'Kovid-19'un biyosavaş olduğunu gösterir bir kanıt yok'
İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akif Tan, Kovid-19 pandemisi için biyoterör ya da biyosavaş (biyolojik savaş) olduğunu gösterir bir kanıtın henüz olmadığını söyledi.
ABD Başkanı Donald Trump, koronavirüsün Vuhan’daki bir laboratuvardan çıktığına dair kanıt gördüğünü söyleyerek, pandemiye dönüşen Kovid-19 sebebiyle Çin'i suçlamış ve konunun araştırıldığını söylemişti. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Acil Durumlar Programı Direktörü Mike Ryan ise Donald Trump’ın iddialarına karşılık olarak "Bu virüsün doğal kökenli olduğundan eminiz" demişti. İddialar Çin tarafından da yalanlasa da Trump'ın çıkışı biyolojik savaş iddialarını yeniden gündeme taşıdı.
AA, muhabirine konuşan İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akif Tan, biyolojik savaşın biyoteknoloji sayesinde konvansiyonel savaşların yerini almaya başlayan bir savaş türü olduğunu söyledi. Tan, "Patojen mikroorganizmaların veya biyolojik olarak üretilen biyoaktif maddelerin, insanlar, hayvan ya da bitkilere zara vermesi ya da öldürmesi için, savaş aracı olarak kullanıldığı savaşlara biyolojik savaşlar hatta bu ajanların bu amaçlarla kullanıldığı terör eylemlerine de biyoterörizm denmektedir.
Konvansiyonel savaşlar sırasında askeri birliklere karşı kullanılabildiği gibi sivil halk üzerinde korku ve panik yaratmak, moral bozmak, ayaklanma çıkarmak yada kaos oluşturmak hatta meydana gelecek mortalite ve morbidite ile sağlık çalışanlarını çalışamaz hale getirmek gibi amaçlarla kullanılabilir. Şarbon, veba, kolera,tularemi vs gibi bakteriler, çiçek, ensefalit gibi virüs ajanları, mikotoksin yada stafilokokkal enteratoksin B, botilinum ve risin gibi toksinler, mantar yada parazitle tarihte ve günümüzde de bu amaçla kullanılmaktadır." diye konuştu.
Biyolojik savaşın tarihinin çok eskilere gittiğini söyleyen Tan, şunları söyledi:
"MÖ. 1500 de ilk defa Hititlerin, tularemi ile enfekte koçları savaş sırasında orduların üzerine göndererek düşmanlarını zayıflatmasıyla görülmeye başlanan, Kartacalı Hannibal’ın M.Ö 190'da Bergamalılar ile savaşta yılan zehirini kullanması, Tatarların MS. 1346'da Kaffa şehri savaşında veba ile enfekte ölü cenazeleri şehrin surlarından içeri atması, hatta Amerika kıtasında yerli halkın (Kızılderililer) çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyelerle, soykırıma uğratılması gibi örneklerle devam etmiştir. Sonraları I ve II. Dünya Savaşı'nda özellikle Japonların 731. Birlik ve komutanları, Shiro İshii gibi kötü şöhretli, 10 bin insanın diri kesimi (vivisectıon), frengi bulaştırılması gibi biyolojik savaş ajanı bulma ve kullanma çalışmaları vardır. Günümüzde Strausburg anlaşması ile başlayan 1972 “ biyolojik silahlar sözleşmesi” ve “ Cenevre protokolü” daha sonrada 1993 'kimyasal silahlar sözleşmesi' ile bu tür savaş silahlarının yasaklanması, kullanımını da azaltmış ancak bitirmemiştir. Halen dünyada 17 ülke (bilinen) 40-45 tür biyolojik alan ile 'savunma' başlığı adı altında biyolojik silah geliştirmekte ve savaşa hazırlık yapmaktadır. Son yıllarda Sarin gazı ve hardal gazları gibi kimyasal silahlar bölgemizde (Suriye ve Irak) sıkça kullanılmışsa da biyolojik savaş pek görülmemiştir. 11 Eylülden sonra şarbon sporları ile yapılan mektup gönderme terör eylemleri ve B. Anthracis sporlarıyla yapılan terör eylemleri olmuştur."
"Bu yüke Türkiye gibi hazırlıklı çok az ülke vardı"
Kovid-19 salgınını geçmişteki kolera, veba, İspanyol gribi gibi salgınlarla kıyaslayan Tan, geçmişteki pandemilerin de kovid-19 gibi bütün toplumlarda korkuya sebep olduğunu söyledi. Tan sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yarattığı bu korku nedeniyle dünyayı ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda, her kıtaya yayılarak etkisi altına alan bir kovid-19 pandemisi uzun yıllar sonra diğer epidemi ve pandemilerden daha fazla dünyayı etkisi altına almış görünüyor. Günümüzde artan iletişim ve hızlı ulaşım nedeniyle hem salgın hızla büyümüş hem de korkusu ve oluşturduğu sosyal baskı kendisini hissettirmiştir. Üstelik kovid-19 ile oluşan tabloda akciğer yetmezliğinin tabloya hakim olması ile hastaların önemli bir kısmı hastanelerde, yoğun bakımlarda ve mekanik ventilatöre bağımlı halde tedavi ihtiyacı göstermeleri, tıbbi açıdan hastaneler ve sağlık personeli açısından çok ağır bir yük haline gelmektedir. Uygulanması zorunlu karantina tedbirleri ise hem ekonomik hemde sosyal açıdan büyük bir yük getirmektedir. Bu yüke Türkiye gibi hazırlıklı çok az ülke vardı ve bir çok gelişmiş ülkenin sağlık sistemi, hastaneleri bu pandemide acı örneklerle sarsıldı."
"Biyoterör ya da biyosavaş olduğunu gösterir kanıt henüz yoktur"
ABD'nin virüsün laboratuvar ortamında üretildiği iddialarına da değinen Tan, şu ana kadar eldeki verilerin virüsün laboratuvarda çıktığı iddiasını destekleyici nitelikte olmadığını söyledi. Tan sözlerine şöyle devam etti:
"Kovid-19 pandemisi için ortaya konulan bir biyoterör ya da biyosavaş olduğunu gösterir kanıt henüz yoktur ve daha çok erken olduğu söylenebilir, henüz tıbbi sonuçları da ekonomik sonuçları da siyasi sonuçları da analiz edilmemiş bu süreç daha bitmemiştir. Bu süreci batı bloku ülkelere göre başlatan Çin, Çin’e göre ise Amerika'dır. ABD ve İngiltere'den bilim insanları, 17 Mart'ta "Nature Medicine" dergisinde yayımladıkları makalede, kovid-19'un DNA dizilimi incelendiğinde, virüsün insan hücrelerine tutunmasını sağlayan reseptör proteinlerde doğal seçilimin izleri olduğuna dikkati çekerek 'virüsün laboratuvar ortamında üretilmiş veya manipüle edilmiş olmasının mümkün olmadığı' sonucuna ulaşmıştı.
Bu tür viral bir pandemide geçen sürede etken izole edilmiş ve DNA sıralaması da ortaya koyulabilmiştir. DSÖ açıklamalarında DNA kombinasyonuna göre laboratuarda üretilmiş olmadığını resmi olarak açıkladı fakat biliyorsunuz bu tür açıklamalar daha sonraki gelişmelerle değiştirilebilir. Dolayısı ile şimdilik bu açıklamayı bilimsel ve resmi bir açıklama olarak görsek bile, bilhassa AB ve ABD’nin biyoterör suçlamalarına karşı biraz hızlı ve kesin bir açıklamanın siyasi yönü olabileceği de düşünülmelidir.
Laboratuvar da üretilmiş olsun yada olmasın bu virüs ile başlatılan sadece viral bir hastalık değil aynı zamanda sosyal medya, konvansiyonel medya ve diğer araçlarla yönlendirilen psikolojik bir savaştır da. Yani toplumlarda ekonomik bir baskı ile psikolojik bir gerilim yaratılması da giderek kendini göstermektedir. Son günlerde ise AB ve ABD virüsün üretildiği tezinin yanı sıra Çin'in bu salgın için tedbir almakta ve dünyayı uyarmakta geç kaldığı tezini daha çok seslendirmektedir. Amerika Dışişleri Bakanı ise herhangi bir kanıt gösterilmeden 'Wuhan’da laboratuvarda üretildiğini bildiklerini' söylemektedir." (AA)