27 Kasım kimin zaferi kimin hezimeti? / Alptekin Dursunoğlu yazdı...
Kırmızı çizgilerini Hizbullah’ın belirlediği bir anlaşma metnini Amerika ve İsrail’e imzalatan siyasi, askeri ve ekonomik sefalet içindeki Lübnan Devleti değil; Hizbullah’ın sahadaki gücüydü. Bu gerçeklik, kimin zafer kazandığını ve kimin hezimete uğradığını ortaya
Kırmızı çizgilerini Hizbullah’ın belirlediği bir anlaşma metnini Amerika ve İsrail’e imzalatan siyasi, askeri ve ekonomik sefalet içindeki Lübnan Devleti değil; Hizbullah’ın sahadaki gücüydü. Bu gerçeklik, kimin zafer kazandığını ve kimin hezimete uğradığını ortaya koyuyor.
İsrail, Hizbullah’la ateşkes yapmayı kabul ederek 2006 savaşına son veren 1701 Sayılı BM Kararı’na tekrar geri döndü.
1701’e geri dönmek Hizbullah’a karşı 2006 şartlarına göre çok daha üstün konumda olan İsrail açısından ileri bir adım değil, beyaz bayrak kaldırmakla eş değer bir geri adım.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, 2006’da 1701 Sayılı Kararı Hizbullah açısından bir zafer olarak nitelemişti. Bunun bir propaganda veya slogan olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Zira bu karar sonrasında Amerika ve İsrail’in ‘Yeni Ortadoğu’su (1) kurulamamış; Hizbullah hem askeri hem de siyasi açıdan sadece Lübnan’da değil tüm bölgede bir güç haline gelmişti.
Henüz kamuoyu tarafından sırrı çözülemeyen bir istihbarat başarısı, yaklaşık 4 ay önce Amerika ve İsrail’e ‘Yeni Ortadoğu’ düzenini kurma hevesini yeniden kazandırdı.
Direnişin olmadığı ‘Yeni Düzen’in inşası, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 Sayılı Karar’a dayalı yeni bir anlaşma metnine bağlıydı.
İsrail bu hedef doğrultusunda yaklaşık iki buçuk ay önce Hizbullah’a karşı 3 aşamalı bir savaş başlattı.
İsrail’in üç aşamalı Lübnan savaşı
1’inci aşama 17-18 Eylül’de çağrı cihazı ve telsiz saldırılarıyla başladı. 4 binden fazla Hizbullah personeli öldürüldü veya yaralandı. Hizbullah’ın iç iletişimi ve koordinasyonu, ağır darbe aldı.
2’nci aşamada 27 Eylül’e kadar Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrallah da dahil olmak üzere tüm üst düzey liderler öldürüldü.
3’üncü aşamada ise 1 Ekim’den itibaren Lübnan’a kara saldırısı başlatıldı.
İsrail, savaş planının ilk iki aşamasını kusursuz şekilde uyguladı. Hizbullah’a ilk iki aşamada vurulan darbeler, devletleri bile çökertebilecek ağırlıktaydı.
Örneğin Hizbullah’a ilk iki aşamada vurulan darbelerin benzerini 1967’de Cemal Abdulnasır liderliğindeki Mısır’a vuran İsrail, üç Arap devletine 6 gün içinde diz çöktürmüştü.
Bu kolay zaferden dolayı dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, 1967 savaşını “İsrail’in çarpıştığı savaşlardan en az planlananı” diye nitelemişti.(2)
Çünkü birinci aşamada Mısır savaş uçaklarını hangarlarında yok etmesi yeterli olmuş, Mısır’ın yenilgisi Suriye ve Ürdün’ün de diz çökmesine neden olmuştu.
İlk aşamada her üç devlet de yenilgiyi kabullenmiş ve İsrail bu üç ülkeden hayal bile edemeyeceği büyüklükte topraklar işgal etmişti.
Hizbullah’ın 17 Eylül’den sonraki on günde aldığı darbe, Mısır, Suriye ve Ürdün’ün 1967 savaşında aldığı darbeden çok daha büyüktü. Zira en azından Cemal Abdulnasır, Nureddin Atasi ve Kral Hüseyin İsrail terörünün hedefi olmamıştı. Ancak bu üç ülkenin aksine Hizbullah, diz çökmedi.
Halbuki Hizbullah, ilk aşamadaki saldırıdan sonra savaştan çekilseydi, ikinci ve üçüncü aşama hiç başlamayabilir veya Gazze savaşı sonrasına ertelenebilirdi.
İki gün içinde 4 binden fazla personeli savaş dışı kalan Hizbullah’ın teslim olmaması üzerine 2’nci aşamayı da başarıyla uygulayan İsrail, kendini stratejik zaferine bir adım mesafede görüyordu. İsrail’i bu zafere taşıyacak son adım kara harekatı olacaktı.
İsrail için stratejik zafer, direnişsiz bir bölge düzeni kurmaktı. Bu yüzden 27 Eylül’de Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrallah’a yapılan saldırının adı 'New Order' yani ‘Yeni Düzen’ olarak belirlendi.(3)
Nitekim 1 Ekim’de Lübnan’a kara saldırısı da başlatan İsrail rejimi, artık 1701 Sayılı BM Kararı’yla değil 1559 Sayılı Kararı’yla ilgileniyordu.
27 Kasım ‘beyaz bayrak’
Savaşlar genellikle ya bir tarafın beyaz bayrak kaldırıp teslim olmasıyla veya arabulucuların müdahalesiyle imzalanan anlaşmalarla biter. Fakat anlaşmanın arabulucuların müdahalesiyle gerçekleşmesi o anlaşmada beyaz bayrak kaldıran birinin olmadığı anlamına gelmez.
İsrail’le Hizbullah savaşını bitirmiş gözüken 27 Kasım anlaşması, Amerika’nın ‘arabuluculuğu’ ile gerçekleşti.
Peki askerliğini İsrail ordusunda yapmış bir Amerikalının ‘arabulucu’ olduğu bu anlaşmada, hangi taraf beyaz bayrak kaldırdı?
Anlaşmanın içeriği 27 Kasım’da hangi tarafın beyaz bayrak kaldırdığını ortaya koyuyor. Arabulucunun kimliği ise aslında kaldırılan beyaz bayrağın birden fazla olduğunu gösteriyor.
27 Kasım sabah 04.00 itibarıyla yürürlüğe giren ateşkesin içeriği özetle şöyle:
1- “Anlaşma Litani Nehri'nin güneyindeki bölgeyle sınırlı.”
Yani İsrail rejiminin 1 Ekim sonrasındaki iddialarının aksine 1559 Sayılı Karar çerçevesinde Hizbullah’ın Lübnan’ın tamamındaki silahları veya askeri altyapısı gündem dışı. Hizbullah’a Litani Nehri’nin güneyinde askeri altyapı yasağı 2006 tarihli 1701 Sayılı Karar’da da mevcuttu. Ancak 1701 Sayılı Karar ne İsrail’in ihlallerine engel olabildi ne de Hizbullah’ın güneydeki askeri varlığına.
2- “Lübnan ordusunun geçişlerde konuşlandırılmasından bahsedilmesi dışında (Buralarda Lübnan ordusu zaten mevcut) nehrin kuzeyindeki bölgelerden hiç bahsedilmiyor.”
Halbuki İsrail rejimi Lübnan’da dolaşım özgürlüğü istiyordu ve böylece Hizbullah’ın silahlanma veya askeri altyapı kurma girişimlerini bizzat denetlemekten bahsediyordu.
Şimdi bu anlaşmayla Hizbullah’ın askeri varlığını denetlenme rolü Lübnan ordusuna veriliyor. Bu da 2006’dan beri zaten devam eden bir durum. Daha de ötesi, 2006’da bu konuda UNIFIL’e de rol verilmişti.
Lübnan’ın ulusal savunmasını ‘Ordu, millet, direniş’ diye formüle eden Hizbullah, Lübnan ordusunu kendisine bir rakip veya düşman değil tam aksine müttefik olarak görüyor.
Dolayısıyla Litani’nin güneyindeki askeri varlığını denetleme rolünün Lübnan ordusuyla sınırlanması Hizbullah’ı fazlasıyla memnun etti.
3- “Daha önce söylenenlerin aksine Hizbullah'ın silahsızlandırılması ya da Litani Nehri'nin güneyi dışındaki cephaneliğinin dağıtılması konusunda ne açıkça ne de dolaylı olarak anlaşmada hiçbir şey yer almıyor.”
Halbuki İsrail, 1701’in artık yeterli olmadığını belirtiyor ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı kararın uygulanmasını şart koşuyordu. Hizbullah’ın askeri altyapısı aynen devam edecek idiyse o zaman İsrail rejimi neden kara saldırısı başlattı ve neden Lübnan’a dolaşım serbestliği dayatmaya çalıştı?
4- “Anlaşma uluslararası güçlerin (UNIFIL) herhangi bir rolünden bahsetmiyor, bunun yerine güney Lübnan'daki güvenlik otoritesiyle ilgili olarak konuyu Lübnan ordusuyla sınırlıyor.”
Bu ise güney bölgesinde bazen açıkça İsrail rejimiyle işbirliği yapan yabancı güçler yerine Lübnan ordusuna rol tayin edilmesi, Hizbullah açısından 2006 tarihli 1701 sayılı karardan bile daha olumlu bir durum.
5- “Anlaşmanın ihlaline dair şikayetleri alan beş üyeli komite, Nisan 1996 Anlaşmasında belirlenen İzleme Komitesi'nin değiştirilmiş bir versiyonu ve 2006'dan sonra kurulan üçlü komitenin genişletilmiş bir versiyonu.”(4)
İsrail neden beyaz bayrak kaldırdı?
Amerika, İsrail’in Hizbullah’a karşı başlattığı üç aşamalı savaşa doğrudan müdahil olmuştu.
10 Ekim’de Beyrut Havalimanı’na gelen 15 CIA görevlisi, “plakaları olmayan zırhlı araçlarla Amerikan Büyükelçiliği’nin yer aldığı Avkar’a geçti.” Elçilik bünyesinde kurulan ve ajan devşirmek ve teknik araçlarla bilgi toplamak gibi görevler üstlenen bir çalışma grubuna katıldı.(5)
Suudilerin güdümündeki yerel siyasetçilere mezhep çatışmaları için rol verildi.(6) Direniş karşıtı bir cephe kurmak için çalışma başlatıldı.(7)
Nasrullah’ın hayatta olduğu dönemde Hizbullah’ın müttefiki olan siyasi grupların direniş karşıtı kampa katılması için görüşmeler yapıldı.(8)
Bütün bu çalışmalar ABD’nin Lübnan Büyükelçisi tarafından hazırlanan “Hizbullah sonrası Lübnan” planı doğrultusunda yapıldı.(9) Lübnan Ordu Komutanı, cumhurbaşkanlığı rüşveti ile Hizbullah’a karşı ayartıldı.(10)
Bütün bunlara rağmen İsrail rejimi ve askerliğini İsrail ordusunda yapmış ‘Amerikalı arabulucu’, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye tüm lider kadrosu öldürülmüş olan Hizbullah’ı silahsızlandıracak ve İsrail’e Lübnan’da dolaşım özgürlüğü verecek bir anlaşma imzalatamadı.
Cumhurbaşkanı seçemeyen, seçimle iktidar olmuş bir hükümetten yoksun olan, savaş bölgelerinden ordusunu çeken, ekonomisi felçli Lübnan ise dünyanın süper gücü Amerika ile onun bölgedeki uzantısı İsrail’e 1701'de değişikliği kabul etmiyoruz diye şartlar dayattı!(11)
Nihayet İsrail rejimi ile askerliğini İsrail ordusunda yapmış ‘Amerikalı arabulucu’ya Hizbullah’ın askeri altyapısını koruyan ve Lübnan’ın egemenliğini çiğnetmeyen bir anlaşma imzalatmayı başardı.
Bu gerçeklik, kimin zafer kazandığını ve kimin hezimete uğradığını ortaya koyuyor.
Kırmızı çizgilerini Hizbullah’ın belirlediği bir anlaşma metnini Amerika ve İsrail’e imzalatan siyasi, askeri ve ekonomik sefalet içindeki Lübnan devleti değil; Hizbullah’ın sahadaki gücüydü.
İsrail Başbakanı’nın “Hizbullah eskisi gibi değil, onu 10 yıl geri götürdük.” diyerek anlattığı zafer hikayesi, kendi kamuoyu tarafından bile inandırıcı bulunmuyor.
Netanyahu’nun eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Yaakov Amidror, bu ateşkesin İsraillilerin hayalindeki çözüm olmadığını belirtiyor. İsrail ordusunun hem asker hem de ekipman bakımından yıpranmasını gerekçe gösteriyor.
“Hizbullah, Hamas gibi değil. Onu tamamen yok edemeyiz. Bu bir seçenek değildi. Lübnan çok büyük, Hizbullah ise çok güçlü.” diyerek de ateşkesin Hizbullah’ın sahadaki gücünden kaynaklanan bir zorunluluk olduğunu itiraf ediyor.(12)
İsrail medyası ise “İsrail, artık bayrağı Amerikalılara ve Suudilere devretmek zorunda. Hıristiyanlar, Dürziler ve Sünniler gibi mezheplere dayalı olarak özgür Lübnan'ın güçlendirilmesinde çıkarları var.”(13) diyerek Hizbullah yenilgisinin acısını daha büyük bir bölgesel ittifak müjdesi vererek gidermeye çalışıyor.
Hizbullah Gazze’yi terk mi etti?
27 Kasım ateşkesinin Hizbullah açısından tek olumsuz yanı, Lübnan ve Gazze cephelerini ayırması oldu.
Halbuki Hizbullah, bu cephelerin ayrılmasını kabul etmediği için tüm lider kadrosunu, yüzlerce savaşçısını ve halkından binlercesini feda etti. Güney Lübnan, Baalbek Hermel ve Dahiye Gazze’ye döndü.
Peki bu Hizbullah’ın Gazze’yi terk etmesi anlamına mı geliyor?
Filistinliler, ateşkesi Hizbullah’ın Gazze’yi terk etmesi olarak değil, tam aksine İsrail’in yeni bölgesel düzen kurma planını bozması olarak değerlendirdi.
Hamas, İsrail’in “Orta Doğu haritasını değiştirme ve direnişi silahsızlandırma hayallerini yıktığını”(14) belirterek ateşkesi Hizbullah’ın zaferi olarak selamladı. Filistinli diğer direniş grupları da ateşkesin İsrail'in planlarını boşa çıkardığını vurguladı.(15)
Hizbullah, Direniş Ekseni’nin bir parçası olan Hamas’ın Direniş Ekseni ile istişare etmeden başlattığı Aksa Tufanı savaşında Gazze’yi yalnız bırakmadı. 17 Eylül’e kadar destek cephesi rolüyle Gazze cephesinde yer aldı.
Ancak 17 Eylül’den itibaren Lübnan’ın tıpkı Gazze gibi kapsamlı savaşın hedefi olması zaten fiili olarak iki ayrı cephe yaratmış oldu.
İsrail, Gazze cephesinin aksine Lübnan cephesinde kara saldırısında başarısız oldu. Hizbullah’ın ateş gücüne de ancak iki ay dayanabildi.
Dolayısıyla İsrail rejimi kırmızıçizgilerini Hizbullah’ın belirlediği bir anlaşmaya boyun eğerek açtığı ikinci cepheyi sonlandırmış oldu.
Öte yandan Seyyid Hasan Nasrallah’ın sağlığında Hizbullah’ın destek cephesi rolüyle Gazze savaşına katılmasını eleştirmekle birlikte açıkça karşı çıkmayan Lübnan devleti, siyasi grupları ve Şiilerin dışındaki taifeler, 27 Eylül’den sonra savaşın sürdürülmesine karşı çıktılar ve ateşkes istediler.
Gazze liderliği, Gazze halkını temsil ettiği için tek başına savaş veya barış kararı alma yetkisine sahip; ancak Lübnanlı Şiilerin partilerinden biri olan Hizbullah, Lübnan halkı veya devleti adına savaş veya barış kararı alma yetkisine sahip değil.
Dolayısıyla Hizbullah’ın 8 Ekim 2023’ten itibaren ikna ve uzlaşmayla üstlendiği Gazze destek cephesi rolünü 27 Eylül’den sonra sürdürmesi imkansız hale geldi.
Mevcut ateşkes şartları, bundan sonra Hizbullah’ın şimdiye kadarki destek cephesi rolüyle İsrail’e saldırmasına izin vermiyor.
Ancak bu, Hizbullah’ın Gazze’yi terk etmesi anlamına gelmiyor; çünkü destek cephesi rolünü sürdürmenin farklı yöntem ve araçları bulunuyor.
Hizbullah, Filistin’i terk etmemeyi İmam Musa Sadr’ın, Abbas Musevi’nin ve Seyyid Hasan Nasrallah’ın mirası olarak görüyor.
Alptekin Dursunoğlu/YDH
DİPNOT:
1- Hürriyet, 25 Temmuz 2006, Rice: Yeni bir Ortadoğu'nun zamanı geldi
2- Avi Shlaim, Demir Duvar, Çeviren Tuba Demirci, İstanbul: Küre yayınları, birinci basım, Mayıs 2019, s. 340.
3- Times of İsrael, 28 Eylül 2024, IDF says operation to kill Nasrallah was code named ‘New Order’
4- YDH, 27 Kasım 2024, Ateşkes 2006'daki hükümlerin ‘hafifletilmiş’ versiyonu
5- YDH, 14 Ekim 2024, Amerika savaşa dahil oluyor
6- YDH, 21 Ekim 2024, İsrail işbirlikçisi Semir Caca, Lübnan'da Sünni-Şii fitnesi istiyor
7- YDH, 23 Ekim 2024, Direniş karşıtı cephe ve ABD'nin Lübnan planı
8- YDH, 23 Ekim 2024, Direniş karşıtı cephe ve ABD'nin Lübnan planı
9- YDH, 29 Ekim 2024, ABD Büyükelçisinin 'Hizbullah sonrası Lübnan' planı
10- YDH, 14 Kasım 2024, Lübnan Ordu Komutanı Avn'dan Berri'ye güç gösterisi
11- YDH, 24 Ekim 2024, Nebih Berri: Ateş altında müzakere yapmam, 1701'de değişikliği kabul etmiyoruz
13- YDH, 27 Kasım 2024, Netanyahu ateşkesi neden kabul etti?
13- Avi Aşkenazi, Maariv, 27 Kasım 2024, İsrail, Lübnan'a hiç hayal etmediği bir hediye verdi; şimdi bir sonraki hedefle karşı karşıyayız
14- YDH, 27 Kasım 2024, Hamas'tan Lübnan ateşkesi değerlendirmesi
15- YDH, 27 Kasım 2024, Filistin direnişi: Ateşkes, İsrail'in planlarını boşa çıkardı