PKK diliyle PKK-Hizbullah gerilimi analizi
Rûdaw yazarı Selahattin Çelik, Hizbullah Cemaati'nin Kürdistanî bir güç olmadığını iddia ederek, PKK'nin 90'lı yıllardan bu yana dile getirdiği yalan argümanları kullanarak Hizbullah Cemaati'ne haksız eleştiriler yöneltti.
Merkezi Irak Kürdistanı'nda bulunan Rûdaw TV'nin internet sitesinde köşe yazarlığı yapan Selahattin Çelik, dün yayınlanan “PKK-Hizbullah gerginliği üzerine” başlıklı yazısında, PKK'nin argümanlarıyla Hizbullah Cemaati'ne haksız eleştiriler yöneltti.
6-8 Ekim saldırılarından bu yana PKK-Hizbullah gerginliğinin artarak devam etmesinin kendisini böyle bir analiz yapamaya ittiğini belirterek yazısına başlayan Çelik, “6-8 Ekim 2014 olaylarından beridir sözkonusu gerginlik artarak devam ediyor. Cizre’deki üç ölü durumun ciddiyetini göstermeye yetiyor. Bu nedenle kısaca da olsa iki gücün çelişkilerinin nedenlerine göz atmada yarar gördüm. Son belediye seçimlerinde Kürdistan’da HDP ve AKP’nin ardından Hüda-Par üçüncü güç oldu. Diyebiliriz ki PKK’nin alternatifi onlardır. Çünkü diğer tüm partiler laiktir ve PKK ile aynı kuşak, dönem ve koşullardan gelmedirler. Tümünün ulusal ve toplumsal hedefleri PKK’ninkiyle yakınlık arz ediyor. Ama Hizbullah tümden farklıdır.” dedi.
“Hizbullah Kürdistani bir güç müdür?” ara başlığıyla analizine devam eden Çelik, kendine göre Kürdistanî olma kriterleri öne sürerek, şunları kaydetti: “Önce soralım: Kürt olmak ve Kürdistani olmak bir midir? Hayır. Örneğin Türkiye partilerinde Kürt kökenli milletvekilleri vardır, ama onlar Türkiye siyasetini güttükleri için Kürdistani değildir. Eğer bir parti, Kürdistan tarihi ve gerçeğine uygun olarak Kürt halkının çıkarlarını ve istemlerini temsil ederse, ancak o zaman o Kurdistani bir güç olur. Buradan meşruluk hususuna varıyoruz. Kürdistan’da Kürt gerçekliğiyle hareket etmeyen bir partinin meşruluğu olamaz. Biliyoruz ki Kürt direnişlerinin ve örgütlenmelerinin önemli bir damarı dinidir. Şeyh Ubeydullah, Şeyh Said, Seyit Rıza, Qazi Muhammed, Mustafa Barzani tümü dini önderlerdir, ama hareketlerinde ulusal içerik önde olmuştur. Hizbullah bu geleneğe hiç uymuyor.”
Rûdaw yazarı Çelik, analizin geri kalan bölümünde görüşlerini şu iddialarla sürdürdü:
“Tüm halklar gibi Kürt halkının da temel talebi, ulusal özgürlüktür. Binlerce şehit bu yüce istem içindir. Hizbullah gerçeği bu doğruya da uymuyor.
Tüm eksiklik, yanlışlık ve zaaflarına rağmen, Kürt siyasal örgütleri genelde ulusal bir temel üzerinde var olmuşlardır, ama Hizbullah dışında. Kürdistan’da dini inancı güçlü yurtsever kitle hariç tutulursa, siyasal dini hareket Türk devlet asimilasyonunun ürünüdür. Türk istihbarat teşkilatının denetimi ve yönlendirmesi olmadan Kürdistan’da dini siyasal faaliyetler düşünülemez bile. Hizbullah’ı yaratanlar bu tezgahın ürünüdür. Bu nedenlerden dolayı Hizbullah’ı Kürdistani bir güç olarak değerlendirmek çok zordur, hem de Kürt olmalarına rağmen.
İslami enternasyonalizm
Bu iddiayla ulusal istemleri küçük gören ve gözardı edenler az değildir. Fakat ne tarihte ne de bugün İslami enternasyonalizm olmuş değildir. İslami ideolojiyle hareket eden devletlerin tümü milliyetçi, hatta ırkçı devletlerdir. İran Şii ideolojili bir Fars milliyetçi devletidir. Suudi Vahabilik ile, Katar Selefilik ile yönetilen Arap milliyetçi devletleridir.
Lübnan Hizbullahı dört dörtlük Arap milliyetçisi bir programın sahibidir. Türkiye Erdoğan’la İslami Sünni ideolojiyi bir araç gibi kullanarak, milliyetçi bir imparatorluğa ulaşmak istiyor. El Kaide bildirilerinden haberi olanlar iyi farketmişlerdir; onlar önlerine gelen Müslüman halkı ezilen ve özgürlüğe ihtiyacı olan halklar olarak sıralıyor, ama Kürtler hariç. Neden? Çünkü El Kaide’nin kökü Arap ırkçılığına kadar gidiyor.
Peki saflık sadece bize mi düşüyor? Kim İslam adına Kürt milletinin milli haklarını ve özgürlüklerini kulakardı ediyorsa, o sadece yanlış yapmıyor, aynı zamanda yönlendirici merkezlerin emriyle hareket ediyor demektir. Hizbullah’ın tutumu, bu yanıyla da ciddi kuşku altındadır.
1990’ların cinayetleri
En az 500 seçkin Kürt, Hizbullah tarafından katledildi. Pek çok kişinin iddia ettiğinin tersine, o ölümler bir PKK-Hizbullah savaşının ürünü değildir. Ama o çok önemli dönemde, devlet resmi, kontrgerilla ve milis güçleriyle Kürtleri öldürüyordu. Hizbullah çok net bir şekilde devletin tetikçiliğini yapmıştı.
Hizbullah’ın bu rolüne ilişkin dönemden kalma fazlasıyla şahit ve belge mevcuttur. O halen bu dönemin muhasebesini yapmamış, Kürt toplumundan özür dilememiştir. Hizbullah’ın meşruluğunu ileri sürenler, hiç olmazsa bu görevi onun önüne koymalıdır.
Hizbullah değişmiş midir?
Bu iddiada olanlar vardır. Fakat ben emin değilim. Değişme programla ve pratikle olur. Hizbullah herşeyden önce Kürt halkının ulusal istemlerini programına almalıdır. Müslüman olmak, ulusal hakları dıştalamaz. Aksi durumda Hizbullah hep kuşkulu bir güç olarak kalacaktır ve gerginliğe, hatta çatışmalara sebep olma özelliğini muhafaza edecektir.
PKK olayların sorumluluğundan muaf mıdır?
Diyebiliriz ki PKK’nin kronik hastalıkları kendini tekrarlıyor. Muhalefet etmelerini bırakın, herhangi bir örgütün varlığına bile tahammül edemiyor, böylece çelişkilerin ve gerginliğin derinleşmesine katkı sunuyor.
PKK yakın tarihten, 1990’lardaki Hizbullah çatışmalarından ve kendi yanlışlarından hiç ders çıkarmamış gözüküyor. O çatışmalar halen toplumumuzda kanayan bir yaradır. O çatışmalar hiçbir şekilde kendini tekrarlamamalıdır. Zaten şehirlerin bugünkü koşulları öylesi bir çatışmayı hiç kaldıramaz.
PKK iddialarının tersi bir davranış sergiliyor. Sözde 1999’dan beridir strateji değiştirmiş, “demokratik cumhuriyet” için mücadele ediyor ve bunun için de demokratik yöntemleri izliyor. Ama partilerarası mücadelede şiddet, tahrik, gerginlik ve çatışma yöntemlerine olan eğilimi, açık bir şekilde kendini dışa vuruyor. Bu da provokasyonlara kapıyı aralıyor. Son birkaç ayın olayları ve bazı şehirlerdeki görüntüler, korku saçıyor. İnsan sormaktan kendini alamıyor; belediyeler ve muhtarlar senden, toplumun ağırlığı seni destekliyor. Peki neden b öyle hareket ediyor, kurşunu ayaklarına sıkıyorsun?
PKK, AKP iktidarı ve Hüda-Par’ı işbirliği içinde olmakla suçluyor. İçimden sadece “günaydın!” demek geliyor. Sanki o işbirliği gizli ya da ilginç bir şeymiş gibi... Devletin hedefi özgürlükçü Kürt hareketini dağıtmaktır. PKK başat parti olduğu için, daha çok onun üzerine gidiyor. Devlet, Hüda-Par’dan neden yararlanmasın ki?
Sorun şudur; PKK ve örgütleri, buna karşı ne yapıyor? Böyle bir işbirliğini önlemek için barışçıl yöntemlere ve diyaloga mı ağırlık veriyor, yoksa yangına körükle mi gidiyor?
Emin olarak söyleyebilirim ki, devlet tüm umudunu “süreç görüşmelerine” yatırmış değil. Madem ki öyle, ona en iyi cevap Kürt toplumunu iç çatışmalardan korumak değil midir?” (Hürseda Haber)