Sedat Peker'den Berat Albayrak'a: "Beni yok etmek istiyor”
Gazeteci Barış Terkoğlu, SETA tasfiyelerini değerlendirdiği yazısında tasfiye sürecinin nasıl ortaya çıktığını ve Sedat Peker'in açıklamalarını köşesinde değerlendirdi.
Gazeteci Barış Terkoğlu, geçen hafta gündeme gelen SETA tasfiyelerini bugünkü köşesinde değerlendirdi. Terkoğlu, tasfiye sürecinin nasıl ortaya çıktığını ve Sedat Peker'in açıklamalarını da köşesine taşıdı. Terkoğlu yazısında Sedat Peker'in, Berat Albayrak'a yönelik sarf ettiği, "Beni yok etmek istiyor” sözlerini hatırlattı.
Terkoğlu'nun "SETA’nın çocukları birbirini yedi" başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
Yoklamaya alıştık. “Derin Mehmet”i, “Süslü Sülü”yü anladık. Ama bir de Pelikancılar var. Onu atladık.
Bugün değil, geçen yıl mayıs ayı…
Peker, bugünkü kadar meşhur olmayan videosunda şöyle söylüyordu: “Kesinlikle Berat Bey beni yok etmek istiyor.”
Şaşırtıcı değil; Peker, İstanbul Savcılığı’nın hakkındaki dosyasını, Albayrak destekçilerine bağlıyordu. Öyle ya, savcılığı yöneten ekibin, Albayrak’ı ‘ikinci lider’ kabul ettiği, herkesin bildiği sırdı.
Sonra bir şey oldu. Birileri Peker’e “öyle değil” sözlerini uçurmuş olacak. Bir hafta sonra yeni bir video çekti: “Birileri tarafından, kendi dostlarımız da kullanılarak bize ‘Bunu Berat Albayrak yaptırdı’ diye şahsımızı devamlı kurdular.”
Peker, sözlerini böyle tadil ediyordu.
Aradan bir yıl geçti, kavga büyüdü, seri videolar başladı. Peker’in yoklama listesine tekmili birden isimleri eklendi. Açıkça söylediğine göre, Albayrak ya da Pelikancılarla düşman olması için onu dolduran Soylucular’dı.
Peki, AKP içinde hizip kavgaları olmasaydı, Peker’in sözlerinin bir kıymeti var mıydı? Kuşkusuz Peker’in sesi, iktidar içindeki gruplara çarparak yankılanıyor, fısıltı çığlığa dönüşüyor. Peker çatlağından süzülen ışık, çekilmiş baltalardan yansıyarak görünür oluyor.
Kavganın ortasındaki SETA
Son örneği mi?
Pelikan diplomasisinin düşünce kuruluşu SETA’dan toplu tasfiye…
Soylu’yu günlerce döven videoların ardından, Cumhurbaşkanı’nın 25 gün süren sessizliğini gördük. AKP’li vekillerin Soylu’nun en yakınındakilerden tepki gören umursamazlığını da. Yandaş medya bile onu sahipsiz bıraktı. Gelgelelim, elini çabuk tutan bir isim parlıyordu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 13 Mayıs’ta “Yılmadan çalışan bir devlet adamı” diyerek ona destek veren ilk büyük isim oldu.
Bu süreçte ilginç bir şey daha duyduk. İçişleri Bakanı, çıktığı televizyon programlarında, sistematik olarak, parti içindeki ‘bazı odakları’ hedef aldı. Bunlardan biri vardı ki ayrıca dikkat çekiyordu: “Ahmet Davutoğlu’nun etkili olduğu think tank kuruluşlarından birisine bugün HDP’nin eş genel başkanı olan Mithat Sancar geldi. Bir şey söyledi orada. Özeti şu: Apo içeriden çıkacak. İki, Suriye’de, Kuzey Suriye’de bir devlet kurulacak, başına geçecek. Üçü, Türkiye’de özerk bir anayasa yapılacak, kendine ait bir anayasa yapılacak.”
Soylu’nun işaret ettiği ama adını anmadığı örgüt SETA’ydı. Bir zamanlar Davutoğlu’nun etkili olduğu kuruluş, Davutoğlu-Pelikan kavgasının ardından, Berat Albayrak’ın ağabeyi Serhat Albayrak’ın denetimine girmişti. Her kuş kendi sürüsüyle uçar ya. Davutoğlu’nun eski öğrencileri bu kez Pelikan sürüleriyle uçmaya başlamıştı.
Soylu’nun özetlediği harita, kuşkusuz ABD damgalıydı. Çözüm sürecinin bitişi, Trump ile “dostum” programı, MHP ile kurulan ittifakla çoktan rafa kalkmıştı.
SETA’nın ABD ile mutabakat projesi
Biçim değişir, öz ise çoğu zaman yerinde durur. Joe Biden’ın gelişiyle “ABD ile yeni mutabakat” programını savunanlar onlardı. Bir kez de değil. Her krizde sistematik şekilde ilişkilerin onarılmasını öneriyorlardı. Erdoğan’ın ABD ile anlaşarak iktidarını sürdürmesinin imkânlı olduğuna inanıyorlardı. İdlib karşılaşmasında, Libya’daki krizde, Afganistan bekçiliğinde, Ukrayna ya da Kırım meselesinde, ABD ile yeniden buluşmayı, Rusya ile karşı karşıya gelişin teorisini hazırlayarak yapıyorlardı.
Gizli de değil. SETA’nın Saray’daki seslerinden Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi de olan Sabah yazarı Burhanettin Duran, ABD seçimlerine sayılı günler kala kafalarındakini net şekilde ifade etmişti:
“Demokratların Ortadoğu ve Rusya politikaları Türkiye ile ilişkilerde sadece gerilimler üretmez. Aynı zamanda Karadeniz başta olmak üzere yeni işbirliklerini de tetikleyebilir.”
Reaksiyoner de değil…
Duran, geçen yıl şubat ayında, SETA’nın Kriter dergisinde, “Ankara’nın sabrı taşıyor”, “yeni bir politika arayışı devrede” demiş ve Batı’ya çağrı yapmıştı:
“Rusya’yı dengeleme yükünü sadece Ankara kaldıramaz, denge çöktüğünde Avrupa da ciddi zarar görür.”
Haliyle, Biden mecburiyet değil, SETA’nın beklenen Godot’suydu.
SETA’nın kimlerle iş tutabildiği sır da değil. 15 Temmuz’dan sonra AKP tarafından lanetlenen eski CIA Danışmanı Henri Barkey ile eski fotoğrafı çıktığında, Bülent Arınç meseleyi çok net açıklamıştı:
“SETA’da konuşma yapıyorum. SETA’nın temsilcisi de orada. Eğer Barkey tehlikeli bir adamsa onların davet etmemesi gerekir. Davet listesini ben hazırlamadım, SETA hazırladı.”
Kısacası Soylu, Peker’e SETA üzerinden yanıt verirken aslında devlet içindeki bir başka odakla kavgasını açığa çıkarıyordu
Örneğin Soylu’nun ilk muhatabı gibi görünen Davutoğlu, anladığımız gibi tarif etti: “Benim üzerimden Berat Albayrak’a ateş etmeye çalışıyor.”
Cumhur İttifakı’na, özelikle Soylu’nun temsil ettiği kliğe verdiği destekle bilinen Doğu Perinçek de aynı günlerde parmağıyla tersinden aynı odağı işaret etti:
“SETA örgütünü beslemek, İsrail’i beslemek ve ABD’yi beslemektir.”
Perinçek’e göre, Sadık Albayrak’ın çocuklarının yönettiği kurum, ABD ve İsrail için çalışıyordu.
SETA’nın çocuklarının savaşı
Fotoğrafta eksik kalan ayrıntı, “SETA’nın çocukları” arasındaki itişme. Bir süredir SETA’nın beyni olan Serhat Albayrak ile SETA’dan yetişen ve kurumun eski yöneticisi olan Fahrettin Altun arasındaki yol ayrımı kulislerde konuşuluyordu. Altun, ilk göreve geldiğinde, bu olay Pelikan ya da SETA ilişkileriyle açıklansa da Altun’un kendi düzenini kurduğu fısıltıyla söyleniyordu. Bu ayrım çeşitli açıklamalara, atamalara, politikalara hatta açıklamalara yansımıştı.
Peker’in açıklamaları sonrasındaki kırılmanın göbeğindeki SETA’daki ayrım, sonunda fiili bir tasfiyeye dönüştü. Geçen hafta Fahrettin Altun’a yakın 5 direktör ve 15 çalışan, toplam 20 kişi kurumdan tasfiye edildi. Ayrılanların adının, hatta yazılarının, kurum sayfasından silinmesi, “ayrılığın sevdaya dahil olmadığını” ortaya koyuyor. Gidenlerin başında gelen ve Batı medyasının Türkiye temsilcilerini fişleyen raporla hatırladığımız İsmail Çağlar, yakın zamanda Fahrettin Altun’un da isteğiyle, Basın İlan Kurumu Genel Kurulu’na atanmıştı. Ayrılanların “yola devam” mesajları da arabadan inenlerin başka bir arabaya bineceğini de gösteriyor. Nitekim kulislerde, geçen yıl Üsküdar’da kurulan bir vakfın, bu sürece hazırlandığı konuşuluyor.
Öyle anlaşılıyor ki, Peker’in devlet içindeki çatışmaları derinleştiren açıklamaları, tasfiye dalgasını daha da büyütecek. SETA’daki kırılma, önümüzdeki dönem televizyonlardaki tartışma programlarında gördüğümüz kafaların bile değişebileceğini haber veriyor. Geriye yaslanıp baktığımızda, belki de parçayı değil bütünü görmeliyiz: Hem ABD’de hem Türkiye’de, son beş yılda kurulan düzen kendisini yeniden tanımlıyor. İki sistemi birbirine bağlayan ve çoğunlukla kapı arkasında ilerleyen ekonomik, siyasi, hatta gayri meşru aktörler yeniden diziliyor. Soylu’yu, SBK’yi ya da SETA’yı tartışırken kitabın özetini belki de böyle okumamız gerekiyor.
Hâlâ yanıt veremediğimiz soru: Doğa boşluk tanımadığına göre, düzenin yeni araçları kimlerle ve nasıl kurulacak?