Vaz’i Sorumluluklarımız
Şer’i Hüküm; “Kişilerin fiillerine dair Allah’ın (cc) hitabıdır.” şeklindeki meşhur tanıma karşılık, Muhammed Bakır es-Sadr şöyle tarif yapmıştır: “Allah (cc) tarafından insanların hayatını tanzim için konulmuş kurallardır.” Böylece iki yönden meşhur tanıma itiraz etmiştir. Birincisi, Allah’ın (cc) hitabı olan ayetler ile vahiy kaynaklı olan hadislerin hükmün kendisi değil, hükmün açığa çıkarıcısı olduğunu belirtmiştir. İkincisi, şeri hükümler sadece mükelleflerin amelleriyle alakalı değildir. Bazı hükümler kişinin zatıyla alakalı, bazıları da başka şeylerle alakalıdır.
es-Sadr’a göre, şer’i hükümlerin amacı insanın hayatını düzenlemektir. Bu hedef bazen; namaz kıl! Zekât ver! İçki içme! vb. emirlerle gerçekleştiği gibi bazen de insanın medenî durumunu, mülkiyet durumunu ilgilendiren düzenlemelerle olur. Kısacası şer’i hüküm, Allah (cc) tarafından insan hayatını tanzim eden hükümlerin tamamını kapsamaktadır. Sadece amelî hükümleri değil.
Tariflerdeki detayların uygulamada ciddi sonuçları vardır. Nasıl ki, gez göz arpacık hizalamasındaki milimlik sapma, duruma göre bir kilometrelik hedef sapmasına neden olabiliyorsa aynı şekilde, tanımlama aşamasındaki eksiklik ve yanlışlıkların da gerçek hayatta oldukça farklı yansımaları olabilir.
İnsan hayatını tanzim eden ilahî yasalar iki kısımdır. Birincisi, insanın şahsî, ailevî, ibadî ve toplumsal hayatının farklı yönlerini ilgilendiren konularda, fiilleriyle ve yaşam biçimiyle doğrudan alakalı olan teklifî hükümlerdir. İkincisi ise insanın yaşam biçimi ve amelleriyle doğrudan bağlantılı olmayan, ancak insan hayatını dolaylı olarak etkileyen durumları tanzim eden vaz’i hükümlerdir. Mesela evlilik, erkekle kadın arasında özel bir ilişki oluşturur. Doğrudan değil de dolaylı olarak insanın yaşam tarzını etkiler. Erkeğe karısına karşı nafaka sorumluluğunu getirir, eşlere karşılıklı sorumluluklar yükler, yeni mahremiyet ilişkileri tesis eder, vs.[1]
Vaz’i hükümle teklifî hüküm arasında sıkı bir ilişki vardır. Çünkü vaz’i her hükmün yanında teklifî bir hüküm de vardır. Örneğin, bir malın sahibi değişince artık yeni bir durum meydana gelir. Buna göre bazı sorumluluklarla mükellef tutuluruz. Söz konusu malda yeni sahibinin izni olmadan tasarrufta bulunamayız. Nisap miktarı mala sahip olmak zekâtta şarttır. Eğer nisap miktarı malınız yoksa şartlar oluşmadığı için zekât ödeme mükellefiyetiniz de yoktur.[2]
Elimizde olmayan sebeplerden dolayı bazı sorumluluklar altına girebiliriz. Zekât ve fitresini veren bir insan, sabah evinden çıktığında, kapısının önünde açlıktan kıvranan bir insanı gördüğünde; “Ben zekâtımı verdim, üstelik fazladan da hayır yaptım.” diyerek bu duruma lakayt kalamaz. Mecburen bütün imkânlarını kullanarak mağdur olan o insanı doyurmaya çalışmalıdır. Çünkü şartlar ona zekât dışında yeni bir sorumluluk yüklemiştir.
Vaz’i hükümler, bahane ve savunma mekanizmalarına sarılmamıza fırsat vermez. Bir Mümin, sayı ve teçhizat yönünden kendisinden onlarca kat daha güçlü bir düşmana savaş açmakla mükellef değildir. Ancak düşman kapısına dayandığında; “Ben dinen bunlarla savaşmak zorunda değilim.” deyip her şeyini düşmana peşkeş çekemez. Artık kendisinin sebep olmadığı bir durumdan dolayı ağır bir mükellefiyet altına girmiştir. Bazı açılardan mazur görülse de birçok açıdan düşmana direnmek zorundadır.
Vaz’i hükümler, “ya hep ya hiç…” mantığıyla hareket etmemize engel olur. Bütünüyle elde edilemeyen bir şeyin tamamen terk edilmemesini sağlar. Kur’ân ve sünnette, zina, hırsızlık gibi bazı suçlara ağır cezalar belirlenmiştir. Bu cezaların uygulanması için önce suçun ispatlanması gerekir. Ancak zinada olduğu gibi bazen ispatlanması neredeyse imkânsızdır. Örneğin yabancı bir kadınla erkeği uygunsuz bir şekilde gördük! Ancak şer’i ölçülere göre onların zina yaptığını ispatlayamadığımızda ne yapmalıyız? “Nasıl olsa suçları sabit olmadı.” deyip serbest mi bırakacağız? Tabii ki hâkim, mevcut durumdan dolayı bunlara had cezası dışında başka bir ceza verebilir.
Farz, haram, mübah gibi şer’i hükümleri vermeden önce vaz’i hükümler; sebepler, şartlar, ortam ve engeller gibi durumlara dikkat etmemizi sağlar. Her doğan gün, durumumuzu yeniden gözden geçirmemizi gerektirir. Dün yememiz haram olan bir yiyecek, bugün içinde bulunduğumuz yokluk ve mağduriyetten dolayı bize helal, dün helal olan bugün haram olabilir. Dün bin lira infak etmemiz yeterli iken, bugün yüz bin bile yetmeyebilir… Yeni durumlara göre sorumluluklarımız değişebilir. Örneğin evli olan bir insan artık bekarlıktaki gibi davranabilir mi? Eşinin geçimini göz ardı edip bencil davranabilir mi? “Nerde sabah orda akşam!” diyebilir mi?
Kısaca, hayatımızın siyasî, ibadî, ailevî… her alanında farklı vaz’i sorumluluklar altına gireriz. Örneğin, Gazze’nin durumu, ABD’nin yaptıkları, İsrail’in İran’a yönelik politikaları, Suriye’nin konumu, direniş ekseninin içinde bulunduğu şartlar, Lübnan’ın durumu… üzerimize yeni teklifî hükümler yüklemiyor mu? Halen “Ama böyleydi, ama şöyleydi!” deme lüksümüz var mıdır?
Bazen muhatapları ilzam etmek için tezlerinin doğruluğunu varsayarak onlara sorular sormayı deneriz. Biz de bir an için Yusuf el-Kardavî gibi bazı alimlerin iddialarının doğruluğunu varsayalım. Diyelim ki Hizbullah bizi kandırdı (!) Diyelim ki Hasan Nasrullah’ın farklı hesapları vardı (!) Diyelim ki İran, Müslümanların yüreğine bir hançer gibi saplandı (!) Diyelim ki Suud uleması ferasetli çıktı (!) Diyelim ki İran, Suriye’deki binlerce insanın katlinden sorumlu (!) Diyelim ki… Aklımıza gelebilecek bütün ihtimallere rağmen ortadaki manzara insanî ve dinî olarak bize hiçbir sorumluluk yüklemiyor mu? “Şimdi ne yapmamız gerekir.” dememiz gerekmez mi? Kaldı ki İsrail’i hedeflerine ulaştıracak en önemli sebebin, zayıf veya teslim alınmış bir Suriye olduğu bilinmesine rağmen, acaba Suriye’yi korumaya yönelik bir sorumluluğumuz yok mudur? Aynı şekilde İran’ın çökmesi, zayıflatılması kimin işine yarayabilir? Sorulara devam edebiliriz. Madem Suud uleması feraset sahibidir. Gazze için ne yaptılar? Bir yürüyüşün yapılmasını dahi caiz görmediler! Ne yapalım şimdi?! Onlara uyarsak bizi nereye götürecekler?
Sonuç olarak olaylara bütüncül bakmak durumundayız. Bugün için fotoğrafın bütününe baktığımızda başkalarını suçlamak bizi sorumluluktan kurtarmıyor. Zaman ve şartlara göre sorumluluklarımızın ağırlığının farkına varmak zorundayız. Eğer Filistin’e sahip çıkmak sadece gıda paketi toplayıp dağıtmaksa Rusya da aynı şeyi yapıyor. Eğer sadece BM kurulunda devlet yöneticilerine çağrıda bulunmaksa Müslüman olmayan çok sayıda insan bunu edebî üslupla zaten yaptı. Eğer Netanyahu’yu kınamaksa İsrail Parlamentosundaki bazı milletvekilleri de bunu yaptı. Eğer hukuk yollarına başvurmaksa Güney Afrika Cumhuriyeti’nin yaptığını kimse yapmadı. Eğer sadece protesto etmekse İsrail’deki halk da protesto yapıyor…
Artık insanların aklıyla alay edilmemelidir. İran ve Şia gerekçelerinin arkasına sığınmak kimseyi sorumluluktan kurtaramaz. Oysa mevcut şartlar bize ağır bir yük yüklüyor. Bütün çabamız hep birlikte bunun altından kalkmak yönünde olmalıdır. Mazeretlerimiz tavrımızı meşrulaştıramaz. Suriye’ye, İran’a, Hizbullah’a ve direnişin diğer unsurlarına bütün imkânlarımızla sahip çıkmamız hakkında; hiçbir ayet, hiçbir hadis, hiçbir fetva bilmesek de mevcut şartlardan dolayı, yani vaz’i olarak bize vacip kılınan mükellefiyetlerin olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. (Veysel Çelik - Hürseda)
[1] Muhammed Bakır es-Sadr, Dürûs fî İlmi’l-Usûl, Merkezu’l-Ebhâsi ve’d-Dirâsâti’t-Tahassusiyeti li-Şehid es-Sadr, Kum, 1436, s. 63-65.
[2] Muhammed Bakır es-Sadr, Dürûs fî İlmi’l-Usûl, Merkezu’l-Ebhâsi ve’d-Dirâsâti’t-Tahassusiyeti li-Şehid es-Sadr, Kum, 1436, s. 63-65.