İran’ın aktif caydırıcılık denklemine dönüş
İran’ın misilleme eylemlerinin başarısı, temelde caydırıcılığa dayalı olan ulusal güvenlik stratejisine bağlıdır.
Uyduruk Siyonist rejimin İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik tırmandırdığı son gerginlik, düşman açısından hesaplanmamış bir maceracılık olarak telakki ediliyor.
İsrail savaş uçaklarının ikisi üst düzey komutan olmak üzere yedi askeri danışmanının şehit olmasına sebep olan Suriye’nin İran büyükelçiliğine saldırısı, münferit bir gelişme değil.
Bu, işgalci rejimin Gazze’de uğradığı tarihi yenilgiyi, uluslararası yalnızlaşmayı aşmak ve içeride yaşadığı krizden kurtulmak için dikkatleri başka yöne çevirme çabalarını gösteriyor.
İran, kadim medeniyeti ve köklü tarihi ile etkili bir uluslararası oyuncu olarak Batı Asya’daki jeopolitik satrançta yer alıyor.
İran’ın zulme karşı adaletten yana, işgalciliğe ve terörizme karşı olan stratejisi, onun bölge politikalarındaki akılcı yaklaşımının kanıtıdır.
Bu strateji, geçici bir tepki değildi ve olmayacak. Tam aksine düşmanlarını caydırmasının ve Gazze, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen gibi eksenlerdeki çıkarlarını ve Müslüman halklara karşı ahlaki ve dini yükümlülüklerini gerçekleştirmesinin temel yapı taşıdır.
İranlı yetkililerin bu saldırıya ciddi bir cevap verileceğine dair sert uyarıları, işgalci rejimin tahrikleri karşısında çıkarlarını ve onurunu savunmaya yönelik sarsılmaz kararlılığını gösteriyor.
İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei’nin İsrail’den tarihi bir örnek oluşturacak şekilde intikam alınacağına dair sözü ve kararlı liderliği, İran’ın Müslüman halkların ve müttefiklerinin çıkarlarını koruma ve düşman karşısında caydırıcılık yaratma taahhüdünü teyit ediyor.
İran’ın müttefikleri sayesinde elde ettiği stratejik derinlik, salt askeri taktiklerin ötesinde kapsamlı bir yaklaşımının olduğunu gösteriyor.
Siyasi, toplumsal ve ekonomik yönleri olan bu çok boyutlu strateji, İran’a geniş çaplı bir nüfuz kazandırıyor.
Bu karmaşık ittifak yapısı İran’a tehdit ve saldırılara geniş bir coğrafi bölgede karşı koymasının garantisini veriyor. Dolayısıyla doğrudan askeri çatışmaların çok ötesinde bu tür misilleme eylemlerini mümkün kılıyor.
İran’ın misilleme eylemlerinin başarısı, temelde caydırıcılığa dayalı olan ulusal güvenlik stratejisine bağlıdır.
Caydırıcılık bir tür güç politikasıdır ve bunun hedefi de rakibin İran’ın çıkarlarına tekrar saldırı yapma motivasyonunu azaltmaktır.
İran’ın askeri ve siyasi liderleri, yapacakları misillemede İsrail’in güvenlik stratejisi tuzaklarından kaçınmanın önemini biliyorlar. Zira İsrail, Gazze’deki yenilgisinden ve Hamas’ı ortadan kaldıramamasından dolayı savaşın kapsamını bölgeye genişletmeye çalışıyor.
Dolayısıyla İran İslam Devrimi Liderinin açık uyarısı doğrultusunda İsrail ani, yıkıcı ve tarihin akışını değiştirecek caydırıcı bir saldırı öngörmelidir.
İşgalci Siyonist rejimin kuruluşundan beri Arap orduları, İsrail’in Amerika ile olan ittifakından dolayı bu rejimi yenemedi.
Ama İran 45 yıldır müttefikleriyle güçlü bir ağ oluşturmaya çalıştı. İran’ın müttefikleri ilkin 2006’daki Lübnan savaşında ve şimdi de aksa Tufanı operasyonunda İsrail’i yendi ve bu işgalci rejimin varlığını belirli bir dönemde ortadan kaldırabileceklerini gösterdi.
Siyonist yetkililerin dediğine göre 7 cephede yani Gazze’de, Batı Şeria’da, Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta ve Yemen’de İran’ın kendisiyle savaşıyor.
Dolayısıyla daha geniş baktığımızda İsrail’in büyükelçiliğe yönelik saldırısını bundan ayrı göremememiz gerekiyor; zira bunu yapmak çatışmanın mahiyetini ve İran’ın kapsamlı stratejisini belirsiz kılıyor.
Suriye’deki İran konsolosluğuna saldırı veya ondan önce Halep’te direniş liderlerine saldırı, İsrail’in Gazze’de, Lübnan’da ve Yemen’deki yenilgilerine karşı bir tepkidir.
Batı Asya’daki çatışmalar gösteriyor ki İran ve Direniş Ekseni, 7 Ekim’den itibaren, Batı Asya’daki üslerine saldırarak Amerika’yı Gazze’deki savaşa doğrudan müdahale etmekten alıkoymuştur.
Ayrıca Kızıldeniz’deki İsrail gemileri, İran’ın lojistik ve istihbarat desteğiyle İran’ın müttefiki olan Yemenliler tarafından vurulmuştur.
Sonuç olarak İran’ın cevabı, İsrail’in kurduğu tuzağa düşmeden uygun, hesaplı ve caydırıcı olmalıdır.
Bu mülahazalar dikkate alındığında açıktır ki İran’ın Yemen, Gazze, Güney Lübnan, Erbil ve benzeri alanlardaki caydırıcılığı, güçlü ve etkilidir.
Bununla birlikte İran’ın Suriye’deki caydırıcılığı, Direniş Ekseni’nin bağlantı halkası olarak Suriye’nin stratejik öneminden dolayı çok hassas şekilde ölçülü davranmayı gerektirmektedir.
Dolayısıyla İran’ın intikamı iki eksene bölünüyor.
Birinci eksen; Suriye’de etkin bir caydırıcılık kurmak için hızlı, net ve askeri taktikler uygulanması.
İran’ın İsrail’e gerçekleşecek saldırısı, farklı olabilir ve çok yönlü mahiyeti onun stratejik konumunu yansıtır. Mümkün olan seçenekler, İsrail’in konsoloslukları olabilir. Zira bu adım, uluslararası yasalarca tanınmış kendini savunma hakkı çerçevesinde olur.
Lübnan, Suriye veya bölgedeki diğer müttefikleri aracılığıyla dolaylı bir şekilde askeri saldırılar ile sorumluluk üstlenilmeyebilir veya uranyum zenginleştirmesi arttırılarak bu bir pazarlık kozu olarak kullanılabilir. Bu tür cevaplar da hem misilleme olur hem de İran’ın kendi çıkarlarını koruma ve caydırıcılık denklemini kurmadaki kararlılığını gösterir.
İkinci eksen, stratejik ve uzun vadelidir. Zira İran İslam Cumhuriyeti, geleneksel müttefiklerini desteklemeye devam eder. Aksa Tufanı’ndan sonra gerek işgal altındaki topraklarda gerekse de Arap ülkelerinde ortaya çıkan yeni müttefikleri kendine çeker.
İran’ın yeni potansiyel müttefikleri, şu sonuca ulaştı ki yalnızca Direniş Ekseni İsrail’i ortadan kaldırabilir ve Filistin davasını destekleyebilir. İran’ın müttefiklerini destekleme modeli, geleneksel destekleme modelinden gelişmiş ve ilerici bir ittifak sistemine dönüşmüş eşsiz bir modeldir.
Bu destek ve değişim, kolektif güvenliği ve caydırıcılığı vurguluyor. Zira İran, devletlerden ve devlet dışı aktörlerden oluşan zengin çeşitliliğe sahip bir ittifaka liderlik ediyor. Bu ittifakın üyelerinin her biri de kendine özgü kabiliyetlere sahiptir.
Şu an kapsamlı bir ittifak haline gelmiş gözüken bu eksen, kolektif güvenlik endişelerini gidermeye, gelecekteki tehditlere karşı koymaya hazırdır. Bu eksenin bileşenleri bağımsızlığa ve taabiyete değil, ortaklık ilişkisine sahiptir.
Bu eksenin operasyonlarındaki askeri perspektif, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü liderliğindeki yaklaşımdan, müttefik gruplara eğitim ve danışmanlık desteğiyle stratejik yardımı kolaylaştırdığı anlaşılıyor.
Bu strateji, hem İran’ın ayak izini asgari düzeye getiriyor ve etkisini garanti ediyor hem yerel aktörlerin gücünü arttırıp onların operasyonel kabiliyetlerini yükseltiyor ve hem de onları İran’ın Filistin davası ve Batı Asya halkları lehine olan daha kapsamlı hedeflerine uyumlu hale getiriyor.
Bu yaklaşımın sonucu olarak, çeşitliliği olan, eğitimli savaşçı güçler, bölgelerinde askeri mücadeleleri koruma ve çeşitli etkilerde bulunma gücü ediniyor.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, İran ittifak ağı tarafından sağlanan stratejik derinlik, dış tehditlere karşı caydırıcı bir faktör ve gücü öteye taşıma mekanizması sağlıyor. Bu da Tahran’ın gelecekteki bölgesel sonuçlardaki ciddi etkisinin göstergesi.
Prensip olarak ideolojik inanca, Kudüs’ün özgürleştirilmesi idealine ve güvenlik endişelerine dayalı olan İran’ın stratejik hesapları, bu ülkenin Ortadoğu'nun jeopolitik manzarasını şekillendirmede bölgesel olmaktan ziyade merkezi bir uluslararası aktör olarak rolünü vurguluyor.
Müttefik ağının esnekliği ve uyarlanabilirliği, Tahran'ın stratejik perspektifi ve Suriye'de etkin caydırıcılık denkleminin yeniden tesis edilmesi gerekliliği, İran'ın bölgede önemli bir oyuncu olarak kalmasını sağlıyor.
İran, geniş ve çalkantılı bir bölgede çıkarlarını savunurken ve nüfuzunu genişletirken bölgesel siyasetin karmaşıklıklarını idare edebilen uluslararası bir aktördür.
(Muhammed Ali Senoberi - Çeviri: YDH)
NOT: Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Hürseda Haber’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.