Kovid-19 sonrası Müslümanlar: Fırsatlar, meydan okumalar
İyimser görünen havaya rağmen, İslâm karşıtlığının kısa vadede azalmasını beklemek safdillik olur ama yaşananların Müslümanlara Batı’da önemli bir imaj restorasyonu fırsatı sunduğu aşikâr.
Bütün dünyada bir yandan yeni tip koronavirüse (Kovid-19) yönelik tedbir ve tedavi yöntemleri konuşulurken diğer taraftan da bu salgının ardından tıbbî, siyasî, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, sosyokültürel ve teolojik anlamda neler olabileceğine dair, biraz da fütüristik tarzda planlar, öngörüler, tahminler ve hatta komplo teorileri ortaya atılıyor. “Pandemi-sonrası” (post-pandemic) tabiri literatüre çoktan girdi. Batıdaki ünlü dergiler, gazeteler, siyasetçiler ve bilim adamları Kovid-19 sonrasına dair görüşlerini açıklıyorlar.
Pandemi-sonrası dünya düzeninin nasıl şekilleneceği, mevcut/konvansiyonel düzenin küçük revizyonlarla devam mı edeceği, yoksa radikal değişikliklerin mi bizi beklediği; pandemi sürecini adeta seyredip pek bir şey yapmayan Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi kurumların durumlarının ne olacağı; AB’nin bölünüp bölünmeyeceği; dünyanın Çin’in etkisine mi gireceği; küreselleşmecilerin mi yoksa ulusalcıların mı öne çıkacağı veyahut da bu ikilikten kurtulup Müslümanların-Türkiye’nin de katkı sunacağı üçüncü bir dünya düzeni perspektifinin mümkün olup olmayacağı şeklinde tartışmalar yapılıyor. Hatta “istisna hali” teorisi ortaya atılıp bu gibi durumlarda özgürlüklerin ve demokrasinin askıya alınabileceğini ve otoriter yönetim tarzına izin verilmesi gerektiğini savunan görüşlerin/kitapların yanı sıra 3. Dünya Savaşı’nı yaşamaya başladığımızı iddia edenler de mevcut. Bu anlamda “gözetleyen toplumun” sadece kamusal alana değil, mahrem alana da alabildiğine girmesi söz konusu; belki de çoktan girdi.
Dünyada Kovid-19 tedbirlerine dini tepkiler
Kovid-19 meselesinde öncelikle Müslüman dünyanın ana akım itibarıyla kötü bir sınav vermediğini belirtmek gerek. Kabe’nin tavafa kapatıldığı, Mescid-i Nebevî’nin ve Mescid-i Aksa’nın kapalı olduğu, belki de (tarihte 39 kez yaşandığı gibi) Haccın 40. defa yapılamayacağı günlerden geçiyoruz. Bu dönemde Müslümanlar alınan tedbirlere genel olarak uydular.
Ancak salgının başlarında Hindistan, Pakistan, Endonezya, Bangladeş gibi ülkelerde, bazı Müslüman gruplardan cemaatle ibadete devam edenler oldu. Bangladeş’te toplu Kovid-19 duasına çıkıldı. İran’da da bazı ayetullahlar, başlangıçta Kovid-19 vakalarının ilk görülmeye başlandığı, kutsal kabul ettikleri “Kum” kentini karantinaya almayı kabul etmedi. Fakat İran lideri İmam Ali Hamaney’e yakın konsey üyesi bazı din adamlarının virüsten vefatlarıyla birlikte tedbirler sıkılaştırıldı.
Endonezya’da Müslümanlar genelde Kovid-19 tedbirlerine uyarken bazı kanaat önderleri de “Kovid-19’dan değil, Allah’tan korkuyoruz” diyerek Cuma namazını kılmak istediler. “Tebliğ Cemaati” mensupları Hindistan, Pakistan ve Malezya’da kalabalık toplantılar yapıp salgının bölgede yayılmasında rol oynadılar. Salgının başlangıç dönemlerinde sosyal medyada yapılan bazı literalist yorumlarda, Suudi Arabistan hükümetinin Mescid-i Nebevî’yi kapatmasını eleştirerek, Medine’ye vebanın (taunun) giremeyeceğine dair rivayetleri dillendirenler oldu. Halbuki Suudi hükümeti Mekke ve Medine’de sokağa çıkma yasağı dahi ilan etti.
Hristiyanlarda da Kovid-19’a yönelik tutumlar farklılık arz ediyor. Mesela Hollanda’da her türlü toplantı yasaklanırken bundan sadece 30 kişiyi geçmemek şartıyla kilisedeki ayinler istisna tutuldu. Ancak Protestan mezhebinin üst kurumu olan Hollanda Protestan Kilisesi’nde (PKN), “ayinler sağlıktan daha önemli değil” denilerek ayinlerin 20 Mayıs’a kadar internet üzerinden yapılacağı açıklandı. Fakat Urk ve Kampen başta olmak üzere özellikle “İncil kuşağı” bölgesindeki bazı şehirlerde bir kısım kiliseler ayinlerine 20-25 kişi olarak devam ediyor; fakat bu sınırı ihlal edenler de oluyor. Başbakan Mark Rutte bu istisnanın anayasanın 6. maddesindeki “din hürriyeti” sebebiyle var olduğunu açıklamıştı. Hollanda’daki Müslümanlar için ise böyle bir istisnadan söz edilmedi. Diğer taraftan hükümetin bu kararı, söz konusu bölge ve kiliselerde Kovid-19’a yakalanma riskini artırdığı gerekçesiyle tenkit de ediliyor. Koyu dindar Kalvinistlerin yayın organlarında, Kovid-19’u insanları inançsızlıktan uyandırmak için Tanrı’nın gönderdiği söylenerek “Kovid-19’dan değil, Tanrı’dan korkuyoruz” diyen ve “Hükümeti geçmişteki zor zamanlarda olduğu gibi toplu duaya çağırıyoruz” şeklinde çağrılar yapan rahipler oldu. Fransa’nın Mulhouse kentindeki Evanjelik kilisesinde yapılan ve 2 binden fazla kişinin katıldığı ayinlerde, Kovid-19’un civara yayıldığı da biliniyor.
Florida’da bin 300 üyeli The River at Tampa Bay kilisesinin Evanjelik rahibi Rodney Howard-Browne, “Sağlıkçılar istemiyor ama siz kardeşlerinizin elini sıkın” ve “Kilisemde Kovid-19’u durduran (manevi) aletler var” tarzında açıklamalar yapmıştı. Howard-Browne, kilisesinde ayinlere devam edince tutuklandı. Londra’daki Krallık Kilisesi rahiplerinin Kovid-19’dan koruduğu iddiasıyla sahte bir ilacı “ilahî temizlik yağı” adı altında 91 pounddan satmaları ise bambaşka bir hikâye.
Kovid-19’un Müslümanların imajına katkısı
Kovid-19 günlerinde Endülüs, Brüksel, Rotterdam-Lahey, Palermo-Parma, Berlin-Köln gibi Avrupa’nın önemli şehirlerinde ezan okundu, okunuyor. Billboardlara ayet ve hadisler yazıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Görüş hareketi başta olmak üzere Müslüman kuruluşlar adına gençler yaşlıların evlerine giderek onlara hizmet etti. Ramazan’da Batılı liderler camilerde sıcak mesajlar veriyor. Bazı sağlık/psikiyatri merkezleri Müslüman doktorlarına/psikologlarına hastalarının moralini diri tutmaya yönelik olarak manevi tavsiyelerde bulunabileceklerini öğütlüyor. Başörtülü Müslüman sağlıkçılar ön saflarda hastaların yardımına koşuyorlar. Türkiye’nin İtalya, İspanya, İngiltere ve ABD gibi ülkelere yaptığı tıbbi malzeme yardımlarını da bu meyanda zikredebiliriz. Bütün bu olgular, Batı’da İslâm ve Müslümanlara yönelik, son senelerde tırmandırılan “kültürel ırkçılığı” azaltabilir mi acaba?
Bu iyimser görünen havaya rağmen, İslâm karşıtlığının kısa vadede azalmasını beklemek safdillik olur. Ne var ki bütün bunlara ilaveten, Batı’da artık Hıristiyanlarca dahi atıf yapılan, Hazreti Peygamber’in sünnetinde bin 400 sene önce uygulanmış olan “salgın/karantina fıkhı” ve hijyen tedbirlerinin, pek çok zihinde İslam ve Müslümanlara yönelik pozitif bir algının oluşmasına yol açabileceği söylenebilir. Salgınının ilk günlerinde Nevsweek’te Hristiyan Teolog Craig Considine “Bir salgın sırasında karantina, sosyal izolasyon ve kişisel temizliği ilk öneren kişi kim?” diye sormuş, “O Hazreti Muhammed’di. O hekim/uzman değildi ancak Kovid-19 gibi salgınları önlemede önemli tavsiyeleri vardı” yanıtını vermiş, hadislerden örnekler göstermişti. Bütün bu yaşananların Müslümanlara Batı’da önemli bir imaj restorasyonu fırsatı sunduğu aşikâr.
Kovid-19 dine yönelimi mi dinden uzaklaşmayı mı getirecek?
Öte yandan Kovid-19, Müslümanları da yakından ilgilendiren pek çok dinî/felsefî tartışmayı beraberinde getiriyor. Kovid-19 sonrasında dine yönelişlerin mi, yoksa dinden uzaklaşmaların mı hızlanacağı tartışması bunlardan biri. Bu bağlamda “teodise” problemi, yani kötülüğün mutlak/aşkın varlık olan Allah ile nasıl bağdaştığı, Allah’ın kötülüğü yaratıp yaratmadığı, kötülüğe rızasının olup olmadığı ve nihayet bununla kullarına/insanlara azap edip etmediği gibi, dikkatli teolojik izah gerektiren sorular/sorunlar da sıkça gündeme ge(tiri)liyor.
Belâ/afet, hastalık/salgın dönemlerinde dinî duygularda artış olduğu söylenir. Bu olgu, biraz da indirgemeci bir anlayışla, dini zor zamanlarda sığınılacak bir “antidepresan” gibi görme temayülünden ileri gelse de, bu dönemler diğer taraftan metafizik anlam arayışlarının da öne çıktığı zaman dilimleridir. Bu meyanda dinin rolü daha ziyade öne çıkar. Zira din anlamlandırır. Dolayısıyla salgın sürecinde dine/maneviyata yönelişlerde artış olması beklenir. Nitekim Kovid-19 günlerinde Google arama motorundaki dinî içerikli aramalarda yüzde 20 artış gözlendiği belirtiliyor. Ancak bunun kalıcı bir dindarlık olup olmadığını tespit edebilmek için zamana ihtiyaç var.
ABD’de dine yöneliş araştırması
Bu meyanda, dindarlık oranı Avrupa’nın aksine yaklaşık yüzde 70’lerde olan ABD’de, İsrail yanlısı Hıristiyanlarca kurulan “The Joshua Fund” kurumunun Hıristiyanlar ve inançsızlar üzerine yaptığı araştırmada, Hıristiyanların yüzde 44’ü Kovid-19’u Tanrı’ya dönüş için bir uyanış çağrısı veya kıyamet alameti olarak görüyor. Hristiyanların yüzde 50’ye yakını bu dönemde daha fazla İncil okuduğunu, kiliselerden yapılan online konferansları dinlediğini veyahut dinî soruları ve cevaplarını takip ettiğini söylemiştir.
Araştırmaya katılan inançsızların yüzde 22’sinin Kovid-19 döneminde Tanrı’nın varlığına ve maneviyata dair araştırma yaptığını veya dinî içerikli okumalar/dinlemeler yaptığını söylemiş olması dikkat çekici. Başkan Donald Trump’ın da online kilise ayinlerine katıldığını Twitter’dan duyurduğu, Riverside’daki Harvest Christian Fellowship Kilisesi’nden Greg Laurie’nin online ayininin linkini verdiği biliniyor. Hatta Laurie, Kovid-19 günlerinde ayinlerinin çevrimiçi takibinin yüzde 50 arttığını ve ortalama 360 bin kişinin bu ayinlere katıldığını belirtmişti. Ankete katılan Yahudilerin yüzde 42’si de Kovid-19’un kıyamet alameti olduğunu söylemiş.
Türkiye’de ve İslâm dünyasında benzer bir araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz; ancak bu tarz bir araştırma yapılırsa, muhtemelen Ramazan ayının da etkisiyle, benzer veya daha fazla oranda dine/maneviyata yöneliş olduğuna dair sonuçlar çıkabilir.
Diğer taraftan ise dine/maneviyata yönelişlerin “yalnızlık pandemisinde” (pandemic of loneliness) yani yalnız yaşayanlar arasında artış gösterdiği belirtiliyor. Yalnız yaşayanların Batı’daki oranı hiç de az değil. Hatta “Yalnızlık Bakanlığı” kuracaklarını açıklayan devletler mevcut. Mesela 16 milyonluk Hollanda’da bu sayı 3 milyondan fazla. Ayrıca pandemi sürecinde, çoğunluğu yalnız veya huzurevlerinde yaşayan yaşlılardaki ölüm vakaları çok daha fazla oldu. Bazı devletlerdeki hastanelerde “genç Kovid-19’lular” ile “yaşlı Kovid-19’lular” arasında, tercihlerin gençlerden yana kullanıldığı medyaya yansıdı. Hâlbuki genç hasta ile yaşlının hayat hakkı eşittir; eşit olmalıdır. Bu bir “tıp etiği” sorunu olduğu kadar, insanı “homo economicus” olarak gören, “öjenik” yönleri baskın, problemli bir bakıştır.
Kovid-19 ve Müslümanlara yönelik bazı meydan okumalar
Kovid-19’un dinler ve Müslümanlar açısından belki de en önemli meydan okumalarından biri, din-bilim ilişkisini doğru kurmak olacaktır. Bu konuda çok da hazırlıklı olmayan Müslümanlar belki de İslâm’a yönelik pek çok soruyla/sorunla yüzleşeceklerdir. Zira pandemi sürecinde ihtisas ve bilimin önemi bir kez daha fark edildi. Burada Müslümanlar açısından sorun olan, bilimi adeta dinin yerine ikame eden “bilimcilik” (scientism) ideolojisinin ortaya konulmasının, bilimin mutlak şekilde profan (din dışı) bir alan olduğu yönündeki yaklaşımlara sebebiyet vermesidir. Paradigması doğru kurulmuş bir bilimin, metodolojik zemini iyi kurulmuş dini okumayla çelişmeyeceği aşikârdır. Burada farklı anlama ve bakışlar söz konusudur. Basit ifadesiyle bilim, neden-niçin sorularına yanıt arar, felsefe-sosyal bilimler rölativiteye de sahip yorumlar getirir, din ise dünyaya angaje olmaksızın anlamlandırır.
Bu yönüyle Kovid-19, Müslüman için aslında bilimin din ile çatışmasını değil, buluşmasını hatırlatır. Zira Fuat Sezgin’in de ortaya koyduğu gibi, Batı için “karanlık çağ” demek olan Ortaçağ, Müslümanlar için esasen Batı’daki bilimsel gelişmelere de yön veren ilmi keşifler anlamındaki “aydınlık çağ” olmuştur. Bu dönemlerde din ile bilim (aksine tutumlar olsa da) genelde aynı amaca hizmet edecek tarzda yorumlanmıştır.
Kovid-19 sonrasında Müslümanlar açısından belki de en önemli meydan okumalardan bir diğeri, bir anlamda postmodernizm sonrasını da ifade eden “post-truth” (hakikat sonrası) döneminin dinlere, insana ve kâinata dair getirdiği, getireceği metafizik/ontolojik sorunlar olacaktır. Oxford Sözlük’te 2016 yılının kelimesi seçilmesinden sonra, ABD Başkanlık seçimi ile İngiltere’nin AB’den ayrılışı tartışmalarında yoğun şekilde kullanılan “post-truth” döneminin etkileri, Kovid-19 sonrasında daha sık hissedilecek. “Post-truth” hakikatin parçalanarak önemini yitirmesi, yerini kurgu vakaların, tasarlanmış gerçeklerin alması, manipüle edilen bilginin üzerine oluşturulmuş sahte gerçekliğin oturtulması gibi anlamlara geliyor. Böylece anlam ve hakikat buharlaşıp gerçekliğinden kopuyor ve yalanın bizzat gerçekmiş gibi sunulduğu bir kaos ortaya çıkarıyor.
Bu meyanda Kovid-19 sürecinde sıkça dolaşıma giren “infodemi” olgusu da önem arz eder. “Bilgi virüsü veya salgını” manasında aşırı/asılsız bilgi veya haber salgınının, toplumda korku ve paniğe yol açarak esas salgının yönetimini zorlaştırması olarak ifade edilen infodemi, dijitalleşmenin daha da artacağı Kovid-19 sonrasında, bütün insanlık için olduğu kadar, Müslümanlar açısından da çok daha meydan okuyucu olacaktır. Kovid-19’dan daha hızlı yayıldığı belirtilen “infodemik” sahte haberler/bilgiler, bir salgın halinde zihinlerimizi işgal ediyor.
İslamofobi azalıp Sinofobi mi yükselecek?
Kovid-19 sonrasında yaşanacak ekonomik daralma ve işsizlikle birlikte, özellikle Batı’nın yanı sıra Çin, Hindistan gibi bazı ülkelerde zenofobik (yabancı düşmanı), ırkçı ve nasyonalist tutumların öne çıkabileceği konuşuluyor. Son yıllarda yükselmekle birlikte, Kovid-19 sürecinde nispeten gerileyen aşırı sağcı liderlerin de bunu politik olarak kullanması olası. Bu zenofobik söylem ve eylemlerin Sinofobi (Çin ve Çinli korkusu) şeklinde tezahür edebileceği yönünde de görüşler var. Hatta benzerlikleri sebebiyle Japonlar, Koreliler ve benzer milletler de bundan nasibini alıyor. Bu durum İslâm karşıtlığının nispeten azalması anlamına gelebilir (mi?). Her biri aynı zamanda İslâm karşıtı da olan ABD’deki Evanjeliklerin, Trump’ın bunu destekleyici söylemleriyle, Kovid-19 döneminde Sinofobiyi körüklemeleri ve nihayet Çin’e yöneltilmeye çalışılan Batı’daki öfke dalgası, böyle düşünceyi mümkün kılıyor.
Nitekim İngiltere, Almanya gibi bazı ülkelerde İslamofobik kıpırdanmalar olsa da, Kovid-19 sürecinde Batı’da genel anlamda İslamofobik söylem ve eylemlerin hızının nispeten kesildiği söylenebilir. Bununla birlikte, İngiltere’de nefret suçlarını izleyen kamu kuruluşu Tell Mama’nın verdiği bilgilere göre, Kovid-19 sürecinde İngiltere’de virüsün Müslümanlarca yayıldığına dair söylemlerde artış olmuş. Burada en önemli argümanlardan biri, salgın sürecinde Müslümanların camilere devam ettikleri suçlaması. Hâlbuki bu iddiayla ilgili olarak yayılan fotoğrafların aslında tedbirlerden önceye ait olduğunu polis açıkladı. Yine başörtüsü takan bazı Müslüman kadınların da bu nefret söylemlerinden nasibini aldığını, ve “cihat da Kovid-19 kadar bulaşıcı” söylemlerinin ortaya atıldığını belirtmek gerek.
İslamofobinin yeni merkezi: Hindistan
Kovid-19 günlerinde Hindistan İslâm karşıtı söylem ve eylemlerin en büyük artış gösterdiği ülke oldu. Hatta Hindistan belki de İslâm karşıtlığının yeni merkezlerinden biri olacak gibi görünüyor. Hindistan’da Kovid-19 sürecinde Müslümanlara yönelik sözlü/fiili ve psikolojik saldırılar ve alışverişi kesme çağrıları neredeyse zirveye ulaştı. İktidardaki Hindistan Halk Partisi (BJP) yanlısı aşırı sağcı Hindu gruplar, Müslümanları “Kovid-19 cihatçıları”, “bio cihatçılar”, “Kovid-19 teröristleri” olarak nitelediler; Kovid-19’un Müslümanların Hindulara bulaştırmak için kurduğu bir komplo olduğunu iddia ettiler. Bu İslam karşıtı söylem ve eylemlerin görünürdeki bahanesi ise Tebliğ Cemaati’nin Mart ayının başlarında Yeni Delhi’deki toplantısı oldu. Hükümet Hindistan’daki onaylanmış Kovid-19 vakalarının beşte birinin bu toplantıdan kaynaklandığını açıkladı. Haydarabad Üniversitesi’nden sosyoloji profesörü Tanveer Fazal bu durumu, hükümetin Kovid-19’la mücadeledeki başarısızlığının suçunu Müslümanlara yüklemesi olarak yorumluyor.
Öte yandan Tebliğ Cemaati’nin Mart ayı başlarında Malezya ve Pakistan’da da benzer toplantılar yaptığı ve en az 6-7 ülkeye bu toplantılar yoluyla virüsün bulaştığı da bir gerçek. Üstelik bu tutum, bir yandan Hindistan’da nüfusun yüzde 14’ünü oluşturan 200 milyon Müslümana hak etmedikleri suçlamaların yapılmasına neden olmuş ve hatta Kovid-19’a yakalanan Müslümanların tedaviye erişmesine de yer yer engel teşkil etmiştir. Hepsinden önemlisi İslam karşıtlarına malzeme vermiş oldular. Ancak bu durum, Hindistanlı gazeteci Rana Ayyub’un Washington Post’taki yazısında da ifade ettiği üzere, Hindistan’da Kovid-19’un yayılışının neredeyse tek suçlusunun Müslümanlar olarak görülmesindeki art niyetli İslamofobik tutumu gözden kaçırmamalı. Bu arada, nasıl bir sonuç çıkar bilinmez ama, Kuveyt’in Hindistan’daki İslamofobik saldırıların durdurulması yönünde İİT’ye yaptığı çağrı önemlidir. Arap ülkelerinde milyonlarca Hintlinin çalıştığı göz önüne alınırsa, bu çağrının karşılık bulma ihtimali yok değil. (AA)