Hz. Fatıma ve dini tebliğde kadının rolü
Peygamberler tarihini incelediğimizde, risalet ağacının yeşermesinde mutlaka bir kadın faktörünü, bir kadın nurunu müşahede ediyoruz.
Hz. Fatıma'nın doğum günü dolayısıyla araştırmacı yazar Zeynep Erkut'un kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Allahumme Salli ala Fatımete ve ebiha ve ba’liha ve Beniha vessirril mustevde’i fiha bi ededi ma’ ehata bihi ilmuk.
Gerçekten de biz, insanı, en güzel bir surete sahip olarak yarattık. (Tin/4)
Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar. Onu insan yüklendi. Şüphesiz o çok zalimdir, çok cahildir.(Ahzab/72)
Allah-u Teâlâ insanı yaratıp, ona irade ve bilinç verdikten sonra, insan kendi özgür iradesi ile Allah’ın emanetini kendi uhdesinde alıyor. O emanet için çeşitli görüşler öne sürülmüştür, kimisi bu emanetin namaz, kimisi Allah’ın emirleri kimisi Ehlibeyt’in velayeti olduğunu söylemişlerdir. Her halükarda bu emanet insanın yerine getirmesi gereken bazı sorumluluklarının olduğu bir yükümlülüktür.
İmam Sadık (a.s) yaratılış merhalelerini anlattığı bir hadisinde, alemde henüz hiçbir varlık yokken Allah’ın beş tane nur yarattığını ve bu nurları kendi Esma ve sıfatlarının tecellisi olarak adlandırdığını söylüyor. Hadisin bir bölümünde şöyle buyuruyor: “Fatır ismi Hz. Fatıma'nın nuruna verildi ve bu nurları yarattığında bu nurları ölçü kıldı ve bu nurlar üzerine ahd karar kıldı...”
İmam Sadık (a.s)’ın hadisinde Allah’ın bu nurları yaratmasının meleklerin yaratılışından bile önce olduğu zikredilmektedir.
İmam şöyle devam ediyor : “Allah-u Teâlâ Hz. Adem’i yarattıktan sonra Hz. Adem arşın sağında bu beş nuru görünce, “Ey benim sahibim, bu nurlar kimlerdir!” diye sordu. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Adem, onlar benim özel ve seçkin kullarımdır, onları kendi azamet ve büyüklüğümden yarattım. Kendi isimlerimle onları isimlendirdim.” Adem “Ey Allah’ım benim üzerimde olan hakkın hürmetine onların isimlerini bana öğret.” diye arzetti. Allah-u Teâlâ ademe isimleri öğretti ve "Ey Adem bu isimler senin yanında emanettir, ki benim sırlarımdan bir sırdır bu benim izin verdiğim kimseler dışında senden başka kimsenin o sırdan haberdar olma hakkı yoktur.” buyurdu.
Hz. Adem (a.s)‘in cennetten yeryüzüne inme meselesini ve sonrasındaki tövbesini biliyoruz hepimiz. Hz. Adem’in tövbesi bu isimler ve bu nurlar hürmetine kabul edildi. Hz. Adem (a.s)‘a meleklere bu isimlere söylemesi emredilince Adem (as.) Ehlibeytin isimlerini saydı ve melekler bu isimlerin ve bu sırrın azameti karşısında hayranlığa kapılıp ve Allah’ın emriyle secdeye gittiler, bu sır ve isimlerin azameti karşısında. Bu isimlerin ve bu nurların merkezinde ise Hz. Fatıma (s.a) bulunmaktadır. Hz. Fatıma (s.a) bu dört nurun yani Hz. Peygamber efendimizin, Hz. Ali’nin, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s)'ın nurlarının merkezi, çekirdeğidir. Resulullah için babasının annesi, Ali için Allah’a yakınlaşmakta en iyi vesile, Hasan ve Hüseyin için en yetenekli eğitimci, fedakar bir anne. Yani Risaletin ve İmametin merkezinde Hz. Fatıma vardır.
İbn-i Mesud şöyle anlatıyor: “Bir gün mescide gittiğimde Ali namaz kılıyordu ve şöyle dua ediyordu; Allah’ım kulun Muhammed ve onun evlatları hakkına bizim taraftarlarımızın günahlarını affeyle.”
Onun yanından ayrılıp Resulullah'ın huzuruna vardım, Hazret namaz kılıyor ve şöyle dua ediyordu: "Allah’ım Ali’nin hakkına ümmetimin günahlarını affet!” Bunu duyunca şüpheye ve şaşkınlığa düştüm. Resulullah namazı bitirince bana dönerek: “Ey Mesud'un oğlu iman ettikten sonra inkara mı düştün?” dedi. Ben de: “Asla Ya Resulullah, ama önce Ali’yi gördüm sizin hakkınıza yemin veriyordu ve siz ise Ali’nin hakkına Allah’tan hacet talep ediyorsunuz, ben şüpheye düştüm hanginiz Allah katında daha üstün makama sahipsiniz.” Peygamber beni karşısına oturttu ve şöyle buyurdu: “Allah tüm mahlukatı yaratmadan bin sene önce, ki o zaman hiç tesbih ve takdis yoktu, beni ve Ali’yi kendi nurunun azametinden ve büyüklüğünden yarattı, sonra benim nurumu yarıp, benim nurumdan yeri ve göğü yarattı, Allah’a and olsun ki ben yerlerden ve göklerden üstünüm, sonra Ali’nin nurunu yaydı, arş ve Kürsi’yi Ali’nin nurundan yarattı, Allah’a and olsun Ali arştan ve Kürsi’den üstündür, sonra Hasan’ın nurunu açıp levh-ul kalemi Hasan’ın nurundan yarattı. Allah’a and olsun Hasan levh-u kalemden üstündür, sonra varlığı Hüseyin'in nuruyla ıtırlandırdı cennet ve güzel yüzlü huriler onun nuruyla oluştular. Allah’a and olsun Hüseyin cennetten daha üstündür. Sonra tüm varlık âlemi, doğudan batıya tamamen zulmet ve karanlıkta kaldı, melekler Allah’a o zulmet ve karanlıktan şikayet ettiler ve Allah’tan o karanlığı bertaraf etmesini talep ettiler. Allah-u Teâlâ onların bu duası üzerine bir kelime buyurdu ve o kelimeden de bir ruh yarattı, sonra başka bir kelime buyurdu ve o kelimeden bir nur yarattı ve o ruh ve o nuru birleştirip arşın en yüksek yerine yerleştirdi. Tüm alem batıdan doğuya tamamen nura gark oldu. O nur ve ruhun birleşmesiyle ortaya çıkan o nur, kızım Fatıma’dan başkası değildir. Bu sebeple onu Zehra ismiyle isimlendirdiler, çünkü nuru gök yüzünü aydınlattı.”
Hz. Fatıma’ nın yüceliği ve makamı yalnızca peygamber kızı ve imam eşi, imam annesi oluşundan kaynaklanan bir değer değildir. O varlık aleminin ilk yaratıldığı andan itibaren özel ve yüce bir makama sahipti. Hidayet nuru onun vücudunda şekillenmiştir. Kisa hadisinde Cebrail aleyhisselam Allahu Teala' ya “Âba altındakiler kimdir?” diye sorduğunda, Allah-u Teâlâ “Onlar Fatıma, babası, eşi ve evlatlarıdır” buyurarak nübüvvet ve imamet aslının temelinin Hz. Fatıma olduğunu beyan etmiş oluyor. Yani Fatıma nübüvvetin ve İmametin tam merkezinde olan bir varlık, bir öz. Hz. Fatıma’nın hakikatini tam olarak idrak etmek için Kisa hadisi bile yeterlidir aslında. Ve bir de “babası ona feda olsun” hadisi, bu çok derin ve çok azametli bir sözdür. "Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” sözünün muhatabı söylüyor bunu. Babalık sevgisiyle söylenmiş bir söz olarak bakamayız bu söze, çünkü “O heva ve hevesinden konuşmaz, Onun söyledikleri vahyolunan şeylerdir” (Necm-/3-4)
Hz. Fatıma’nın şahsında kadının hakikatinin ortaya konulmasıyla, asırlardır toplumlar üzerinde hakim olan ve günümüzde de hâlâ tartışılan kadın sorununu çözecektir. Ortaçağ Avrupası, kadın insan mıdır şeytan mı tartışması yaşarken, alemlerin Rabbi bir kadının (Hz. Fatıma’nın) doğumunu, peygambere verilen büyük bir müjde olarak zikrediyor.
Ve peygamberler tarihini incelediğimizde de, risalet ağacının yeşermesinde mutlaka bir kadın faktörünü, bir kadın nurunu müşahede ediyoruz.
Allah-u Teâlâ Hz. Musa’yı Firavun’un zulmünden koruyacağı zaman, Hz. Musa’nın annesini muhatap alıp ona vahyediyor ve bu vesile ile Musa, Firavun askerleri tarafından katledilmekten korunmuş oluyor. Musa Nil nehrine bırakıldığında kız kardeşi onu uzaktan takip edip, onun durumundan annesini haberdar ediyor, yine bir kadın faktörü var burada da. Firavun’un sarayında Musa’yı büyüten, onu koruyup kollayan da yine bir kadın...
*****
Musa’nın kıyamı Asiye ile, İsa’nın mucizesi Meryem ile, Muhammed’in devrimi Hatice ile, Ali’nin velayeti Fatıma ile ve Huseyn’in mesajı Zeynep ile tamamlanmışsa, zuhuru gerçekleştirecek şartları hazırlayanlar da yine kadınlar olacaktır.
Meryem gibi bir kadın, temizliği, paklığı , ibadetleri (ki Yahudi tarihinde ilk ve tek örnek olarak mabedde kalmasına izin verilen tek kadındır Hz. Meryem) meleklerin cennetten yemekler getirdiği bir kadın, İsa’yı tamamlayan nur oluyor.
Zemzem, Hacer’in İsmail’e su ararken gösterdiği çabalarının ve İbrahim’in emrine itaatinin bir mükâfatı olarak çıkıyor yeryüzüne.
Hz. Muhammed (s.a.a) doğduğunda Yahudiler kendi kitaplarında yazan bilgilerden onun Mekke’de doğacağını biliyorlardı ve doğduğunda onu ortadan kaldırma planı yapmışlardı. Allah-u Teâlâ Halime’nin şefkatli kucağını sığınak yapıyor peygamberine.
Peygamberimizin risaletinin ilk yıllarında da en büyük hamisi ve destekçisi de bir kadındı. Hatice’nin serveti olmasaydı fakirlik müslümanları ortadan kaldırırdı (Murtaza Mutahhari) sözü bu hakikati açıklıyor.
Hz. Fatıma’nın varlığı ise hem nübüvvetin ve hem de imametin kilit noktasında olmuştur.
Allah-u Teâlâ bir Peygamber göndereceği zaman veya toplumda bir değişim meydana getirmek istediğinde değişimin kilit noktasında mutlaka bir kadın bulunur. Kadın ilahi emanetin toplumda aşikar olup yerleşmesinin teminatıdır.
Allah-u Teâlâ kadını cemal sıfatının, erkeği ise celal sıfatının tecellisi olarak yaratmıştır. Cemal sıfatı Allah’ın lütuf ve rızasını ve O’nun mutlak güzelliğini temsil eder. Mutlak cemal mahiyetini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği bir güzelliktir. Eşyanın varoluş sebebi bu güzelliktir. Maddi alemde görülen tüm güzellikler, Allah-u Teâlâ’nın bu cemal sıfatının tecellileridir ve kadın ise bu sıfatın tüm varlığını şekillendirdiği bir varlıktır. Ve cemal sıfatı rahmetin tecellisidir. Dua ederken cemal sıfatlarıyla dua ediyoruz, yani Allah’a ulaşma vesilesi cemal sıfatıdır, cemal sıfatı ile Allah’la irtibat kuruyoruz, her işin başlangıcı besmele cemal sıfatlarını barındırır. Cemal sıfatı kul ile yaratıcı arasındaki bir bağlantıdır. Kadın da cemal sıfatının tecellisi olarak insanlığı hidayet nuruna cezbeden bir vesiledir. Bu yüzden İmam Humeyni (r.a) : “Erkekler kadın sayesinde Miraca yükselir" buyurmaktadır.
Kadını cemal sıfatının mazharı olarak yaratan Allah-u Teâlâ, insanın yaratılış aleminde yüklendiği emanetin hakkının eda edilmesini kadının sorumluluğuna bırakmıştır. Kadın sahip olduğu cemal sıfatı ile toplumu şekillendirir. Toplumun rengini belirleyen faktör kadındır. Çünkü kadın hakikati erkekten daha çabuk kavrayıp, kabul etmektedir.
Müslüman olmayıp sonradan İslam’ı seçen gayr-i müslimleri araştırdığımızda kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olduğunu görüyoruz. Kadının latif ruhu hidayet nurunu derk etmeye daha yatkındır çünkü. Kadın yaratılışındaki bu cevheri keşfetmediği müddetçe, insan Allah’a verdiği ahdi ve sözü yerine getiremez. Allah’ın yeryüzünde ki halifesi sıfatıyla, O’nun hükümetinin yeryüzüne hakim olması ancak kadının ıslahı ve kendi hakikatini tanımasıyla mümkün olur. Musa’nın kıyamı Asiye ile, İsa’nın mucizesi Meryem ile, Muhammed’in devrimi Hatice ile, Ali’nin velayeti Fatıma ile ve Huseyn’in mesajı Zeynep ile tamamlanmışsa, zuhuru gerçekleştirecek şartları hazırlayanlar da yine kadınlar olacaktır. Bu yüzden düşman bu vaadedilen adalet düzeninin hakim olmaması için, tüm saldırılarını kadın üzerinden yapıyor. Onlar hem kadının tesirini çok iyi biliyorlar hem de Hz. Fatımayı çok iyi tanıyorlar. Yahudilerin irfan ve Kabala kitaplarının çoğunun ismi Züher (yani İbranice Zehra)'dir.
Zehra’nın hakikatinin ortaya çıkmasının, toplumda nasıl bir değişim yapacağını bildikleri için bütün bunları gizleyip isimleri değiştirdiler. Tevrat’ın birinci kitabında, Hz. İbrahim’e gelecek ümmetle ilgili Allah’ın vaadlerinin anlatıldığı bölümde Hz. İbrahim’in bir oğlu olacağı haber veriliyor ve bu oğuldan gelen nesle kesret verileceği vaad ediliyor. Kesere kelimesi Kevser kelimesine işaret etmektedir. Ve aleme hükmedecek on iki hükümdarın bu kesereden yayılacağı yazıyor. O yüzden Peygamberimizin doğumundan yüzlerce yıl önce gelip Mekke’nin etrafına yerleştiler, zira kitaplarında peygamberin ve on iki hükümdarın o bölgeden çıkacağı yazıyordu. Onlar yüzlerce yıllık plan yaparak beklediler peygamberin zuhurunu ve Kevser’in soyundan on iki hükümdarın ortaya çıkışını. Kendilerini buna hazırladılar. Maalesef bizler gereği gibi anlamadık, gereği gibi tanımadık Kevser’i. Hz. Fatıma ile ilgili bilgilerimiz hem çok yüzeysel ve hem de çok dar bir alanda sıkışıp kaldı.Bizler ancak Onun yaratılış alemi ve hidayet yolu arasında bir bağ, bir köprü olduğunu derk etmekle, kendi konumumuzun ve vazifemizin bilincine varabiliriz. Hz. Fatıma’nın nübüvvet ve İmamet’in merkezindeki konumunu gereği ile idrak edebilirsek, zuhurun gerçekleşmesindeki şartları hazırlamadaki sorumluluğumuzun farkına varabiliriz. Allah’ın halifesinin yer yüzündeki hakimiyeti ve Mehdevi bir toplumun oluşması için Hz. Fatıma’nın varlık aleminin özü ve çekirdeği konumunda olduğunu derk etmemiz ve kendi varlığımızda cemal sıfatının ortaya çıkmasını sağlamamız gerekir. Çünkü toplumun mimarı kadındır. Kadını ıslah edilmemiş bir toplumun ıslah edilmesi mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ bizlere sahip olduğumuz bu büyük nimetin kadrini bilmeyi ve o nimetin bizlere yüklediği sorumluluğumuzun farkına varıp, İmam-ı Zaman’a layık toplumu oluşturacak tohumları ekmeyi nasip etsin.(İQNA)