işbirliği mevcut olmadığı, kısıtlı miktardaki Irak petrolünün ise Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara ulaştırıldığına işaret edildi. Konuya dair ayrıca uluslararası piyasalara arz edilen petrolün satış yetki ve tasarrufunun IKBY’ye ait olduğu anımsatıldı.
İsrail’le dış ticaretin artmasının bir tutarsızlık olmadığı, küresel ekonomideki etki ve rolünü giderek artıran Türkiye’nin, dış ticarette istisnasız her alanda bir atılım içinde olduğu kaydedilen raporda, bu çerçevede İsrail ile olan ticarette de son yıllarda bir artış olduğunun bilindiği fakat bu artışta, İsrail’e yönelik olarak hükümetin ve devletin, resmi anlaşmalar yoluyla herhangi bir katkısının olmadığına dikkat çekildi. Ticaret artışının büyük bir kısmının özel firmaların serbest piyasa çerçevesinde yaptıkları ticaret, bir kısmınınsa Filistin’e ambargo sebebiyle İsrail üzerinden yürütülmek zorunda kalınan ticaret olduğu ifade edilerek bir kısmınınsa vergi anlaşmaları sebebiyle üçüncü ülkelerle yapılan ticareti İsrail üzerinden yürüten firmaların çalışmaları olduğu yazıldı.
-Kürecik Radar Üssü-
Raporda Kürecik Radar Üssü'nden elde edilen istihbaratın İsrail’le paylaşılmadığı, NATO füze savunma sistemi ve bunun bir unsuru olan Kürecik’teki radarın, NATO üyesi ülkelerin korunmasını amaçladığı bildirildi.
Konuya dair açıklamada, şu bilgilere yer verildi:
"Sistemin NATO üyesi olmayan bir ülkeye koruma sağlaması mümkün olmadığı gibi, radar bilgilerinin İsrail gibi NATO müttefiki olmayan ülkelerle paylaşımı da söz konusu değildir. Bu husus, 2012 Şubat ayında ülkemizi ziyaret eden NATO Genel Sekreteri tarafından da açık bir biçimde kamuoyuna duyurulmuştur."
Türkiye'nin Gazze’ye yapılan saldırılara rağmen İsrail’le diplomatik ilişkilerini üst düzeyde devam ettirmediği yinelenen raporda, 2010 yılında uluslararası insani yardım konvoyuna İsrail’in saldırısıyla 10 Türk vatandaşının katledilmesi üzerine, diplomatik ilişkilerini askıya alındığı, büyükelçinin geri çekildiği ve İsrail büyükelçisinin de ülkesine geri gönderdildiği anımsatıldı.
Raporda mevcut durum değişmediği gibi, mevcut koşullar altında ilişkilerin normalleşmesi ve diplomatik ilişkilerin tesisinin de mümkün olmadığı, ilişkilerin normalleşmesi için her şeyden önce İsrail'in hukuka ve insan haklarına saygılı, normal bir ülke gibi davranmasının gerekliliği vurgulandı.
-İsrail’in OECD ve UAEA "Batı Grubu"na üyeliği-
Raporda, İsrail’in Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında (UAEA) "Batı Grubu"na üyeliğine Türkiye tarafından onay verilmediği belirtilerek İsrail'in 1957’den bu yana UAEA üyesi olup, UAEA nezdinde herhangi bir coğrafi grup içerisinde yer almadığı aktarıldı. Raporda, "İsrail, "Batı Avrupa Grubu" üyesi ülkeler nezdinde girişimde bulunarak, Ortadoğu ve Güney Asya Grubu’na giremedikleri cihetle "Batı Avrupa Grubu"nda (sırf adaylık konuları ele alınmaktadır) temsil edilmeyi arzu ettiklerini ifadeyle destek talep etmiştir. Ülkemiz İsrail’in girişimine olumlu yaklaşmamaktadır. "Batı Avrupa Grubu" bünyesinde bu konuda bir uzlaşma oluşmadığından konu Ekim 2014’e ertelenmiştir" yönündeki bilgilere yer verildi.
İsrail’in OECD üyeliğinin de Türkiye tarafından teşvik edilip onaylanmadığı belirtilerek, sürecin şu şekilde gerçekleştiği kaydedildi:
"İsrail’in üyeliği, 31 Mayıs 2010 Mavi Marmara saldırısından önce, ülkemizin İsrail’den beklenti ve talepleri kayda geçirilmek suretiyle gerçekleşmiştir. OECD Bakanlar Konseyi’nin 15-16 Mayıs 2007 tarihli toplantısında Estonya, İsrail, Rusya Federasyonu, Slovenya ve Şili ile üyelik müzakereleri başlatılması kararı alınmıştır. Türkiye, OECD’nin yeniden yapılandırılmasını ve genişlemesini, örgütün küresel ekonomik yapıdaki yerini güçlendireceği inancıyla desteklemektedir. Bu çerçevede, diğer aday ülkeler gibi İsrail’in de üyeliğine o dönemin koşulları çerçevesinde ülkemizce olumlu bakılmıştır. OECD tarafından yürütülen teknik inceleme ve siyasi kriterleri yerine getirme durumunun değerlendirilmesini takiben, Estonya ve Slovenya ile birlikte İsrail, OECD Konseyi’nin 10 Mayıs 2010 tarihli toplantısında birlikte üyeliğe davet edilmiştir."
Bu toplantıda Türkiye tarafından yapılan ulusal beyanda, OECD’nin Ortadoğu bölgesine genişlemesinin, örgütün çeşitli üyelerin mevcudiyetiyle pekişen küresel ekonomik aktör olma rolünü teyit ettiği; Türkiye’nin İsrail’in OECD’ye üyeliğini bu çerçevede değerlendirdiği; ancak OECD’nin hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan haklarına saygı ve uluslararası hukukun temel ilkeleri üzerinde ortak bir anlayışa sahip benzer görüşlü ülkelerin teşkil ettiği bir forum olduğu; dolayısıyla katılan tüm ülkelerin, örgütteki üyelikleri süresince bu açık ve net vecibeleri yerine getirmesinin beklediği kaydedildi.
-Ateşkes tartışmaları-
Raporda, Türkiye’nin Filistin-israil arasında ateşkesin sağlanması için çaba göstermediği hatta girişimleri engellediği yönündeki iddiaların tamamen asılsız olduğu, Türkiye'nin işgal ve katliam politikalarını sona erdirecek tüm süreçlere verdiği destek ve aldığı inisiyatiflerin net bir şekilde ortada olduğu ifade edildi.
Raporda, TBMM’de 18 Temmuz günü kabul edilen bildiri de Türk milletinin yekvücut olarak Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğunu tüm dünyaya yeniden gösterdiği ve İsrail’in saldırılarının sona erdirilmesi ve taraflar arasında sürdürülebilir bir ateşkesin tesisi için yoğun bir temas trafiği yürütüldüğü anımsatılarak "Sayın Başbakanımız, Mahmud Abbas ve Halit Meşal’le sürekli temas halinde olmuştur. Sayın Başbakanımız ayrıca, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı Françoise Hollande ve Katar Emiri Şeyh Temim Bin Hamad Al Sani ile görüşmüştür" denildi.
Süreçte TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in de İranlı muhatabı Laricani’yle gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde, İİT Parlamentolar Birliği Troykası’nın, İsrail’in saldırılarını ele almak üzere olağanüstü toplanmasında mutabık kalındığı ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Filistin’de yaşanan gelişmeler hakkında, krizin başlangıcından bu yana mevkidaşları, ilgili aktörler ve uluslararası kuruluş yöneticileriyle yoğun bir temas trafiği gerçekleştirdiği kaydedildi. Raporda sürece dair şu ifadeler yer aldı:
"Bütün bu görüşmelerde kalıcı ve etkili bir ateşkesin ilan edilmesi için Türkiye olarak her tür destek verilmiş ve inisiyatif alınmıştır. İsrail’in kara unsurlarını da dahil ederek saldırılarını genişlettiği bir aşamada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ülkemize bir ziyaret gerçekleştirmiş ve görüşmelerde ateşkes ile bölgede sükunet sağlanması çabaları ve Türkiye’nin bu süreçteki katkıları ele alınmıştır. Bu istişareler çerçevesinde Türkiye, Katar, Mısır ve ABD’nin dahil olduğu bir süreç başlatılmıştır. Ateşkesin sağlanmasını hedefleyen bu girişim halen devam etmektedir. Sürdürülen bu girişimlerde, Sayın Başbakanımızın liderliği ve ülkemizin sergilediği aktif tutuma, uluslararası örgütler tarafından da büyük önem verildiği defa’atle ifade edilmiştir. Ateşkesin sağlanması için çalışmalarımız devam ederken, acil insani yardım için Filistinli kardeşlerimize yardım eli uzatılmış ve derhal harekete geçilmiştir. AFAD, TİKA ve Türk Kızılayı tarafından ilk aşamada gerekli tüm adımlar atılmıştır. 23 Temmuz tarihli Başbakanlık genelgesiyle Filistin için yardım kampanyası başlatılmıştır."
-Musevi nişanı ve üstün cesaret ödülü-
Raporda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Yahudi kuruluşlar tarafından verilen Musevi nişanı ve üstün cesaret ödülünü iade etmemesinin bir tutarsızlık göstergesi olmadığı belirtilerek Başbakan Erdoğan’a tevdi edilen ödüllerden birinin, 2. Dünya Savaşı'nda Hitler Almanya’sında soykırıma uğratılan Yahudileri kurtaran kahraman Türk diplomatların anısına Haziran 2005'te verildiği anımsatıldı. Söz konusu ödülle beraber, diplomatlarımızın adının yazılı olduğu bir plaketin de Erdoğan'a takdim edildiği, diğer ödülün ise Kasım 2003'te İstanbul’da yabancı bir banka şubesine ve iki sinagoga yapılan terör saldırılardan kısa bir süre sonra, Ocak 2004'te Türkiye'nin demokratik değerlere bağlılığı ve teröre karşı cesur mücadelesi nedeniyle verildiğine işaret edildi.
Raporda, "Bu tartışmayı, esası itibarıyla ülkemizin ve Başbakanımızın ilkeli duruşunun bir teyidi olarak görüyoruz. Bu ödüller, Türkiye-İsrail ilişkilerinin farklı bir mahiyette olduğu dönemde arz edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti gerek islamofobi gibi ırkçılık olarak gördüğü antisemitizm konusunda gerekse teröre karşı mücadele konusunda pozisyonunu aynen korumaktadır. Bu sebepten dolayı, Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’in devlet terörüne karşı çıkmaktadır. Bu iki konunun birbirine karıştırılması ve Sayın Başbakanımıza ve hükümete karşı bir kara propaganda aracı haline getirilmek istenmesi kabul edilemez" ifadesine yer verildi.
-Türkiye'deki Musevilerin durumu-
Türkiye'nin gerek Türkiye vatandaşı olan Musevileri gerekse dünyanın dört bir yanındaki Musevileri, İsrail hükümetinin işgal ve şiddet politikalarından ayrı ele aldığı belirtilen raporda, İsrail yönetimine gösterilen tepkinin Musevileri kapsamadığı vurgulandı.
Raporda, Türkiye vatandaşı olan Musevilerin hükümetin güvencesi altında olduğu ve hiçbir şekilde ayrımcılığa maruz kalmalarının söz konusu olmadığı vurgulanarak "Ayrımcılık hükümetimiz tarafından bir suç olarak görülmektedir. İsrail’in yanlış politikalarına karşı çıkan Musevilerin de protesto gösterilerine katıldığı zaten bilinen bir gerçektir. Savaşa ve işgale karşı çıkan Museviler, İsrail’in devlet teröründen elbette farklıdır ve ülkemizin gösterdiği tepki, İsrail devletinin politikalarınadır" denildi.
Raporda, 2009 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından okullara gönderilen bir genelgede İsrail mallarının boykot edilmemesi talimatı verildiğinin gerçek olmadığı ifade edilerek şunlar kaydedildi:
"Türk halkının sivil bir girişim olarak başlattığı kampanyayı, sivil zeminde kalındığı, uluslararası sermayeye karşı bağnaz ve ideolojik bir kör tutuma dönüşmediği müddetçe bir duyarlılık göstergesi olarak görüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda sivil toplum kuruluşlarının ve duyarlılık sahibi gönüllülerin başlattığı kampanyaları da bugünlerde dile getirilen kampanyaları da aynı zeminde değerlendiriyoruz. Söz konusu genelgede, boykot çağrıları bağlamında, ekonomimize katkı sağlayan firmaların kasıtlı bir biçimde İsrail’le ilişkilendirilmesi, kamuoyu hassasiyetinin istismar edilmesi, haksız rekabet oluşturulması ve okulların buna alet edilmesine karşı uyarıda bulunulmuştur."
-NATO tatbikatlarına veto-
Raporda Türkiye'nin, İsrail’in NATO tatbikatlarına vetosunu tamamen kaldırdığı ve İsrail’in NATO’nun askeri tatbikat ve faaliyetlerine katıldığı yönündeki iddiaların da asılsız olduğu kaydedilerek şu ifadeler kullanıldı:
"NATO’nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da istikrara katkıda bulunmak amacıyla 1994 yılında tesis ettiği Akdeniz Diyaloğu isimli ortaklık çerçevesine İsrail 1995 yılında katılmıştır. Bu çerçeveye halihazırda İsrail’le birlikte Fas, Cezayir, Mısır, Ürdün, Tunus ve Moritanya da dahildir. İsrail’in NATO’ya üye olarak alınması ise hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. İsrail'in Gazze’ye insani yardım konvoyuna 31 Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda gerçekleştirdiği ve 10 vatandaşımızın hayatını kaybettiği saldırı üzerine, ülkemiz, Akdeniz Diyaloğu kapsamında NATO’nun münhasıran İsrail’le askeri işbirliği yürütmesine veya İsrail’in böyle bir NATO faaliyetine ev sahipliği yapmasına onay vermemektedir." (AA)