Dr. John Andrew Morrow: Kerbela’nın çağrısı ve Erbain’in görkemi
Necef-Kerbela yürüyüşü diğer yürüyüşlere benzemiyor. Bazılarınca Cennete giden otoban olarak tanımlanıyor bu yol. Başkalarına göre de Kıyamet Günündeki nihai toplanmanın kostümlü provasına benziyor. Benzersiz bir tecrübe!
İslam'ı kucakladığım günden sonraki 30 yıl boyunca peygamberlerin, imamların ve diğer evliyaullahın (a.s.) kabirlerini ziyaretin öneminin farkında oldum.
Merhametlilerin en merhametlisinin Kur'an-ı Kerim'de buyurduğu üzere “İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalblerin takvasındandır.” (Hacc, 32). Bu ayet ya da semboller bize Allah'ı hatırlatan, bizi O'na hidayet edip yaklaştıran kişi ya da şeyler anlamındadır.
Hz. Peygamber'in ve O'nun pak neslinin kabirlerini ziyaretin de eğer mümkünse, zorunlu olduğunu çok iyi biliyordum. Nitekim Yüce Allah “De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir” (Şura, 23) buyuruyor.
Yakın akrabanın kimliğinde tartışma yoktur. İbn Abbas'ın naklettiği üzere yukardaki ayet nazil olduğunda sahabe “Ey Allah'ın elçisi! Allah'ın bize sevgisini emrettiği akraba kimlerdir?” diye sormuş, o da “Ali, Fatıma ve iki oğlu” diye buyurmuş ve bu cümleyi üç kez tekrar etmiştir.
Hz. Peygamber'in torunu İmam Hüseyin'in, Hz. Fatıma ve Hz. Ali'nin oğlunun konumu da tartışılmazdır. Hz. Rasulullah'ın buyurduğu üzere “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.” (Buhari, Ahmed b. Hanbel, Hâkim, Ebu Nuaym, Dulabi, Tabarani, Tirmizi, İbn Mace, İbn Hacer, Hatib el-Tebrizi)
Allah'ın Elçisi (O'na ve Ehl-i Beyt'ine selam olsun) İmam Hüseyin'in “Cennet gençlerinin serveri” olduğunu da tasrih etmiştir. (Tirmizi, İbn Mace, Tabarani, Nesai, Ahmed b. Hanbel, Hâkim, Ebu Nuaym, Heysemi, Lumzi, İbn Hibban, İbn Hacer, Hatib el-Tebrizi).
Hz. Peygamber (s.a.a.) “Hüseyin'le savaşanla savaşacağını, O'nunla barış içerisinde olanla barış içinde olacağını” buyurmuştur. (Tirmizi, İbn Mace, Hâkim, Heysemi, Tabarani, İbani, Hatip Bağdadi, İbn Hacer Heytemi, Zehebi, Taberi)
Hz. Peygamber (s.a.a.) “Hüseyin'i seveni seveceğini ve O'na öfke duyana öfkeleneceğini” de vurgulamıştır. (İbn Mace, Hâkim, Ahmed, İbn Hacer)
İmam Hüseyin'in 660 senesinde başına gelecek trajik hadise Hz. Peygamber (s.a.a.) tarafından bilinmiyor değildi. Ümmü Seleme, Aişe ve İbn Abbas'ın nakline göre, Yüce Allah Hz. Peygamber'e İmam Hüseyin'in şehadetini göstermiş ve hatta Hz. Cebrail şehitlik meydanından biraz toprak da getirmişti (Tirmizi, Hatib Tebrizi, Ahmed, Beyhaki). Rasulullah (s.a.a.) bu toprağı eşi Ümmü Seleme'ye vermiş, o da onu bir küpte saklamıştı. Hz. Peygamber, torunu şehit edildiğinde toprağın kanlanacağını haber vermiş, o vakit geldiğinde ise bu haber ayniyle gerçekleşmişti.
Bu nedenle ben de devamlı Ehl-i Beyt muhiplerinin “Erbain'e ne zaman gidiyorsun?” sorularına muhatap olmaktaydım. Yargılamıyor, taciz etmiyorlar, sadece bu aşkı paylaşmak istiyorlardı. Yıllar, on yıllar geçti ve cevabım hep aynı kaldı: “Vakti gelince bunu kendim bileceğim.”
İşin doğrusu pek çok kez de Kerbela daveti almıştım. Fakat finansal, mesleki ve şahsi engellerle karşılaştım her defasında. Yıllar boyunca böyle bir yolculuğun altından kalkacak paraya sahip olamadım. Bazı senelerde de aile sorumluluklarım beni bu uzun yolculuktan alıkoydu, bakmam gereken küçük çocuklarım vardı. Pek çok yıl işlerim bu seyahati imkânsız kıldı. Öte yandan Irak'taki güvenlik durumu onlarca yıl süresince hep çok tehlikeliydi.
Her zaman “Zamanı gelince bunu bileceğim ve gideceğim” dedim. Ve bu zaman 2017 Ağustos'unda geldi. Bir üstadım yakınlarda Erbain için Irak'ı ziyaret etmişti. Bu kişi bana dünya ve ahiretteki en büyük dersi veren, Ehl-i Beyt'in (a.s.) sevgisini öğreten şahıstı.
İslam'ı kendi kendime, 13 ila 16 yaşlarındaki özel araştırmalarım sonucunda öğrenmiştim. Aslında her zaman bir Müslüman olduğumu nihayet anladığımda inancıma tanıklık edecek bazı Müslümanları bulmam gerektiğinin farkına vardım. İslam'ı kitaplardan öğrenmiştim, daha önce hiçbir mümin ve amel ehli bir Müslümanla tanışmış değildim.
Maalesef tanıdığım ilk Müslümanlar da Selefi-Vehhabi-Tekfirci-Cihadistler oldu. İki yılımı zihinsel ve ruhsal olarak hasta bu kişiler arasında geçirdim. Hayalimi ne kadar zorlasam da bunların gerçek Müslümanlar olmadıklarını anlamam fazla vaktimi almadı. Hem inanç hem de pratikte Kur'an, Sünnet ve Siret'ten öğrendiğim her şeyin tam anlamıyla antiteziydiler. Miyop dünyagörüşleri yasaklar, bidatler ve tekfir etrafında dönüyordu. Şiddet ve nefret dolu, müsahamasız bu teröristler kısa bir süre sonra da beni “uluslararası cihada” katılmaya iknaya çalıştılar.
Allah'ın inayetiyle ardından bazı Ehl-i Beyt dostlarıyla tanıştım. Onlar derin bir saygıyla Hz. Peygamber, Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin'den (a.s.) bahsediyor, onları övgü ve kutsamayla tazim ediyorlardı. Bu, tanıdığım Selefi-Vehhabilerin durumuyla derin bir zıtlık arz ediyordu. Onlar Hz. Peygamber'i küçümsemekten başka bir şey yapmazlardı. Onun da diğer kişiler gibi olduğunu, Allah'ın vahyi başka herhangi birine de gönderebileceğini iddia ederlerdi.
Bu gülünç nankörler, İbn Teymiyye ve Muhammed b. Abdülvehhab'ın bu çocukları Hz. Peygamber, Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin'e iftira ve hakaret ediyor, Ehl-i Beyt takipçilerini kanlarının dökülmesi caiz kâfirler sayıyorlardu. Bugün geriye baktığımda Allah'ın beni iki kez kurtardığından hiç şüphe duymuyorum: İslam'ı bilmeme cehaletinden ve yanlış ve sahte İslam'dan kurtarılmışım. Çok açık bir şekilde iki gelenek olduğunu görüyordum: Hz. Peygamber'in İslam'ı ve Ebu Süfyan'ın anti İslam'ı, Ali'nin İslam'ı ve Muaviye'nin anti İslam'ı, Hüseyin'in İslam'ı ve Yezid'in anti İslam'ı. Başka bir ifadeyle, Allah'ın İslam'ı ve Şeytan'ın anti-İslam'ı.
Dostum ve üstadım, bana aşkın dersini veren kişi bir insanın Peygamberini sevmeden Allah'ı ve Ehl-i Beyt'i sevmeden de Peygamberi sevemeyeceğini net bir şekilde göstermişti. 2017'de kendisiyle Müslüman Kongresi'nde tanıştığımda Erbain'den bahsederken aşk ve nurla ışıyordu. “Bir insan böylesi bir aşkı tattığında onu sevdikleriyle paylaşmak istiyor. Ben de seni Allah için seviyorum” demiş ve beni kucaklayarak “Allah'ın bana İmam Hüseyin'i (a.s.) ziyareti nasip etmesi” için dua etmişti. Ve duası cevaplandı ve davet geldi.
İmam Hüseyin birisini davet ettiğinde telefon kullanmaz, mail göndermez. Sizi kalbinizin içinden çağırır. Ve bu tam da vuku bulan şeydi. Benim adımı andı, benim kalbimle konuştu. Kalbime, ruhuma hâkim oldu. Davet o kadar güçlüydü ki bir dağı parçalayıp toza çevirebilrdi. Bir insanın gözlerinden coşkuyla yaş getiren bir mutluluğun yoğunluğunu düşünün. İnsanın vücudundaki her atomun “Ya Hüseyin!” demesini tahayyül edin. Şehitlerin Efendisi'nin (a.s.) çağrısı işte böyledir.
İşte o zaman kati surette gitmem gerektiğini anladım. Artık hayır diyemezdim. Allah'ın velisini ziyaret etmeyi hep istemiştim, fakat bir davet bekliyordum. Şimdi izni almıştım. Erbain'in başlamasına ise sadece birkaç hafta kalmıştı. Gitmek için plan yapmalı mıydım? Beni yıllardır davet eden âlimlere mi ulaşmalıydım? Yıllardır hep yaptığım şeyi yapmaya karar verdim: Allah'a tevekkül et. Beni İmam davet etmişse, seyahat düzenlemelerini de yine O ayarlar diye düşündüm. Böyle de yaptı zaten.
Bir arkadaşım “Sana ilettiğim emaili aldın mı?” diye sordu. Hayır deyip önemsiz postalarıma baktım. Evet oradaydı; Yeni Ufuk Vakfı (New Horizon Foundation), İmam Hüseyin Vakfı ile ortaklaşa bir şekilde bir grup bilgin, profesör, diplomat, sanatçı, yazar ve gazeteciyi Kerbela ziyaretine davet ediyordu.
Eşim “Kabul edecek misin?” diye sorduğunda cevabım netti: “Nasıl hayır diyebilirim? İmam'ın davetini reddetmek kendi kimlik ve varlığımı inkâr olur.” Ve böylece kabul ettim.
Bu kadar kısa bir süre içerisinde vize almak çok zor olmasına rağmen Yaratıcıya tevekkül ettim. Ayrılışımdan sadece bir hafta önce babam öldü dirildi, öldü ve dirildi, öldü tekrar dirildi! Toplamda beş kez vefat etti! Eşim tekrar “Hala Erbain'e gidecek misin?” diye sordu. “İmanımın babası daha öncelikli” diye cevapladım.
Cuma öğleden sonra vizemi aldım ve iki gün sonra (Pazar) da Irak için yola çıktım. Yolculuk çok zorlu geçti, ABD'nin ortabatısından kutsal şehir Necef'e varmam molalarla birlikte 24 saati bulmuştu. Akşam 10.30'da otelime vardığımda iyiliksever evsahiplerim Zeyneb Mehanna ve eşi, saygıdeğer film yapımcısı kardeşim Nadir Talebzade ile buluştum. Hemen ertesi gün yürüyüşe başlayacaktık. İmam Hüseyin Vakfının yönetici, rehber ve güvenlik personelinin yetkin ellerine teslim edildik. Profesyonellik ve misafirperverlikleri emsalsizdi.
Necef-Kerbela yürüyüşü diğer yürüyüşlere benzemiyor. Bazılarınca Cennete giden otoban olarak tanımlanıyor bu yol. Başkalarına göre de Kıyamet Günündeki nihai toplanmanın kostümlü provasına benziyor. Benzersiz bir tecrübe! Pek çoğu yalınayak olan tahmini 20-30 milyon ziyaretçi İmam Ali'nin şehri Necef'ten İmam Hüseyin'in şehri Kerbela'ya, 80 km boyunca yürüyor. Tarih, mekân ve zamandan geçen bir yürüyüş bu, aynı zamanda da geleceğe doğru bir yürüyüş. Hz. Peygamber'in halife ve vasisi İmam Ali ile başlayan ve Kufe'de başkentini ve Tanrı'nın yeryüzündeki hükümetini kuracak olan İmam Mehdi ile bitecek olan dosdoğru yol boyunca ilerleyen inancın yolculuğu bu! Ezilenleri özgürlüğe kavuşturacak ve dünyaya adalet getirecek olan On İkinci İmam'ın kuvvetlerinin seferberliği bu. Lebbeyke ya Hüseyn dediklerinde “Lebbeyke Ya Mehdi” diye de sesleniyor, İmam Hüseyin ve İmam Mehdi'ye (a.s.) (Allah zuhurunu çabuklaştırsın) bağlılık ve biatlerini arz ediyorlar!
Irak ezilip hırpalanmış, vahşete maruz bırakılmış bir ülkedir. Baas rejiminin canavarlığından çok çekmiştir. İran ile kardeş kavgasından, Amerika'nın işgal savaşlarından ciddi zarar görmüş, milyonlarca sivil hayatını kaybetmiştir. Irak, altyapı olarak zayıf olmasına ve IŞİD karşısındaki savaşta yüz milyar dolardan fazla para harcamasına rağmen dünyadaki bu en kalabalık dini toplantıya, dünyanın büyük medya kurumlarının sürdürdükleri İslamofobik anlatıyla çeliştiği için önem vermediği bir barış yürüyüşüne gurur ve mutlulukla ev sahipliği yapmaktadır.
Suudiler, ellerindeki milyarlarca dolar, modern bir altyapı ve profesyonellere rağmen birkaç milyon hacıyı ağırlamak için ciddi mücadele vermekte ve bu durum da çoğunlukla feci sonuçlar doğurmakta, binlerce kişi çiğnenerek ölmektedir. Normal günlerde bir buçuk milyon insanı ancak barındırabilen Kerbela şehrinin nüfusu ise Erbain döneminde yirmi otuz kart artmasına rağmen şimdiye dek hiçkimse yaralanmamış, ezilmemiştir, zira tüm müminler ellerinden gelen en iyi şekilde davranmaktadırlar ve İmam Hüseyin (a.s.) aşkında birleşmişlerdir.
20 ila 30 milyon insan hep beraber yürüyor! Hayatın her kesitinden, tüm sosyal sınıflardan insanlar. Tüm ırklardan, uluslardan, tahayyül edilecek tüm dilleri konuşan insanlar. Dünyanın dört tarafından kendi ülkelerinin bayraklarını taşıyan fakat İmam Hüseyin'in (a.s.) sancağı altında toplanan Ehl-i Beyt âşıkları!
Dünyanın dört bir yanından ziyaretçileri ağırlamak için en yoksul insanlar gururla çadır hazırlıyorlar. Neredeyse hiçbir şeyi olmayan insanlar yıl boyu biriktirdikleri her şeyi İmam Hüseyin âşıklarına barınak ve besin sağlamak için sunuyorlar. Necef'ten Kerbela'ya kadar her şey bedava, Allah yolunda ve İmam Hüseyin aşkına! İnsanlar beraber yürüyor, beraber yiyip içiyor, birlikte namaz kılıyor ve uyuyorlar. Kilometrelerce uzayan yol boyunca kurulmuş çadırlarda su, meyvesuyu, çay, yemek, atıştırmalıklar ve insanların dinlenip uyumaları için yerler ikram ediliyor.
Yaşlı başlı insanlar ziyaretçilerin şişmiş ayaklarını yıkayıp masaj yapmak için yalvarıyor -gerçekten yalvarıyorlar-, yine aynı derecede istekli başkaları da ayakkabılarını boyayıp onarıyorlar. Böylesi bir tevazu karşısında tam anlamıyla çarpıldım! Bu Meryem oğlu İsa Mesih'in tevazüsüydü. Ziyaretçilerin ağırlanıp gözetilmesi dini bir vazife addediliyordu. On binden fazla çadır istirahat, yemek, içecek, diş ve tıbbi tedavi servisleri için hazırlanmıştı. Dünyanın neresinde uyandığında, sana tamamen yabancı ev sahibinin sen uyurken elbiselerini yıkayıp ütülediğini görebilirsin?
İmam Hüseyin yolunda, aşk yolundan başka bir şey olmayan burada insanların ziyaretçilerin ağrıyan sırt ve omuzlarına masaj yaptıklarına tanık oldum. Çobanların koyun ve develerini berekete nail olmak için Kerbela'ya getirdiklerini gözlemledim. Yaşlı kadın ve erkeklerin fiziksel limitlerinin sonuna dek kendilerini zorladıklarını gördüm. Hasta, sakat insanların tekerlekli sandalyelerinde kendi başlarına ya da sevdikleri tarafından itilerek yol aldıklarına şahit oldum. Başlarına kızıl bandajlar bağlamış pek çok çocuk ve bebek gördüm. Peygamberin ve Ehl-i Beyt'inin rengi olan siyahlara bürünmüş, insanlık okyanusunun dalgaları gibi hareket eden milyonlarca insan gördüm. Ve bu denizin üstünde de Hz. Peygamber'in sözünü yansıtan Ehl-i Beyt'in Gemisinin suretini: “Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur, yüz çeviren ise boğulur.” (Hâkim, Ahmed, Fahreddin Razi, Bezzar, İbn Hacer Heysemi, Suyut, Tabarani, Dulabi, Kunduzi, Saban)
Yürüyüş semboller açısından aşırı derecede zengin. Evet çok yorucu, disiplin ve özveri istiyor, zira insan ruhunun yolunu, hayat yolculuğunu yansıtıyor. Ve nihayeten de sonsuzca gönül alıcı. Fiziksel ve ruhsal olarak sınırlarımı aştığım bu yürüyüşte eşime yollaldığım mesajlar Erbain'in bendeki etkisini gösteriyor:
“Herşey harika! Çok sevdim. Hayat değiştiren bir tecrübe bu. Lebbeyke ya Hüseyn! Cennetin yeryüzüne dokunduğu bir yer burası. İmamları ziyaret etmen gerekiyor. Hayatın asla eskisi gibi olmayacak.
Hüseyin'in sevgisi kalbini ve ruhunu eritecek. Hiçbir zaman aynı anda bu kadar mutlu ve bu kadar kederli olmamıştım. Allah Hüseyin'i seveni sever. Allah Hüseyin sevgimizi artırsın!
İmam Hüseyin'in kabri karşısında sonsuza dek durabilirim. Onu terkedecek olmak canımı acıtıyor. Keşke burasının gücünü hissedebilseydin! Müslüman olmayan konuğumuz bile buradaki kutsiyeti hissediyor. Burasının bereketi çok güçlü.
Ömür boyu sürecek arkadaşlıklar edindim. Gerçekten harika insanlarla tanıştım. Allah onları kutsasın. Burası inanılmaz: 30 milyon insan beraber yürüyor, beraber namaz kılıyor, yiyor ve uyuyor. Herşey bedava. İmam Hüseyin'in ziyaretçilerini nasıl onurlandırdıklarını görmelisin. Yaşlı insanlar ziyaretçilerin ayaklarını yıkayıp masaj yapmak için yalvarıyorlar. Böylesi bir tevazüyü hiçbir yerde görmedim.
Bu insanların Ehl-i Beyt sevgisi çok ilham verici. İslam'a ve Hz. Peygamber'e adanmışlıkları çok derin. Maneviyatla dopdolular.
Solutucu bir ilaç almak için bir kliniğe gittim. Nefes alamıyordum. Acil serviste sıra beklemedim, para ödemedim. Dostça bir gülümseme sadece. Her şey İmam Hüseyin aşkına. Dualar, mersiyeler, şiir ve salavatlar gece gündüz hiç durmuyor. Sanki ölmüşüm de melekler korosunun ezgileriyle birlikte cennete girmişim. Kalbimi burada bırakacağım.
Hüseyin'in ziyareti 1000 hacca ve 1000 umreye bedel. Buraya gelirken her adımda 1000 günahın siliniyor, 1000 sevap veriliyor ve cennetteki makamın da 1000 derece yükseliyor. Kerbela'yı terkettiğinde insan doğduğu gün gibi günahsız oluyor. Cebrail her gece Hüseyin'in kabrini ziyarete geliyor. Allah'a and olsun ki onun varlığını hissedebiliyorsun.
Bu ziyarete çıkan insanlar Allah'a tevekkül ediyorlar fakat Allah yolunda ölmeye de hazırlar. Allah'tan başkasından korkmuyorlar.
Azınlık olmamak ve dünyanın her tarafından gelen Hak ehli tarafından kuşatılmak çok güzel bir duygu. Burası İmam Mehdi'nin -Allah zuhurunu tez kılsın- başkenti olacak. Allah bana O'nun çağrısına lebbeyk demeyi nasip etsin. Geldiğim günden beri ağlıyorum.”
Kerbela ziyareti maneviyatın zirvesi. Tüm hadiseden aşk fışkırıyor. Hayatım boyunca pek çok dini figürün türbesini, bazı seyyidlerin kabirlerini ziyaret ettim. Her ne kadar Bereket-i Muhammediye buralarda da mevcut ise de hiçbiri İmam Hüseyin'in türbesinden ışıldayan saf manevi kudretle kıyaslanacak cinsten değildi. Milyonlarca diğer ziyaretçi ile birlikte mıknatıs gibi İmam'ın kabrine çekildim. Onun ruhani ışığı önünde sonsuza kadar durabilirim. İmam kıbledir, Allah'a işaret eden ayettir.
Allah'ın inayeti ve izniyle Kerbela ziyaretimi tamamlayabildim. İnancın gücünün pratiğe nasıl yansıdığını gördüm. Mersiye ve salavatların ihlası ruhlarımızı sarsıyordu. Kitlelerin hareketi çok güçlü ve şiirseldi. İmam Hüseyin'in yiğit kardeşi Hz. Abbas'ın kabrini ziyaretle müşerref oldum. Erbain merasimlerinin zirvesinde, duyguların Big Bang gibi infilak ettiği esnada İmam Hüseyin türbesinin VIP bölümünde bulunma fırsatım oldu. Türbelerin Müdürü ve Ayetullah Sistani'nin temsilcisi Şeyh Mehdi ile yaklaşık 50 özel misafirle birlikte hususi bir görüşmemiz oldu. Erbain törenlerini Kutsal Türbenin çatıkatından izleyen birkaç misafirden biri olmakla şereflendim.
İşte orada, kutsal türbenin çatısında, güneş batıp kırkıncı gün, Erbain başlarken, Hüseyin aşkıyla sarhoş milyonlarca Müslüman ile çevrili halde, türbeden yansıyan yüce ışıklar ve renklerle bezeli olarak ayağa kalktım ve ziyaret etmek için onlarca yıl beklediğim mevlam Hüseyin'e selamlarımı yolladım: Es selamu aleyke ya Eba Abdallah! Selam olsun sana ey Resulullah'ın oğlu! Sen benim adımı andın ey İmam! Ben de sana icabet ettim.
Bana bu ziyareti inayet eden Allah'a hamd olsun. Kalbime çağrıda bulunan İmam Hüseyin'e selat ve selam olsun! 2017 Erbain'ine katılmamı sağlayan herkesten Allah razı olsun.
Yüce Allah'ım… Kalbimi Kerbela'da bıraktım…(Dr. John Andrew Morrow (İlyas İslam) / Medya Şafak)