Netanyahu ve Gallant’ın tutuklama süreci nasıl işletilecek?
Netanyahu ve Gallant vakası, önceki örneklerden farklı olarak Batılı devletlerin güçlü şekilde desteklediği yetkililer hakkında çıkarılan ilk tutuklama kararları olarak dikkati çekiyor.
UCM, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında çıkardığı tutuklama kararları, İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarından hesap vermesi açısından bir dönüm noktası olarak görülüyor. Bu adımın aynı zamanda İsrail’in Batı’dan aldığı desteğin azalmasına ve giderek yalnızlaşmasına yol açması bekleniyor.
UCM’nin Ön Yargılama Dairesi’nin oy birliğiyle aldığı karar, Netanyahu ve Gallant’ın 8 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de sivillere karşı işlediği suçlara odaklanıyor. Mahkeme, iki İsrailli yetkilinin özellikle açlığı savaş yöntemi olarak kullanmaktan, sivil halkı kasıtlı öldürmekten, zulüm ve diğer insanlık dışı eylemlerden sorumlu olduğuna hükmetti.
Karara ilişkin yapılan açıklamada, İsrail yönetiminin Gazze’deki sivil halka yönelik gıda, su, ilaç, yakıt ve elektrik gibi yaşamsal malzemelerin ulaştırılmasını, özellikle tıbbi malzeme ve ilaçların, anestezi ilaçları ve cihazlarının Gazze’ye girişini kasıtlı olarak engellediği belirtildi. Açıklamada, bahsi geçen nedenlerle doktorların yaralılara ve çocuklara anestezisiz ameliyat yapmak zorunda kalması, insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirildi.
UCM’nin tutuklama kararları, Roma Statüsü’nün 58. maddesi kapsamında çıkarıldı. Mahkeme, Netanyahu ve Gallant hakkında makul şüphelerin bulunduğu, suçların UCM’nin yargı yetkisine girdiği ve şüphelilerin yargılanmasının gerekli olduğu sonucuna vardı.
UCM açısından kurumsal direniş örneği
Kararın en dikkat çekici yanlarından biri, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) gelen yoğun baskı ve tehditlere rağmen alınmış olması. Bu durum, UCM’nin zorlu bir siyasi bağlamda bile kurumsal bağımsızlığını koruyabildiğini ve siyasi baskılara direnme kabiliyetini gösteriyor.
Bu karar, Filistinli mağdurlar ve insan hakları grupları için olduğu kadar mahkemenin kendisi için de önemli bir dönüm noktası. Afganistan, Irak ve Filistin’e ilişkin geçmiş tartışmalı kararlarla itibarı ve meşruiyeti sarsılan UCM için, bu adım somut bir iyileşme çabası olarak görülüyor. Karar, bireysel ceza sorumluluğu düzeyinde hesap verebilirlik açısından da önemli bir adım teşkil ediyor.
UCM’nin yakalama ve yargılama mekanizması
UCM’nin kendi kolluk gücü bulunmuyor. Bu nedenle tutuklama kararlarının uygulanması, Roma Statüsü’nün 86. ve 87. maddeleri gereğince üye ülkelerin yükümlülüğünde. Netanyahu ve Gallant’ın UCM’ye üye 124 ülkeye seyahati durumunda, o ülkenin yetkili makamları tarafından tutuklanıp Lahey’deki mahkemeye teslim edilmesi gerekiyor.
UCM kılavuzunda belirtildiği üzere, yakalama süreci şüphelinin üye ülke topraklarında tespit edilmesiyle başlıyor. Bu durumda ilgili ülkenin ulusal makamları şüpheliyi gözaltına alarak yetkili yargı makamı önüne çıkarıyor. Ulusal mahkeme, öncelikle tutuklama emrinin doğru kişiye yönelik olduğunu ve yakalama işleminin usulüne uygun gerçekleştirildiğini teyit ediyor ve devamında UCM’ye teslim işlemleri başlatılıyor.
Mahkeme, şüphelilerin yakalanması için çeşitli uluslararası mekanizmalardan yararlanıyor. Bu kapsamda Interpol ile yakın işbirliği yapılırken, Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü operasyonları da önemli destek sağlıyor. Ayrıca bölgesel organizasyonlarla koordinasyon kurulması ve UCM’nin Tutuklama Çalışma Grubu’nun aktif rol oynaması, yakalama sürecinin etkinliğini artıran diğer önemli faktörler arasında yer alıyor. UCM özellikle devlet başkanları ve üst düzey yetkililerin yapacakları ziyaretleri ve programları takip ederek gideceklerini açıkladıkları ülkelere önceden tutuklama müzekkeresinin bir örneğini yolluyor ve tutuklama kararının uygulanmasını talep ediyor.
UCM üyesi olmayan devletler de mahkemeyle işbirliği yapabiliyor. Özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin kararıyla yargı yetkisi verilen durumlarda, tüm BM üyesi devletler işbirliği yapmakla yükümlü oluyor. Ayrıca mahkeme, üye olmayan devletlerden de gönüllü işbirliği talep edebiliyor.
İşbirliği yükümlülüklerini yerine getirmeyen üye devletlere karşı çeşitli mekanizmalar işletilebiliyor. UCM, bu durumu Taraf Devletler Meclisi’ne bildirebiliyor ve BM Güvenlik Konseyi’nin sevk ettiği davalarda Konsey’e rapor edebiliyor. Bu mekanizma, Netanyahu ve Gallant hakkındaki tutuklama kararlarının uygulanması sürecinde de test edilecek.
Geçmiş örnekler ve uygulamadaki zorluklar
UCM’nin daha önce devlet başkanları hakkında çıkardığı tutuklama kararlarının uygulanmasında önemli zorluklar yaşandığı görülüyor. Sudan’ın eski lideri Ömer el-Beşir hakkındaki tutuklama kararı, Güney Afrika ve Ürdün gibi UCM üyesi ülkelerin ziyaretlerinde uygulanmadı. Benzer şekilde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkındaki tutuklama emri de Moğolistan tarafından göz ardı edildi.
Diplomatik ve siyasi nedenlerle bazı üye ülkelerin tutuklama kararlarını uygulamaktan kaçındığı durumlar olsa da, hakkında tutuklama kararı bulunan yetkililer tutuklanma tehlikesi sebebiyle genellikle seyahatten imtina ediyor ve bu durum diplomatik açıdan dış ülkelerle ilişkiyi önemli ölçüde kısıtlıyor.
Putin’in BRICS zirvesine katılmak için Güney Afrika’ya gitmekten kaçınması bu etkinin somut bir örneği olarak gösteriliyor. İlerleyen süreçte Netanyahu ve Gallant’ın da benzer şekilde UCM üyesi ülkelere seyahat etmekten kaçınması, UCM üyesi ülkelerin bu tür davetleri geri çekmesi veya Netanyahu ve Galant’ı ülkelerine gelmemeleri yönünde uyarması bekleniyor.
Üye ülkeler için önemli bir sınav
Netanyahu ve Gallant vakası, önceki örneklerden farklı olarak Batılı devletlerin güçlü şekilde desteklediği yetkililer hakkında çıkarılan ilk tutuklama kararları olarak dikkati çekerken, bu durum üye devletlerin işbirliği konusundaki kararlılığını da gösterecek önemli bir örnek teşkil ediyor.
Hollanda, Belçika, Norveç, Kanada gibi bazı ülkeler Netanyahu hakkındaki tutuklama kararını uygulayacaklarını beyan ederken, diğer Batılı ülkelerin tutumunun daha temkinli olduğu görülüyor. 20 Mayıs’taki tutuklama talebi sonrasında Belçika öncülüğünde 93 UCM üyesi ülke, olası bir tutuklama kararını uygulayacaklarını açıklamıştı. Ancak ABD’nin sert tepkisi ve yaptırım tehditleri, bazı ülkelerin pozisyonlarını yeniden değerlendirmesine yol açabilir.
ABD’nin, özellikle olası bir Trump dönemi perspektifiyle, UCM’ye yönelik tehditleri, mahkemenin kurumsal bütünlüğü açısından ciddi risk oluşturuyor. ABD yönetimi, UCM savcıları ve çalışanlarına yönelik yaptırım tehdidinde bulunurken, mahkemeyle işbirliği yapan ülkelere karşı da ekonomik ve siyasi baskı araçlarını kullanabileceğini ima ediyor.
Batılı ülkeler şimdi kritik bir tercihle karşı karşıya: Ya kendi kurdukları uluslararası adalet sistemini koruyacaklar ya da ABD baskısına boyun eğerek kurumsal yapının zayıflamasına göz yumacaklar. Bu tercih, sadece İsrail-Filistin meselesi için değil, uluslararası ceza adaletinin geleceği için de belirleyici olacak.
İsrail’in yalnızlaşması ve siyasi sonuçlar
Tutuklama kararları, İsrail’in uluslararası alandaki hareket kabiliyetini önemli ölçüde kısıtlayacak. Netanyahu ve Gallant’ın UCM’ye üye 124 ülkeye seyahat edememesi, İsrail’in diplomatik temaslarını ciddi şekilde sınırlayacak. Bu ülkeler arasında Kanada, Avustralya, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika ve İsveç gibi İsrail’in geleneksel müttefiklerin bulunması, izolasyonun etkisini artırıyor.
Hakkında tutuklama kararı bulunan bir hükümetle ilişkilerin eskisi gibi devam etmesi, birçok ülke açısından iç politikada sorun oluşturabilir. Özellikle Avrupa ülkelerinde artan Filistin hassasiyeti ve sivil toplum baskısı, hükümetleri İsrail’le ilişkileri gözden geçirmeye zorluyor. Batılı şirketlerin İsrail’le ticari ilişkilerini sınırlandırması da bekleniyor.
İsrail’in en çok zorlanacağı alanlardan biri askeri işbirliği olacak. UCM üyesi ülkelerin İsrail’e silah satışı ve askeri teknoloji transferi konusunda daha temkinli davranması muhtemeldir. Bu durum, özellikle Gazze’deki katliamların sürdürülebilirliğini etkileyebilir.
ABD’nin güçlü desteğine rağmen, İsrail’in uluslararası sisteme entegrasyonu giderek zorlaşıyor. Tutuklama kararları, İsrail’in sadece ABD’ye bağımlı bir dış politika yürütmesini zorunlu kılabilir. Bu durum, İsrail’in bölgesel ve küresel politikalarında önemli değişikliklere yol açabilir.
Kararın eksikleri ve Mahkemenin iki taraflı yaklaşımı
Savcılığın 20 Mayıs’ta İsrailli iki yetkiliyle birlikte üç Hamas lideri hakkında da tutuklama emri çıkarılması talebiyle ortaya koyduğu her iki tarafı da eşit şekilde sorumlu tutmaya çalışan yaklaşımın UCM hakimleri tarafından da takip edildiği görülüyor.
Eski Hamas Siyasi Büro Başkanları İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar’ın ölümüne ve İzzettin el-Kassam Tugayları’nın komutanı Muhammed Deif’in akıbetinin bilinmemesine karşın Mahkeme, Netanyahu ve Gallant’la birlikte Deif hakkında da tutuklama kararı vererek iki tarafı eşitleme çabasını sürdürdü.
Mahkeme, Deif hakkında cinayet, yok etme, işkence, tecavüz ve diğer cinsel şiddet türleri, zalimane muamele, rehin alma ve kişilik onuruna saldırı gibi geniş bir suç listesi oluştururken, bu durum, Deif’e İsrailli yetkililere göre daha fazla suç tipi isnat edilmesi gibi adaletsiz bir durumu ortaya çıkarıyor.
Özellikle tecavüz suçunun listeye eklenmesi, İsrail’in savaşın başından beri yürüttüğü propagandanın mahkeme tarafından kabul edildiğini gösteriyor.
Davada İsrailli yetkili sayısının 2 ile sınırlı tutulması diğer bir eksiklik olarak göze çarparken, Gazze’deki suçlara karışan savaş kabinesindeki tüm üyeler hakkında tutuklama kararı verilmesi ve dava açılması gerekiyor. Bu sınırlı kapsam, İsrail’deki sorumluluğun daha geniş bir çevreye yayıldığı gerçeğini göz ardı ediyor.
İsrailli liderler hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suçlardan tutuklama kararı verilirken, soykırım suçundan tutuklama kararı verilmemesi ve yargılamanın soykırım suçunu içermemesi önemli bir eksiklik olarak dikkati çekiyor. Bu durum Mahkemenin, Gazze’de işlenen suçların gerçek boyutunu yansıtmakta yetersiz kaldığını gösteriyor.(Selman Aksünger/AA)