Herşey Aksa Tufanı ile başladı
Aksa Tufanı ve sonrasında Gazze direnişi ve şimdi de Lübnan. Tüm bu konuları içeren bir röportaj Muhammed Can tarafından İsrailpost.com.tr yayın yönetmeni Murat Nazlı ile yapıldı.
Sizin uzun yıllara dayanan direniş cephesi hakkındaki bilgilerinizden Türkiye halkının istifade etmesi acısından onların hizmetine sunmak adına, yapacağımız bu belki kısa ama muhteva olarak Türkiye medyasında bulunamayacak doğru bilgileri okuyucuya sunmak adına öncelikle bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Sizin de bildiğiniz gibi İslam inkılabı ile birlikte genelde dünyada ve özelde İslam dünyası diye betimlenen coğrafyalarda önce İslami uyanış sonra İslami direniş ve akabinde gelecek olan İslami zafer aşamalarına detaylı olarak değinemezsek de bugün içinde bulunduğumuz İslami direniş merhalesini baz alarak soruları yöneltmek istiyorum.
-Müsaadenizle ilk sorum; İran’da gerçekleşen İslam inkılabını özünde olup da diğer sistemlerde olmayan temel kalıcı değerler nelerdir ki dünyada var olan diğer ideolojiler, dinler ve mezhepler bu inkılaba karşı adeta tek cephe haline gelerek, gerek soğuk ve gerekse sıcak savaşta birlik olarak İslam inkılabına karşı savaşma ihtiyacı duyuyorlar?
Bismillah…
Evet bir soruya cevap verebilmek için önce soruyu iyi anlamak sonra cevabın temelini kurmak gerekli ki o temel üzerine de doğru ve sıhhatli bir cevaplarımız olsun.
İslam bir inanç ve bizim gibi ülkemizde bölgemizde çok kişi ve toplumlar da İslam’a inanıyor. Fakat tarihte de görüldüğü gibi ve İslami temel kaynakların da aktardığı gibi iman ile amel arasında bir ilişki olsa da inanmak ve inandığın inanç ile amel etmek başka. Maalesef son dönemlerde özellikle modernizm ve daha sonra da Siyonizm’in şeytani metodları, medyanın kara propagandası ile Müslümanlar ve İslam toplumlarında iman-amel ilişkisi bozuldu. Normalde kişi inanır inandığı ile de amel ederdi ve amelsiz iman da olmaz. Fakat modernizm-Siyonizm değişik sosyal-siyasi-toplumsal-medyatik-teknolojik ve özellikle de son dönemlerde de sosyal medya aracılığı ile inancın zayıflamasına, ciddi manada bir cehalete ve sonra da bu cehalet iman-amel ilişkisinin bozulmasına sebep oldu.
1979 İran İslam İnkılabı ile işte bu kopan iman-amel ilişkisi tekrar bağlanmaya ve sağlamlaştırılmaya başladı. İmam Humeyni’nin önderliğindeki bu hukuki-haklı-toplumsal ve meşru inkılap önce şahısların özünde sonra da toplumda bir değişime sebep oldu ve bu değişimin son noktası siyasette inkılap ile Firavun sistemi olan şahlık rejimi yıkıldı ve tevhidi görüşe göre yasası Kuran’a muhalif olmayacak İslam Cumhuriyeti kuruldu.
Dünya istikbarı ve başta ABD-Rusya ve Çin-Batı dünyası olmak üzere bu tevhid-adalet ve direniş hükümetine karşı düşmanlığa başladılar. Zamanla SSCB yıkıldı ve Çin de kültürel devrim sonrası ekonomik değişim ile Batı dünyasına karşı bir direnç göstergesi olarak mücadeleye başladı.
ABD ve İsrail İslam Cumhuriyeti’nden rahatsızlıklarını diktatör Saddam Hüseyin’i İran’a saldırtarak ve inkılabı daha başında sırtlanlara boğdurmak istedi. Fakat Allah’a şükür ki bu şeytani emelleri tutmadı ve SSCB dağılırken, ABD zayıflamaya ve daha sonra da İslam inkılabının motivasyonu desteği ile bölgede ve İslam ülkeleri-toplumlarında direniş oluşmaya ve kök salmaya başladı. Başta Müslümanlar ve dünya Mustazafları da tek bir şey istiyor “Özgürlük ve Refah”. Bu ortak istek dışında Müslümanların üçüncü isteği ise “İslam Cumhuriyeti”dir.
Kısacası tüm Müslüman ve dünya Mustazaflarının tek isteği: “Hürriyet ve adalet”, bunun dışında bir istekleri yok. Bu sağlanırsa diğer tüm iyi şey ve istekler de kendiliğinden oluşacaktır.
Toparlayarak sorunuza cevap verirsek; tüm dünya, Firavun sistemleri onun yerli işbirlikçileri ve Siyonist medya ile sosyal medya İslam inkılabına düşman. Çünkü İslam İnkılabı tüm Müslüman ve Mustazaflara “özgürlük ve adalet” sunuyor, dünyadaki tüm devlet-sistem ve rejimler-izimler bunu başaramadı.
Fransa devrimi sözde milliyetçilik ile dünyayı 1. ve 2. Dünya savaşı ile kan gölüne çevirdi. 1917 Ekim Devrimi ile SSCB-Çin, Kominizim ile insanların dinini yok etmeye çalıştı, insanlara refah ve özgürlük sağlayamadı. 1979 İran İslam İnkılabı ile Müslüman ve Mustazafların aradığı “özgürlük ve refah” artık mümkün.
Siyonizm ve şeytan şimdi bu düşünce ve inancın insanlara ulaşmasını, insanların uyanmasını istemiyor. Fakat 17 Ekim Hamas direnişi ve işgalci rejimin “canlı” izlettirilen Gazze soykırımı ile artık İslam dünyası ve Batı dünyasının Mustazaf halkları uyanmaya başladı.
Kısacası işgalci Siyonist rejim yok olacak ve İslam İnkılabı da Mustazafları uyandıracak. İslam İnkılabının temel direği olan “Velayet-i Fakih” yönetim sistemi ile de adalet ve refah sistemine giden yolda, Hz. Mehdi (saa)’nin “Adalet Devletine” giden süreç ve dönemde, karanlıklar içinden “İlahi tevhid” ve “adalet güneşi” doğacaktır.
-Birinci soruya verdiğiniz yanıtlardan esinlenerek söyle bir soru sorayım.
İmam Humeyni, iman ve amel birlikteliğini halkına öğretip uygulamada başardı ve bu değişimin son merhalesi ile inkılap yapıldı. Ayrıca bütün ‘‘izm”lerin başarısızlığından söz ettiniz.
Sormak istediğim İslam dünyasında imam Humeyni’den önce iman ve amel birlikteliğine pratik örneklik oluşturan liderliğin olmayışı mıydı, yoksa liderlik değil de iman ve amel birlikteliğinin zorunluluğunu bildiren İslam’ın saf dışı bırakılmış olması mıydı? Buna ilaveten, neden Sünni dünyası iman ve amel birlikteliğini pratikte uygulayamıyor, bu birlikteliğin pratikleşmesi sadece Ehl-i Beyt mektebine mi hastır?
Evet, kısaca İslam’da iman-amel birlikteliği var. Ve İslam İnkılabı ile de İmam Humeyni bunu en güzel şekilde uyguladı ve toplumu da bu yönde teşvik etti.
İslam’ın en önemli toplumsal mesajı “Emri bil maruf ve nehyi anil münker..” Yani kısaca “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak.” Bakın bu Kuran’da ayet olarak geçiyor yani bir temenni değil. Müslümanlar üzerine ve varsa İslami otoriteye bu iş vacip-mecburiyet ve bir görevdir. Bu yapılmazsa önce şahıslar sonra da toplum ıslah olmaz, hatta fesada uğrar ki biz bunu tüm İslam dünyası başta olmak üzere Batı dünyasında da yaşıyoruz.
Allah insanı başıboş bırakmadığı gibi toplumlar da başıboş değildir. İnsanların eğitilmesi, “insan-ı kamil” yolunda ilerlemesi gerekirken, toplumlar da ortak bilinç ve benliğini geliştirmeli hayırlı işlerde yardımlaşırken şer işlerden de uzak durmalılar.
Bugün Batı toplumlarındaki çürümenin bu ilkelerden uzaklaşarak şahıslardaki ferdiyetçi-bananeci-bireysel çıkar ve haz duygularına bağlı hatalı yaşantı ve toplumların da fesadı gördükleri halde buna engel olmamaları olduğunu görüyoruz.
İmam Humeyni yalnız Şia tarihi ve kültüründe-siyasetinde değil genel manada İslam tarihini ve İslam toplumunun tarih ve siyasetini değiştirdi. Daha önce Sünni toplumlarda kemikleşen alimlerin siyasete karışmama veya toplumun değişim ve dönüşümüne katkıda bulunarak İslam toplumunu, Medine-i Fazıla’yı kurmak için çalışma yapması gerekirken, hantallaşan ve uyuyan Şia alimlerini de uyandırarak İslam İnkılabı ile de tüm dünyada bir uyanış ve direnişe vesile oldu.
Önce Müslümanlar kendini değiştirmeli sonra da “emri bil maruf ve nehyi anil münker” stratejisi ile de toplumun değişimine katkıda bulunmalı. İşte İslam İnkılabı ile İmam Humeyni’nin başardığı şey buydu. Şahsında iman-amel ilişkisi ve bütünlüğü, toplumda da “emri bil maruf ve nehyi anil münker” vacibiyetini görev bilmek ve bunu uygulamak.
Bu ilkeleri bireysel ve toplumsal olarak uyguladığınızda tüm dünyevi ve şeytani izimler artık ne şahsa ne de topluma yön verebilir. Şahıs ve toplumlar bu maddi-laik ve seküler inançlardan-siyaset ve dünya görüşlerinden lezzet alamaz ve bu hedef için de çalışmazlar. Geriye “tarihin sonu” dediğimiz bu dönemde İslam inanç ve ideolojisi-yaşam biçimi ve medeniyeti kalıyor. Şu anda dünyada Müslüman ve Mustazaf Batı halklarına yaşam motivasyonu, bireysel ve toplumsal inanç ve refah verebilecek tek din-siyaset-yönetim biçimi İslam’dır.
Bugün 46 yıldır İran kuşatma ve ambargo altındaysa sebep budur. Bugün İran ABD kapitalizmi İsrail Siyonizm’i ve Vatikan sekülerizmi ile savaşıyorsa sebep budur. Çünkü SSCB gibi Batı dünyası-ABD imparatorluğu da batıyor. Artık dünya tek kutuplu değil ve çok kutuplu bir güç ve siyaset var. Çibanın başı ve savaşların anası da Filistin-Kudüs’te.
Bugün 76 yıldır Filistin-Kudüs işgal altında. Çünkü ABD ve Batı dünyası bir kanser tümörü olarak yapay İsrail’i bölgeye kendi dünya görüşü-yaşam biçimi ve siyaseti için bir kışla, askeri bir karakol olarak kurdu.
Kısaca bahsedersek İran’ın kuşatılması ve boğulması dışında İslam toplumuna ihanet ve darbe vurulması-parçalanması Filistin yoluyla olacaktı. Fakat Hamas-Filistin İslami Direniş Hareketi’nin 7 Ekim’deki kahraman Aksa Tufanı Operasyonu bu oyunu bozdu. Arap rejimlerinin İsrail ile olan normalleşme ve işbirliği-ihanet siyasetini ortaya çıkardı ve çökertti. Yalnız İslam dünyası değil, Batı dünyası da Siyonizm’in nasıl batıl ve çöken şeytani bir ideoloji olduğunu gördü. Batı dünyasında başta üniversite gençliği olmak üzere düşünen insanlar Siyonizm’in pisliklerini ve işgalci rejim İsrail’in yalanlarını ve gerçek soykırımcı yüzünü gördü. Artık tarih durdurulamaz bir şekilde Batı medeniyeti, Siyonist işgalci rejimin aleyhine akmaya devam ediyor ve edecek.
Tam burada önemli olan konuyu konuşmak gerekli: “Liderlik.”
Evet, salih liderler olmazsa insanlar eğitilemez ve toplum da iyi yönde değişemez. O nedenle İslam paygamberlerden, imamlardan ve fakihlerden bahseder. Kendilerini iman-amel boyutu ile eğitip değiştirenlerin önderliğin de toplumun da değişimi.
Şia tarihinde ve son yüzyıllardaki İslam tarihinde İmam Humeyni müstesna bir yere sahip, çünkü o sıradan bir alim veya sıradan bir direnişçi-lider-önder değil. O yalnız masum ve pak Ehli Beyt soyundan olan İmamlara verilen, büyüklüğün anlaşılması için teşbih yapılarak “önder-lider” manasında bir isim-sıfat olan “imam” adı ile anılıyor.
Şia’nın en önemli ilkesi “Adalet”tir. Bu adaletin sağlanması yolunda da Fakihin adil olması ve önemli bir siyasi-idari doktrin olan Velayet-i Fakih ilkesinin uygulanması- pratiğe dökülmesi gerekir. İmam Humeyni İslam tarihinde kendini ıslah ettikten sonra toplumun ıslahı için Merciiyyet-Fakih konusunu önemseyen ve bunu modern toplumlarda ortaya çıkarıp bunu toplumun ıslahı için Velayet-i Fakih kurumu ile taçlandıran kişidir. Diğer büyük Ayetullahlar gibi İmam Humeyni de toplumun ıslahı için çalışıp siyasete karışmadan devlet yönetimine talip olmadan, Vatikanvari bir çalışma yaparak ömrünü tamamlayıp tarihe de önemli şahsiyet olarak geçebilirdi. Fakat o öyle yapmadı. Başta bazı büyük Şia alimi Ayetullahların karşı çıkmasına rağmen İslam’ı ve Şia’nın mektebi ilkelerini doğru anlayarak-doğru anlatarak ve toplumu da dönüştürerek yalnız bireysel bir değişimi değil, toplumsal bir değişimi de hedef aldı. Ve bunla da sınırlı kalmayarak eğitilmiş ve değişim dönüşüme başlamış toplumu daha iyi dönüştürebilmek ve başka toplum ve insanlara-Mustazaflara da faydalı olması için İslam toplumuna önder olan-insanlığın önderleri Fakihler için oluşturulan fakat İslam toplumunda uygulanmayan Velayet-i Fakih kurumunu anayasal bir kurum yaparak, İslam devletine ekledi ve siyasal nizamı kontrol eden ve denetleyen bir yapı olarak modern tarihteki siyasal-yönetim biçimini almasına katkıda bulundu.
Tekrar sorunuza gelirsek EVET, Ehl-i Sünnet dünyasında iman-amel ilişkisi zamanla zayıfladı ve ortadan kalkmaya başladı.
Batı dünyası ve modernizmin etkisi ve tarikatların da yönlendirmesi ile inancın kalbi-ruhi-manevi olduğu, sosyal yaşamın ise daha farklı olduğu yanlış iddia ve uygulaması pratik hayatta insanlara dayatıldı.
Cemalettin Afgani ve Şehid Seyyid Kutup ile bu yanlış düşünce sorgulansa ve aşılmaya çalışılsa da başarılı olunamadı. Fakat İmam Humeyni bunu kendinde, kendi toplumunda ve daha sonra da Şia dünyası ve İslam dünyasında uygulamaya başladı ve bu konuda da yol aldı ve kısmen de başarılı oldu. Bu süreç hala devam ediyor. Bunu Şia ve Ehli Sünnet camiadaki tartışma ve mücadelelerden biliyoruz.
Devrimin ve İslam İnkılabının devam ettiğini, değişim sürecinin devam ettiğini İran İslam İnkılabına olan düşmanlık, savaş, kuşatma, ambargolardan görüyoruz. İman-amel ilişkisi Şia’ya has bir şey değil bu İslam’ın temel bir ilkesi ve Kuran’ın da bir emri. Fakat Ehl-i Sünnet dünya bunu saray ve padişahların yönetimi sonucu unutmuş, üzerini kapatmış, İslam’ın fıkıh boyutunu da ”içtihat kapısını kapatarak” ortadan kaldırmış. Fakat Şia dünyası böyle değil ve “fıkıh-şeriat-hukuk” ölü değil yaşayan bir fıkıh, fakihler canlı olarak her yeni olaya bir fıkhi çözüm bulmak ve açıklama yapmak zorunda.
Şia dünyasında İmamların vefatı ve gaybeti nedeniyle oluşan toplumun rehber ve önderliği konusu işte bu “Fakih-Mercii Taklid” ve “Velayet-i Fakih” müessesi ile ayakta tutulmuştur. O nedenle İslam dünyasının bir kısmı (Ehl-i Sünnet) uyurken, Şia kısmı da fakihlerin önder ve rehberliği ile aydınların mücadele ve direnişi ile İslam’ın uyanışını ve direnişini temsil ediyor.
Ama Allah’a şükürler olsun ki Ehl-i Sünnet camiadaki bazı alimlerin de uyanışı ile Filistin ve Kudüs davasının da siyasallaşarak dünya gündemine oturması ile İslam genel manada insanların ve toplumların dönüşümünde önder ve tektir.
Batı dünyasının tüm inanç ve modelleri (sözde ve kısmen uygulananların içinde en iyisi gibi gözüken demokrasi-laiklik de dahil) İslam karşında İslam İnkılabı ve Velayeti-i Fakih karşısında iflas etmiştir. Kim bu ilkeleri uygularsa Mümin ve mücahit bir alim ve fakih, kim de bunu topluma uygular ve bu toplumu değiştirirse Velayet-i Fakih sistemini uygulamış olur.
Şu anda bu sistem İran İslam Cumhuriyetinde uygulanıyor, bunun Şii veya Sünni’si olmaz. Bu İslami bir kurum ve yönetim şekli, ibret alan herkes uygulayabilir.
-Çok isabetli tespitlerde bulundunuz.
Son olarak, Aksa tufanı ile başlayan ve sizin de “savaşların anası” diye tanımladığınız bu savaş, gerek İslam ve gerekse diğer dinlerde beklenen “mehleme-i Kübra” yada “Armageddon” diye adlandırılan savaşın ilk aşaması olabilir mi? Veya bu savaşı Yüce Allah’ın Mustazafları yeryüzüne varis kılacağı, evrensel Mehdeviyyet devleti için gerekli olan büyük insanlık ailesinin, ortak akıl ve vicdan olgunluğunun başlangıcı olarak görmek mümkün müdür, sözünü ettiğimiz ortak akıl ve vicdana, direniş cephesinin küresel insani değerleri de diyebilir miyiz?
Ayrıca bize ayırdığınız değerli vaktiniz için okuyucular adına da teşekkürlerimi bildiririm.
Ben teşekkür ederim.
Evet, bu savaş Batı dünyasında Armagedon olarak adlandırılan Kıyamet öncesi son büyük savaşın başlangıcı olabilir. Çünkü iletişim ve ulaşımın bu kadar modernleştiği ve hızlandığı dünyanın eğitim-kültür-medeniyet-insanlık ve demokrasi dedikleri “iyi” yönetimlerin olduğu bir çağda haksız ve hukuksuz bir savaş bir yıl devam ediyor ve soykırım yapılıyor tüm dünya ve kurumları İslam dünyası, devletleri-kurumları ile susuyor ve kimse bu zulmü engellemiyor-engelleyemiyorsa artık tarihin sonuna gelinmiş demektir.
Nasıl dün hak ve batıl savaşı vardı ve tüm ilahi dinlerde onun öncüsü peygamberlerde insanlar ve toplumun hakkın yanında olması zulmün karşısında olması için çalışıldıysa, İmam Hüseyin zamanında nasıl hak onun yanında ve batıl Yezid’in tarafındaysa ve insanlar bunu görüyorsa ve iman-amel ilişkisi buradaki tutumlarına göreyse bugün de yeni bir hak-batıl savaşı var, bugün de yeni bir zamanın Kerbela’sı ve Aşura’sı var.
Bugünün Firavunu, bugünün Yezidi şeytan ABD ve başta İsrail olmak üzere Batılı işbirlikçileridir. Dün nasıl imtihan verildiyse bugün de biz imtihandayız ve tarafımızı belirtmek zorundayız. İslam’ın öngördüğü iman-amel ilişkisi ile olaylara bakıp ya hakkı ya da batılın yanında yer alacağız. Zamanın Kerbela’sında ya Hüseynilerin yanında ya da Yezidilerin yanında olacağız. Burada susmak burada tarafsız olmak yok. Susan ve tarafsızım diyenler de Firavun ve Yezid’in taraftarıdır. Susarak, zulmü görmezden gelerek, hakkı belirtmeyerek ve hakkın yanında durmayarak zamanın Yezid’ine destek vermiş olurlar. Bu hak-batıl savaşında inançlı olmasak-olmasalar bile insanlık adına tüm din-dil-ırk-mezhep ve inançlardan özgür bir şekilde insanlığın-özgürlüğün-adalet ve hukukun yanında olmak gerekli. Bugün ki savaşın bir hak-batıl savaşı olduğu yalnız İsrail işgal ve katliamlarından ABD'nin verdiği destekten değil, tüm insanlığın İsrail soykırımı ve zulmüne karşı birleşmesinden-aynı düşünce ve aynı kalple zulme itiraz edip hak-hukuk demelerinden anlıyoruz. Gazze’deki soykırıma en çok itiraz eden ve protesto edenler ABD’deki üniversitelerin genç insanları ve Batı-Avrupa dünyasının Mustazaf, fakat adalet ve hukuk peşinde olan insanları destek veriyor.
Evet sizin de belirttiğiniz gibi, bu savaş madem ki hak-batıl arasında, haklı olan ve bedel ödeyen Mustazaf ve Mehdevi ilahi adalet devleti peşinde olanlar kazanacak ve İmam Mehdi (saa)’in gelişi ve insanlara önderliği ile son bulacaktır.
Bugün bu hak-batıl savaşında hakkın yanında olanlar bugün bu hak batıl savaşında İlahi peygamber-önderler-imamlar ve onların takipçileri Velayet-i Fakih sisteminin liderinin yanında olanlar zafer kazanacak olanlardır. Bunlar iman-amel ilişkisini anlayan ve yaşayanlar. Bunlar iman edip sabredenler. Bunlar sabırla beraber salih amel işleyenlerdir.
Bugün insanlık, ırk-din-dil-mezhep-kavim ile değil akıl ve vicdan ile hareket ediyor. Bugün insanlık, Mehdevi sistemi kabul edenlerin ortak aklı ve vicdanı ile olaylara bakmakta ve olayları değerlendirmektedir.
7 Ekim sonrası Filistin davasına destek, Siyonizm ile mücadele, İsrail işgali ve soykırımla mücadele, ABD emperyalizmine başkaldırı, Batı medeniyet ve modernizmine reddiye, İran’ın kuşatılmışlığı ve ambargolara karşı direniş, küresel emperyalizmin yerli işbirlikçileri ile yapılan mücadele ve direniş bizi evrensel Mehdevi adalet devletine götürecektir. Bu hareketler, bu savaş, bu direniş bunun göstergesidir. Ve İslam dünyasının direnişçi Müslümanları ile dünyanın vicdan sahibi hukuka saygılı Mustazafları bu konuda bu ilahi ve insani hedef için birleşecek ve ortak hareket edeceklerdir.
-Bu güzel söyleşi için ben tekrar teşekkür eder tüm direniş cephesi ve Mustazaflara Allah’tan sağlık-sıhhat ve zafer nasip etmesini dilerim… (İsrailpost)