Hüseynî kıyamın irfanî boyutu
“Rabbim! Senden kazana sabretmeyi istiyorum, senden başka tapılacak yoktur, ey sığınanların sığınağı.”
Gökyüzünün hiçbir yıldızı, Kerbela semasındaki yıldızlar gibi böylesine büyüklüğü, azameti ve fazileti görmemişlerdi. Güneş Aşura gününde olduğu gibi titrek yüzünü göstermemişti.
Yeryüzünün hiçbir yeri, Kerbela gibi güzellikle çirkinliği aynı anda yaşamamıştı. İnsanlık tarihi, hiçbir devrim ve inkılâptan “Aşura hareketi” kadar ders almamıştır. Tif bölgesinde tevhit yeniden doğdu, aşk yeni bir mana kazandı, Kur’ân’ın damarlarına taze kanlar akmaya başladı, melekler Âdem’e niçin secde ettiklerinin sırrına vakıf oldular ve tek kelimeyle Allah bütün celal ve cemal sıfatlarıyla tecelli etti.
Abbas’ın kurumuş dudaklarının yanından akan “Alkame” nehri, hakikate susamışlar için durmaksızın marifet, bilgi, edep, vefa, özgürlük ve fedakârlık suyunu sonsuza kadar akıtmaya başladı.
Kerbela alemdarı Abbas’ın bayrağı, hakkın batıla galebesi, kötülüğün yok oluşu ve güzelliklerin kalıcılığını haykırırcasına hala dalgalanmaktadır. Kerbela, tanıma ve insan yetiştirme mektebi olmuştur.
Hiçbir üniversite Kerbela üniversitesi gibi bu kadar başarılı öğrenciler mezun etmemiştir. Dünyanın hiçbir eğitim merkezi Kerbela’daki gibi bu kadar çok ve değişik dersler vermemektedir.
Marifet, aşk, azamet, yiğitlik, ideal için mücadele, sabır, dayanıklılık ve tertemiz kulluk sınıflarında; yetmişlik yaşlı, altı aylık bebek, taze damat, aslan yürekli kadın, siyahî köle, hepsi beraberce omuz omuza oturarak, şehadetin en büyük öğretmeninden dersler almaktalar. Bu öğrenciler, tüm sınavlardan en iyi notla geçerek sonsuza kadar adlarını kalıcı kıldılar. Öyle ki “Nahiye-i Mukaddese” duasında İmam-ı Zaman’ın (a.f) özel selamlarına nail oldular.
Aşura’nın her saniyesinden fazilet ve ahlak kokuları yayılmaktadır, Kerbela’nın her karış toprağında ise kulluğun yüceliği ve hakka teslimiyet görülmektedir. Kerbela kitabının her sayfası kulluk ve izzet harfleriyle yazılmıştır. Bu kitabı satır satır okumak ise imkânsızdır. Bu yüzden biz de bu sayfalarda birkaç yaprakla yetinelim.
1. İmam Hüseyin’in (a.s) azameti ve ahlakından parıltılar
Hiç şüphesiz bütün peygamberlerin ve semavi dinlerin insanlardan istedikleri tek şey tevhittir. İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının başından sonuna kadar da tevhidin dalgalanmakta olduğunu görmekteyiz. İmam, ilk adımından son nefesine kadar hep Allah’ı anmakta onu yâd edip, sürekli hamdı sena etmekte idi. Mekke’den Kufe’ye doğru hareket ederken şöyle buyurdu:
“Allah’a hamdlar olsun, O neyi dilerse o olsun ve kuvvet sadece Allah’tandır.”
Yaralı bedeni kanlar içinde yere düştüğünde, susuz dudaklarıyla gökyüzüne bakarak son nefesinde şöyle buyurdu:
“Rabbim! Senden kazana sabretmeyi istiyorum, senden başka tapılacak yoktur, ey sığınanların sığınağı.”
2. İlahi sorumlulukları yerine getirme ve insani değerleri sağlamlaştırma
Her insan, savaş meydanına çıktığı zaman, bir düzen alarak düşmanı mağlup edip savaşı kazanma peşindedir. İmam Hüseyin de kesinlikle savaştan galip olarak ayrılmayı istemekteydi. Fakat İmam’ın galibiyet ve mağlubiyet hakkındaki düşüncesi farklıdır; herkes de bunu derk edemez.
İmam Hüseyin için başarı, ilahi vazifeyi yerine getirmektir. Şer’i sorumlulukları gerektiği gibi uygulamak, insani değerleri güçlendirmek ve Allah’a doğru ilerleyebilmek; başarıdır. Her ne kadar dıştan bakıldığında mağlubiyet gözükse de, aslında bu büyük bir zaferdir.
Ehlibeyt dostlarından ve İmam Ali (a.s) ile İmam Hüseyin’in (a.s) arkadaşlarından olan Temeh b. Udey, yolda İmam Hüseyin (a.s) ile karşılaştı, İmam ona Kufe’nin durumunu sordu o da şöyle dedi:
“Aşiret reisleri ve Kufe’nin ileri gelenleri, İbn Ziyad’dan aldıkları rüşvet ile düşmanla iş birliği yapmıştır. Normal halkın da kalpleri sizinle ama kılıçları size karşıdır. Ey Peygamberin evladı! Gel vazgeç, benim kabilem olan Tey’e gidelim, orası daha emniyetlidir, düşman oraya ulaşamaz.”
İmam Hüseyin (a.s) ilahi emirlerin uygulanması ve insani değerlerin korunması gerektiğine dikkat çekerek şöyle buyurdu:
“Benimle Kufe’liler arasında bir anlaşma bulunmakta. Onlara söz vermişim, sözümden dönemem.”
Yani Kufe’ye gideceğim, halkın hidayeti için önder olacağım ve bu şehrin idaresini üstleneceğim sözünü vermişim, onlar da benimle olup, yardım edeceklerine dair söz verdiler. Bu uğurda her ne türlü tehlike olursa olsun ben mutlaka sözümde durmalıyım.(Yusuf Tazegün/EHLADER)