Haydar Aliyev: İran’ın Ermenistan’a yardım ettiğini söyleyenler delirmiş
İran'ın, 1990'lı yıllarda Haydar Aliyev'in talebi üzerine Karabağ Savaşı'na gönderdiği askeri birliklerin başındaki komutan olan Mansur Hakikatpur, Kudüs TV'de özel açıklamalarda bulundu.
Azerbaycan toprakları olan Karabağ Ermeniler tarafından işgal edildiğinde, dönemin devlet başkanı Haydar Aliyev'in İran'dan yardım istemesi üzerine, İran İslam Cumhuriyeti Azerbaycan topraklarının işgalden kurtarılmasına yardımcı olmak üzere devrim muhafızlarından oluşan savaş tecrübesi yüksek komutanlarını Azerbaycan'a göndermişti.
İranlı savaşçıların başındaki komutan olan Mansur Hakikatpur Kudüs TV’de dün akşam dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Daha önceki açıklamalarında Karabağ’da 6500 Azeri askeri eğittiklerini ve sayıları 10 bin olan Azeri Ordusu’nun kapasitesini yüzde 60-70 arttıklarını kaydeden Hakikatpur, ‘Silahları da İran’dan temin ettik’ demişti.
Hakikatpur, dünkü programda ise İran’ın Azerbaycan’a karşı Ermenistan’a yardım ettiği yalanının 1992-1994 arasındaki 1. Karabağ Savaşı’nda da öne sürüldüğünü hatırlatarak Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ile arasında geçen diyaloğu şöyle aktardı:
“Biz Ermenilerle savaşırken bir kısım Azerbaycanlı İran'ın Ermenistan'a yardım ettiğini söylüyorlardı. Ben Haydar Aliyev'e bunlar ne diyor, niçin iftira ediyorlar dedim.
Haydar Aliyev bunlar delirmiş dedi. Ben delirmişlerse zincire vurmanız gerekmez mi? Neden delilerinizi bağlamıyorsunuz dedim.”
HAKİKATPUR’UN KARABAĞ SAVAŞI’NA DAİR GEÇTİĞİMİZ YIL YAPTIĞI DETAYLI AÇIKLAMALAR İSE ŞÖYLE:
AZERBAYCAN'A NASIL GİTTİK?
Haydar Aliyev’in cumhurbaşkanı olduğu ve Karabağ işgal edildiği dönemde Haydar Aliyev’in daveti üzerine Azerbaycan'a gittik. Biz oraya sadece Haydar Aliyev’in çağrısı üzerine gitmedik. İmam Seyyid Ali Hamanei bu konuda bir fetva vermişti. İmam Hamenei'ye ulaştırmak üzere sormuştuk: “gittiğimiz bölge savaş bölgesi, orada başımıza bir şey geldiğinde, hayatımızı kaybetmemiz durumunda bizim durumumuz ne olur?” İmam Hamanei bu sorumuza şöyle cevap vermişti: “Karabağ bir İslam toprağıdır. İslam topraklarını savunmak için savaşırken hayatını kaybeden de şehittir.” Dolayısıyla hem İslam Cumhuriyeti'nin Azerbaycan konusundaki tutumu, hem de dini-siyasi liderimiz olan İmam Hamenei'nin vermiş olduğu bu fetva Azerbaycan’a gidişimizin arkasındaki en büyük etken idi. Azerbaycan'a gittiğimizde, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, Azerbaycan Savunma Bakanı ve ve bizimle orada koordinasyonu sağlayan askeri yetkili ile ilk iş olarak bir savunma stratejisi belirledik. Çünkü böyle bir şey yoktu. Azerbaycan ordusununun durumunu ve eksiklerini belirledik. Bu görüşmede Aliyev bizden Azerbaycan gençlerinin savaş için eğitilmesini ve gece savaşlarına da hazırlanmasını istedi. Azerbaycan ordusunun savaş tecrübesi ve eğitimi de yoktu. Bunun yanında savaşmak için psikolojileri de müsait değildi. Biz ilk olarak çok önemli iki şey yaptık: İlki, kısa vade olarak ön saflara geçip buralarda savaştık. Ve bir ön cephe analizini yaptık.
KUDÜS GÜCÜ KOMUTANI GENERAL İSMAİL KANİ DE KARABAĞ CEPHESİNDEYDİ
Çok ilginç bir hatırayı size anlatayım. Bazı savaş cephelerinde baktık ki Azeri kardeşlerimiz tuhaf bir şekilde mevzilerini terk edip geri çekiliyorlar. Azerbaycanlı komutan kardeşlerimize “bu askerler niye kaçıyorlar?” diye sordum. Cevaben “Ermeni tankları ilerliyor da ondan kaçıyorlar” dedi. Bu şekilde cevap alınca, ben şimdi Kudüs Gücü komutanı olan General İsmail Kani ile birlikte “bizim ikimize bir jip verin” dedim. Bir Jip alıp cephenin ön hattına doğru ilerledik. Jipimiz ileri hatta çamura saplandı. Ben, general Kani, general Oruç ve iki Azerbaycanlı komutan jipten indik. Askerler de jipi çamurdan çıkarmaya çalışıyorlardı. Yirmi adım jipten uzaklaşmıştık. Meğer jipin çamura saplandığı yer mayın bölgesiymiş. Jip mayına basmış biz indiğimizden dolayı çamurdan yavaş yavaş kurtulan tekerleri mayının üzerinden kalktığı için mayın patladı. Bu jip gözümüzün önünde paramparça oldu. Buradan yürüyerek İleri çatışma hattına ilerleyip siper aldık. Yanımızdaki Azeri komutana “askerlerin kaçmasına sebep olduğunu söylediğin o Ermeni tankları nerede, gösterir misin?” dedim. Biz orada saatlerce siper aldık ama bir tek tank bile görmedik. Meğer Ermeniler tank sesini kaydedip yüksek sesle hopörlörden yayınlıyorlar. Azeri kardeşlerimiz de bunu gerçekten tank geliyor sanıp kaçıyorlar. Buna Azerbaycanlı komutanlar şahit. Bu da onların savaşmak için gerekli psikolojilerinin olmadığını gösterdi bize. Biz İranlı komutanlar ön cephede gördüğümüz bu olayı analiz edip döndük geldik. Biz Azerbaycan'da üç tane kışla oluşturduk. Azeri askerleri o kışlalara yerleştirip, eğitmeye başladık. Burada her biri 550'şer kişilik yaklaşık 11 tabur askere hızlı bir eğitim verdik. Ortalama 6,500 kişilik bir askeri güç oluştu. O günlerde bütün Azerbaycan ordusunun asker sayısı yaklaşık 10 000 di. On binden biraz daha azdı. Yani biz yaptığımız bu eğitimlerle Azerbaycan ordusunun savaş kapasitesini ortalama yüzde altmış yetmiş arası arttırdık. Hazırlanan ilk taburla hemen bir tatbikat hazırladık. Bunun görüntüleri şu anda internette. Azerbaycan'dan bütün üst düzey yetkililer bu askeri tatbikatı görmek için oraya geldiler. Tatbikat bitti. İlk Ermeni hattını işte bu eğitim verdiğimiz ilk taburdaki Azerbaycanlı askerler ile ele geçirdik. İşte bu tabur Haydar Aliyev ve savunma bakanı önünde çok güzel bir gösteri yaptılar. Aliyev bu tablo karşısında çok şaşırdı ve şunu söyledi: O güne kadar ilk kez bir Azerbaycanlı askeri grup Cumhurbaşkanı önünde Azerbaycan milli marşını okudu. Bugüne kadar askerler okumamıştı. Haydar Aliyev bey dönüp bana dedi ki: “Sen benim nazarımda sadece askerimizi eğitmedin. Sen Azerbaycan için bir kaplan ordusu eğittin.” Daha ilginci bu tugay ve taburlar verdiğimiz dersler sonrasında hepsi namaz kılmaya başladı. Kırk beş günde askerlerin tamamı Kur'an okumayı öğrendi. Bahsettiğim bu taburdaki askerler o kadar mükemmel yetiştiler ki; dağda müthiş derecede karla kaplı bir dağ savaşında düşmana karşı direndiler ve bir destan yazdılar. Müthiş bir psikolojileri vardı. Onlara kahramanlık şiirleri ve türküleri öğretmiştik. Her biri bizim kendi savaşımızda gördüğümüz İranlı gençler gibi gerçek birer savaşçı olmuşlardı. Bu süreçte biz bütün üst düzey yetkilileri haftalık bir raporla bilgilendiriyorduk. Brifing veriyorduk. Bir komuta merkezi kurduk. Bunu iki yerde kurduk. Birisi savunma bakanlığında, diğeri Azerbaycan parlamentosunda. Savaşın ilk günlerinde Azerbaycan ordusu için gerekli olan silahların önemli bir kısmını bizzat kendi silahlarımızdan temin ettik ve Azerbaycan ordusuna hediye ettik. Savaş sahnesini tamamen Azerbaycan lehine çevirebilmek için bir şey daha yaptık: Bu çok önemli ikinci girişimiz şu oldu. O günlerde Azerbaycan ordusunda Allah rahmet eylesin değerli kardeşim şehit Ruşen Cevadov (Azerbaycan Özel Kuvvetler Komutanı) vardı. Onunla bir koordinede özellikle Afganistan'dan çoğunlukla getirdiğimiz Müslüman kardeşlerimizi eğittik. Eğittiğimiz Afganlı kardeşlerimizle Ermenistan’ın ön cephedeki işgal hattı Afganlı savaşçıların eline geçti.
KARABAĞ SAVUNMASI İÇİN GELEN AFGAN MÜCAHİTLERİ SIRTINDAN KİMLER VURDU?
O sırada bizi çok çok üzen bir şey oldu. Buraya getirdiğim Afganlı kardeşlerimin hiçbirine ermeni kurşunu isabet etmedi. Tarih bu acı hakikati yazacak. Bunu burada hem üzülerek hem de utanarak söylüyorum. Canım gibi sevdiğim Afganlı kardeşlerim. Buraya Azerbaycan'a yardıma gelen Afganlı kardeşlerim hiçbiri ermeni kurşunuyla vurulmadı. Maalesef tamamı arkasından Azerbaycan kurşunuyla vurularak şehit oldular. Şu anda bile o belgeleri hala dikkatle saklıyorum. Bende de bir nüshası var. O gün Azerbaycan ordusunda şahit olduğum bu ihaneti unutamam. Bu konuda hüküm vermeyi yargılamada bulunmayı sonraya bırakıyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki Afganlı kardeşlerim sayesinde Ermeni ordularının ilerleyişini durdurduk. Bu kısa süre zarfında Azerbaycan ordusunun bütün silah ihtiyaçlarını bizzat biz kendimiz karşıladık. Bu 11 taburun eğitimini biz verdik. Silahlandırmasını da biz yaptık. Hiç para almadık hediye ettik.
AĞRIMIZA EN ÇOK GİDEN BİZE ATILAN İFTİRALARDIR
O günlerde Azerbaycan'a yaptığımız bu yardımlar konusunda çok çok farklı noktalar var ki; ben o konuları burada açmak istemiyorum. Benim ciğerimi parçalayan çok zoruma giden ve büyük zulüm olarak gördüğüm olay şudur. Biz o gün Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında Ermenilere karşı savaştık. Ben, askerlerim subaylarım, komutanlarım o günleri hep birlikte yaşadık. Azerbaycanlı kardeşlerimizin bugün bize böyle iftira atmaları ciğerimi yakıyor ve çok zoruma gidiyor. “Ermenilere yardım ediyorlar” diye iftira atmaları kadar ciğerimi yakan başka bir şey yok. Bizim açımızdan “Azerbaycan toprakları İslam topraklarıdır ve burada düşen canlar da şehittir.” Bizim imamımız sadece bunları söylemedi. Başka şeyler de söyledi. Onun başka sözleri de vardır. Bakınız o gün imamımızın bize verdiği bir diğer fetva da şuydu: “İşgalci Ermeni ordusuna veya ülkesinin motoruna dökülecek bir tek yağ damlası dahi haramdır. Yapılacak her yardım haramdır.” Hatta Ermenistan'a yüksek miktarda şeker satışı vardı, durduruldu. Ermeni askerleri o şekerlerden yer ve onlara güç verir de bir Azeri askeri kardeşimizi şehit edebilirler diye o dahi yasaklandı. Haram ilan edildi. O gün Ermenistan’a yüksek miktarda şeker satışını durduran bu fetvayı veren İmam sizce Azerbaycanlı kardeşlerimizin öldürülmesi için Ermenistan’a silah satışına onay verebilir mi? Bu mümkün mü? Azerbaycan ordusunun ihtiyaçlarını listelediğim sırada bir şey fark ettim. Azerbaycanlı makamların bizden istedikleri silahların listesine baktık, biz bu silahların üretilmesini bile beklemedik. Silahları biz İran'da üreterek Azerbaycan’a veriyorduk. Bu zaman alacaktı. Ben bunu beklemedim, bekleyemezdim. Azerilerin acilen silaha ihtiyaçları vardı. Ben komutanlık yetkimi kullanarak hatta biraz da zorla İran Azerbaycan’ındaki Erdebil ve Urumiye şehirlerinden kendi ordumuzun silahını alıp oraya intikal ettirdik.
AZERBAYCAN ORDUSUNU OLUŞTURDUK, EĞİTTİK VE SİLAHLANDIRDIK
O gün Azerbaycan ordusuna otuz milyon dolarlık silah vermişiz. O gün İran için ciddi bir rakam. O silahlarla biz Karabağ’ın tamamını kurtarabilirdik. Hatta Azerbaycan ordunun savunması için gerekli tankların alınması için bile gerekli girişimde bulunduk. Teknik elemanlarımız Azerbaycan’a gittiler. Zırhlı birlikleri hazırlamak için inceleme yaptılar. Azeri kardeşlerimizin istemesi halinde zırhlı araçların tamirini yapacak teknisyenlerimizi de hazırladık. Onlar isterlerse hemen bölgeye gönderip yardımcı olalım diye hepsini hazır hale getirdik.. Azerbaycan’a götürdüğüm bütün İranlı savunma subaylarına Azerbaycan genelkurmay başkanı özel emir name verdi. Bu belgelerin tamamı bizim askeri arşivlerimizde mevcuttur. Altı bine yakın Azerbaycan askerini ve subayını muharip asker ve subay olarak eğitmiştik. Ama bir de baktık ki onlar bize karşı yavaş yavaş soğuk davranmaya ve tuhaf tuhaf tavırlar almaya başladılar.
İSRAİLLİ SUBAYLAR AZERBAYCAN'A GELMEYE BAŞLAYINCA
Ermenilerin işgal ve ilerleyişlerini durduğumuzda, İki bin gönüllü Afgan mücahidine en ön saflarda siper aldırdığımda, Onları oraya konuşlandırdıktan sonra şimdi burada söyleyemeyeceğim çok daha büyük hizmetleri de verdikten sonra, hayretler içinde giderek bölgede Azerbaycan ordusu içerinde yerleşmeye başlayan İsrail askerlerini gördüm. Üzülerek gördük ki İsrail’den gelen üst düzey subaylar Azerbaycan savunma bakanlığına girip çıkıyorlar ve orada peş peşe toplantılar yapıyorlar. Savunma bakanıyla toplantıya giriyorlar. Azerbaycan hava kuvvetleri komutanı ile özel toplantı yaptıklarına bizzat ben şahidim. Bunun yanı sıra Türkiye’den de bazı komutanlar oradaydı. Gerektiğinde yeri gelirse Azerbaycan’ın İsrail ile güvenlik, askeri, istihbari çok hassas sahalardaki işbirliklerini de açar tek tek söylerim. Bu konularda elimizde belgeleri mevcuttur. Bazı ülkelerin İsrail ile nasıl işbirliği yaptığını açar söylerim. Yardıma gittiğimiz Azerbaycan'da baktık ki, onlar ve yardıma götürdüğümüz diğer kardeşlerimize çok kötü davranıyorlar ve tavır alıyorlar. Biz de onların savunması için, onlara hizmet için oradaydık. İsrail ile bizim aynı çatı altında, aynı kışlada hareket etmemizin imkansız olduğunu biliyorduk. O sırada Azerbaycan savunma bakanlığındaki Azeri askerlere bizden başka eğitim veren bazı Müslüman ülkelerin komutanları da vardı. Onların İsrail ile bir sorunları yoktu ve İsraillilerle anlaşabiliyorlardı. Ama biz bunu yapmadık, yapamazdık. Azerbaycan yönetiminin birden bire İsraillileri getirerek bize karşı buz gibi bir tavır takındığını görünce, artık burada daha beklememizin abes olduğunu anladık. Bütün askerlerimi ve oraya getirdiğimiz Afgan savaşçı kardeşlerimizi toplayarak Azerbaycan'dan ayrıldık.
KARABAĞ KAYBEDİLDİ Mİ, YOKSA VERİLDİ Mİ?
Ne yazık ki, orada “Karabağ’ın kaybedilmesi” mi, diyelim yoksa “Karabağ'ın verilmesi” mi diyelim, Azerbaycan ordusunda tartışmasız bir ihanete şahit olduk. Oradaki çok büyük bir ihanete şöyle şahit oldum. Şuşa kenti o bölgenin en stratejik şehridir. Saklanmaya çalışılan kocaman soru şu: “Şuşa’nın boşaltılması emrini kim verdi? Ermeniler saldırıyor. Ermeniler işgalci geliyor. İyi de bu askerlere geri çekilin talimatını da mı Ermeni verdi? Kim Şuşa'daki Azerbaycan ordularına geri çekilin?” dedi. Ben oradaydım. Orayı bir tabur ebediyen savunmaya yeterliydi. Ama “tek asker kalmayacak!” diye Bakü’den gelen bu emri kim verdi? Bunu ne zaman sorgulayacağız? Halk cephesinin bu emri verdiğine ben şahidim. İhanet dediğimiz bu olay dehşet bir şey. Dehşet bir şeyden bahsediyoruz. “Ermeni işgal etti, şöyle oldu, böyle oldu” diyen en tepedeki adamlardan tutun, meclisteki, sloganik sözler söyleyen adamlara bir bakın bakalım. Bunların evlatlarının, kendilerinin bir teki cephede yaralandı mı? Niçin orada yoklar? Ne kendileri, ne çocukları neden işgal altındaki o topraklarda savaşmaya gitmiyorlar? Ama konuşuyorlar. O gün de orada onların hiçbiri yoktu. Fakat ortada dehşet bir ihanet olduğu kesin. Bu ihanet sadece Şusa'da olmadı. Oradan Bakü’ye kadar uzandı. Bu bir gerçek ve çok üzülerek söylüyorum. Bir ihanet var ve çok büyük bir ihanet... Orada, Haydar Aliyev olsun savunma bakanı olsun bize çok büyük saygı gösteriyorlardı. Haydar Aliyev ile özel bir ikili toplantımız oldu. Planlarımızı söyledim. Cephenin ön hatlarında şahit olduğun olayları kendisine rapor ettim. Çok duygulandı. Bana dedi ki; “sana özel izin git ve İran’daki özel Aşura ordularını getir ve Karabağa'a yerleştir. Orası Ermenilerin elinde olmasın. İran’lı kardeşlerimizin elinde olsun.” Ona dedim ki; “Haydar bey ben bir askerim, bu dediğiniz siyasi bir konu. İsterseniz, yazın bizim siyasi makamlarımıza ileteyim. Size söz veriyorum. Aşura ordusunu buraya getiririm ve Karabağ’ı geri alırım.” Ama Haydar Aliyev o mektubu yazmadı. Bunu yapma niyeti olmadığını ben de biliyordum. Beni tahrik etmek, heyecanlandırmak istiyordu. Bana bir hediye verdi. Bir hançer hediye etti. Bir takdirname ve teşekkür şilti verdi. Ülkemizin üst düzey yetkililerine bizleri gönderdiği için ayrıca bir teşekkür mektubu yazdı. Bana bir de küçük mühür hediye etti. Üzerinde namaz kılarsın dedi. Hala saklıyorum. Resulof bey de ne zaman odasına girsem ellerini açar beni kucaklardı. Karabağ savaşında yapmış olduğumuz yardımlar için özellikle silahlar için çok memnundu bizden. Haydar Aliyev tam bilmese de Resulof bey kalem kalem hangi yardımları yaptığımı ve benim neler yaptığımı çok ince detaylarına kadar biliyordu.
KUDÜS ORDUSU KOMUTANLARI VE ASKERLERİNİN AHLAKI
Kudüs orduları komutanları ve askerlerinin ahlakı ile ilgili bir hatıramı anlatmak isterim: Biz eğitim verirken kışlalarda askerleri koşturuyorduk. Bazı askerler ve subaylar yere düşüyorlardı. Bizim subaylarımız onları zorlamıyorlardı. Kalkmalarına yardımcı oluyorlardı. Onların pantolonlarını, potinlerini temizliyorlardı. Onların gönlünü alıp tekrar koşmalarına yardımcı oluyorduk. Azerbaycan savunma bakan yardımcılarından biri bir gün bana geldi ve dedi ki; “bizim kışlalarımızda eğitim verildiğinde, birisi böyle yere doğru kapaklandığında onu tekme tokat döverler ve ağır küfürlerde bulunurlar. Siz niye böyle yapıyorsunuz? Siz onların hiç birine benzemiyorsunuz. Siz ise yere düşen askerin subayın elinden tutup kaldırıyorsunuz. Üzerinin tozunu toprağını temizleyip devam et diyorsunuz. Aranızda çok fark var. Nasıl bir şey bu, siz kimsiniz?” Oradaki eğitim verdiğimiz askerlerle beraber İranlı komutanlar da vardı yanımızda. Yerde toprakta oturmuş konuşuyoruz.
Azerbaycan savunma bakan yardımcısı kardeşim; “niye böyle oturuyorsunuz? Bir general eratla birlikte böyle oturup konuşur mu? Neden bunu yapıyorsunuz?” diye sordu. Dedim ki; “biz böyleyiz, bununla da gurur duyuyoruz. General ile asker aynı bizde.” Azerbaycan savunma bakan yardımcısı için bu hiç inanılacak bir şey değildi. Bunu hiç kabullenemedi. Bir hatıramı daha anlatayım. Değerli Türkiyeli kardeşlerim duysunlar. Yedinci tabur kale kışlasında eğitiyorduk. Kendilerine savaş, silah, taktik, techiz verdiğimiz askerlere aynı zamanda Kuran eğitimi de veriyorduk. Namaz kılmasını öğretiyorduk. On gün sonra bu Azeri askerler ezan okumaya, namaz kılmaya başladılar. Bir gün bu askerlerden birinin ablasının öldüğü haberi geldi. Ablası vefat ettiği için izin istedi bizden. İzin verdim. O asker gitti ablasının cenazesine katıldı. İki üç gün sonra döndü. Bu asker döndükten birkaç gün sonra bir asker gelip bana; “yaşlı bir erkek ve kadın sizi görmek istiyor” dedi. “Tamam kışla avlusuna getirin görüşelim” dedim. Gelen kişiler ablası vefat eden o asker kardeşimizin annesi ve babasıydı. Yanlarında bir bohça vardı. Bohçada biraz ekmek ve elma vardı. “İranlı askerlerin komutanı sen misin?” diye sordu. Ben de “evet benim” dedim. “Otur” dedi bana. “Baş üstüne” dedim ve oturdum. “Kurban olayım sana” dedi. “Benim oğlum dinini kitabını hiç bir şey bilmiyordu. İmamların adını bile bilmiyordu. Ama bu çocuk köye geldi, ablasının taziye meclisine katıldığında Kur'an okudu. Hepimiz hayretler içinde kaldık. Ben sana kurban olayım. Böyle komutana can feda.” Yaşlı anne ve baba bunları söyleyip ağladılar. İsrail’in Azerbaycan da varlığını gördüğümüzde biz oradan ayrıldık.
İsrail’lilerin bölgede yayılmasının çok farklı temayüzleri var. Bütün bunlara biz şahidiz. Bunların aslında çok geniş açıklamaları var. Öncelikle bunun siyasi bir geçmişi olduğunu söylememe gerek yok. Müslüman ülkelerde Siyonist İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesi ve böylesine derinleştirilmesi, tam bir ihanettir. Gayretli Müslüman ve inançlı bir toplum için böyle İsrail ile ilişkiler kabul edilemez. Öncelikle biz Azerbaycan’da İsrail’in varlığını önce siyasi boyuttan tahlil etmemiz gerekiyor. İsrail’in Azerbaycan'daki varlığının bir de kültürel boyutu var. Konuya bir de oradan bakmak lazım. Bakü gibi bir yerde eşcinsellerin güle oynaya gösteri yapmaları da bu Siyonistlerin işidir. Aynı şeyi bu gün Siyonistler Azerbaycan'daki okullarda da yapıyorlar. Nitekim bakın Azerbaycan'da Siyonist israil’lilerin yayılması yirmi beş sene önceki meselelere dayanıyor.
İSRAİL'İN "NİL'DEN HAZAR'A PROJESİ"NE DİKKAT
İsrail’n “Nil den Fırat’a projesi”nin yanı sıra, bir de İsrail’in “Nil den Hazar’a kadar” şeklinde bir projesi var. Sizden ricam şu, son Karabağ savaşında. Siyonist İsrail’in “Nil den Hazara’ya kadar” olan ve Yahudilik’de kutsalmış gibi lanse etmeye çalıştığı bu uğursuz planın köklerini deşmenizi size tavsiye ederim. Çok ilginç bir nokta var burada. Siyonistler Azerbaycan’ın Hazara bölgesindeki varlığında; ırkçı, milliyetçi akımı kullanıyor. Aynı İsrail diğer tarafta “pan Kürtçülük” sloganları yükseltiyor. Aynı İsrail bu tarafa dönüp “pan Türkçülük” sloganları veriyor. Aynı İsrail bir başka yerde kalkıyor “pan Azericilik” yapıyor. Şehid Fahrizade’nin şehadetinde iki nokta var. Belki bunu ilk kez duyuruyoruz. Çok yakın bir dostum bir gün bana dedi ki: “Şehid Fahrizade’yi vuran kurşunlar nerden geldi biliyor musun? İnsansız bir hava aracından geldi. O insansız hava aracının üssünü bulduk. Azerbaycan’dan kalkmıştı. Bunu Azerbaycan devleti hükümeti yaptı demiyorum. Bu kesinlikle onların işi değil. Ama bu orada bulunan İsrail’lilerin işi.”
AZERBAYCAN'DAN KALKIP İRAN NÜKLEER TESİSLERİ ÜZERİNDE DÜŞÜRÜLEN İSRAL İHA'SI VE AZERBAYCAN SAVUNMA BAKANININ İTİRAFI
İkinci konu benim bizzat yaşayıp tecrübe ettiğim bir olay. Ben İran parlamentosunda güvenlik komisyon başkan yardımcısıydım. İran nükleer Araştırma Merkezi'nin bulunduğu Natanz'da bir İHA'yı bizim hava savunmamız düşürdü. Bu Helmis türü bir İHA idi. İran İslami Şura Meclisi beni bu konuyu incelemekle görevlendirdi. İlgili askeri komutanları çağırdım. Ellerindeki bütün bilgileri getirdiler. Bu olaydan tam yarım saat önce bir İHA'nın Azerbaycan topraklarından kalkıp Natanz'a doğru geldiğini kaydetmişler. Sonunda Bu İHA'nın Azerbaycan’dan kalkıp Natanz'a geldiğinden hiç şüphe kalmamıştı. Nokta olarak bunu tespit ettik. Hangi üsten kalktığını da biliyoruz. Biz her şeyden vazgeçebiliriz, ama onur ve şerefimizden asla taviz vermeyiz. İran yüksek güvenlik konseyine bir uyarıda bulundum. “Bu konunun sonuna kadar üzerine gidip sonuçlandırmazsanız; savunma bakanını buraya çağırır ve mecliste gensoru ile düşürürüm” dedim. Böyle bir karar verildi orada. Savunma bakanı ve o istihbarat komutanı olan şahıs özel bir uçak ile bu uyarımızı Azerbaycan cumhurbaşkanına iletmek üzere Bakü’ye gittiler. Gidecekler ve bu uyarıda bulunup hiç beklemeden döneceklerdi. Savunma bakanı dönüp bana şöyle bir rapor verdi. İlham Aliyev bey, savunma bakanı ve ilgili komutanların bulunduğu bir toplantıda kendisine durumu aktardık. Oradan bize doğru kalkan İHA ile ilgili bütün bilgi ve belgeleri önüne koyduk. Vurulan İHA'nın parçalarını topladık. Filistin’de, Lübnan’da düşürülen ihaların parçalarıyla karşılaştırdık. Düşürülen bu İHA'nın bir İsrail hava aracı olduğuna hiçbir şüphe kalmamıştı. İlham Aliyev'in kendi savunma bakanı o toplantıda kendisine “evet, bu İHA Azerbaycan topraklarından kalktı” dedi. Bu itiraf üzerine bizim savunma bakanımız; “o halde siz suçlusunuz ve bunun bir karşılığı olacaktır” dedi. “Bunu söylediğimde İlham Aliyev’in rengi sarardı. Elleri titredi. Çok öfkeli bir şekilde Azerbaycan hava kuvvetleri komutanına dönerek bağırdı. Siz mi yaptınız, Bunu” dedi. Azerbaycan hava kuvvetleri komutanı “hayır biz yapmadık buradaki misafirlerimiz yaptı” dedi. Bunun ardından İran savunma bakanı Aliyev’e gerekli ültimatomda bulundu. Ve “bunun kesinlikle karşılığı verilecek” dedi. Beklemeden Tahran’a geri döndüler. Onlar hemen peşinden Tahran’a geldiler özür dilediler. Bakın bunu İran tarafında yetkililer kabullendiler. Ama ben bunu asla kabullenemedim. Ama büyüklerime karşı saygı duyduğum için sustum. Ama kendilerine şu uyarıda bulundum. “Bu bir daha tekrarlanırsa, orayı biliyorum. Ve orayı yerle bir ederiz” dedim.
AZERBAYCAN HALKININ SİYONİZMİN NECİS VARLIĞINA TAHAMMÜLÜ OLMAZ
Şunu kimse unutmasın ki; siyonistlerin bir bölgedeki varlığı, o bölgede siyasi, istihbari, güvenlik ve askeri yapısı üzerinde kesinlikle kaçınılmaz etkiler bırakacaktır. Karabağ gibi tertemiz İslam toprağında, siyonistler gibi mundar necis bir varlığını kabul etmek mümkün mü? Bu bizim için kabul edilir bir şey değil. Azerbaycan’ın gayretli milletinin böyle bir şeyi sindiremeyeceğini biliyorum. İnanıyorum ki, Azerbaycan halkı, onurlarının, iffet, izzet ve şereflerinin Siyonistlerin çizmeleri altında iki paralık olmalarına göz yummayacaktır. İlham Aliyev bey eğer bu olayı derleyip toparlamayı başaramazsa, siyonistlerin bu bölgedeki varlığının ateşi sayın Aliyev’in de, ailesinin de eteklerinin tutuşup yanmalarına neden olacaktır. Ve tarih İlham Aliyev hakkında çok kötü bir yargıda bulunacaktır. (İslamianaliz)