BM'nin kara listesine giren İsrail, uluslararası sistemden izole mi ediliyor?
Bursa Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Burak Darıcılı, İsrail'in bir devlet olarak BM'nin kara listesine girmesinin ne anlama geldiğini kaleme aldı.
Uluslararası medyada güvenilir kaynaklı bazı haberlerde, Birleşmiş Milletler'in (BM) 2023 yılı verilerini içeren “Çocuklar ve Silahlı Çatışmalar Raporu”nun yayımlandığı duyuruldu. Bu raporda, “Gazze'deki son gelişmeler uyarınca İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarında çocuklara karşı ağır ihlallerin yüzde 155 arttığı, bu çerçevede 8 bin 9 ağır ihlal vakasının kayda geçtiği, bu ihlallerin 4 bin 360 çocuğa yönelik gerçekleştiği açıklandı. Bu çocukların, 113'ünün İsrailli, 4 bin 247'sinin ise Filistinli çocuklar olduğunun altı çizildi.
Raporda, Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria ile Doğu Kudüs'teki 4 bin 247 Filistinli çocuğa yönelik 7 bin 837 ihlalin gerçekleştiği ve ihlallerin İsrail ordusu ve İsrailli yerleşimciler tarafından yapıldığı da vurgulandı. İsrail ordusu ve güvenlik güçlerinin, söz konusu ihlallerin 5 bin 698'ine sebep olduğu, İsrail'in 906 Filistinli çocuğu gözaltına aldığı ve İsrail ordusunun Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria ile Doğu Kudüs'te çocukların insani yardıma erişimini engellediği bilgileri de raporda yer aldı.
İsrail artık bir kara liste devleti
Bu kapsamda söz konusu raporla birlikte İsrail, ilk kez çatışmada çocuklara zarar veren aktörlere dair hazırlanan bir kara listeye alındı. Söz konusu rapor ile ilgili olarak ayrıca, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “İsrail ordusu ve güvenlik güçlerinin Gazze, işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te öldürdüğü ve yaraladığı çocuk sayısı karşısında dehşete düşmüş durumdayım. İsrail ordusunun askeri operasyonunun Gazze'de yol açtığı ölüm ve yıkım daha önce hiç görülmemiş düzeyde.” ifadelerini kullandı.
Ortaya çıkan tabloda, İsrail’in BM nezdinde uluslararası toplum karşısında resmi bir raporla açıkça çocuk haklarına yönelik ihlaller yapan bir devlet olarak tanımlanması önemlidir. Bilindiği üzere 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında çoğunluğu kadın ve çocuk 40 bine yakın insan öldürüldü. Yıkılan binaların enkazında kalan ve kayıp olan sivil şahıs sayısı ise tam olarak bilinmiyor. Bu sayının da 10 binden fazla olduğu tahmin ediliyor. Gözaltına alınan, gözaltında ölen ve işkenceye tabi tutulan Filistinli sayısı ise tam bir muammadır.
Uluslararası hukuku, BM kararlarını ve uluslararası anlaşmaları hiçe sayan, adeta kendini sistemin üstünde gören İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve radikal sağcı ortaklarının oluşturduğu hükümetin Gazze’ye yönelik saldırıları ise tüm şiddetiyle devam ediyor. Öte yandan uluslararası toplumun önemli bir kısmının Gazze’de süregelen şiddete yönelik tepkileri de her geçen gün katlanarak artıyor. Bu kapsamda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve bazı Kıta Avrupası ülkelerinin önemli üniversitelerindeki vicdan sahibi gençlerin, İsrail’i eleştiren eylemleri de kayda değerdir. Ayrıca Kıta Avrupası sisteminden İspanya, İrlanda ve Norveç’in Filistin’i resmi olarak tanıma kararı da oldukça kıymetlidir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) alınan İsrail aleyhine kararlar son yıllarda uluslararası sistemdeki güç ve çıkar çatışmaları karşısında göz ardı edilen uluslararası hukukun yeniden etkin olabileceğine dair umutları yeşertiyor. Ortaya çıkan bu gelişmeler, kimi çevreler için, etkisiz, sembolik veya küçük adımlar şeklinde tanımlanabilir. Ancak bizce bu değerlendirme hatalıdır.
İsrail'in psikolojik izolasyonu
Bu kapsamda belki de İsrail’in Batılı bazı ülkelerin anlamsız ve koşulsuz desteğine rağmen uluslararası sistemden psikolojik olarak izolasyonuna doğru adımlar atıldığı değerlendirilebilir. Bu noktada Güney Afrika’nın apartheid rejiminin yıkılmasını sağlayan uluslararası sistemin bu ülkeye yönelik uyguladığı izolasyon politikasının etkinliği hatırlanmalıdır. Bilindiği üzere 1980’lerden itibaren Güney Afrika’daki ırkçı rejime karşı uluslararası toplum, rejimin cezalandırılması için Güney Afrika’yı tüm uluslararası kuruluşlardan çıkararak ve diplomatik ilişkileri keserek türlü yaptırımlar uyguladı. Sonuçta 1994 yılında Güney Afrika’daki ırkçı rejim pes etmek ve geri adım atmak zorunda kaldı.
Görüldüğü üzere İsrail artık çok daha fazla "dışlanmış bir devlettir" ve bu durum mevcut haliyle şimdiye kadar İsrail’i koşulsuz destekleyen ülkeler için artan iç ve dış kamuoyu baskısı nedeniyle artık çok daha büyük bir yüktür. Bu durumun sürdürülebilir olduğunu söylemek iyimser veya tarafgir bir değerlendirme olacaktır. Her fırsatta kendine yönelik eleştirileri Holokost mağduriyeti veya sınırları tam olarak belirlenemeyen antisemitizm suçlamasıyla geçiştirmeye çalışan İsrail için işler eskiye göre uluslararası toplum nezdinde çok daha zordur. Sonuç olarak İsrail’i durduracak tek cezalandırma ve karşı mukavemet tedbiri, İsrail’in uluslararası toplum tarafından dışlanması ve yalnızlığa itilmesi yani izole edilmesidir. Dolayısıyla söz konusu raporu bu kapsamda atılan önemli bir adım olarak değerlendirebiliriz.(Doç. Dr. Ali Burak Darıcılı/AA)