Hayır, İsrail Yalnız Değil, O halde 'Demir Duvar' Düşüncesini Bırakalım
Çevirmen Notu: İsrail'in iç istihbarat kurumu Şin Bet'in eski direktörü Ami Ayalon ve eski dışişleri müsteşarı Avi Gil, İran'ın düzenlediği Gerçek Vaat Operasyonu'nun İsrail'e kuruluşundan bu yana rehberlik eden stratejik anlayışı da yerle bir ettiği yorumunu yaptı. Haaretz gazetesinde yayımlanan makalelerinde Ayalon ve Gil, Siyonist rejimin oluşan yeni manzarada önce Netanyahu hükümetinden kurtulması gerektiğine dikkat çekti.
* * *
"No, Israel Isn't Alone, So Let's Drop the 'Iron Wall' Thinking"
(Hayır, İsrail Yalnız Değil, O halde 'Demir Duvar' Düşüncesini Bırakalım)
Ami Ayalon & Avi Gil, Haaretz Gazetesi
"İran'ın İsrail'e yönelik hava saldırısının püskürtülmesi yeni bir stratejik gerçekliğin habercisi oldu. ABD'nin son yıllarda kurduğu bölgesel koalisyon, yalnızca füzeleri ve insansız hava araçlarını düşürmekle kalmadı, İsrail'e kuruluşundan bu yana rehberlik eden stratejik anlayışı da yerle bir etti.
Mevcut hükümetin uzun başarısızlık listesi, ayaklarımızın altındaki toprağı kora çeviren geniş kapsamlı stratejik değişiklikleri göz ardı etmesini ve hükümetin diplomatik ve askeri çabalarını ayarlayamamasını da kapsıyor. Hükümet, nahoş gerçeklerden kaçınmaya çalışıyor ve ister bencil siyasi saiklerle ister cehaletten olsun, İsrail'in stratejik rotasını değiştirmeyi reddediyor.
İran'ın saldırdığı gece stratejik saplantılarımıza bir son vermeliydi, zira o gece pek çok köhne varsayımı yüksek sesle çürüttü. Arap ve Batı ülkeleri İsrail'in yardımına koşarak yalnız olmadığını ispat etti.
Dolayısıyla, bu büyük ulusal krizin ortasında, ülke stratejik açıdan kör olan politikacılar tarafından yönetiliyor, bu da felaket kararlara ve paha biçilmez fırsatların heba edilmesine yol açıyor.
Mevcut anlayışın kökenleri, sağcı Siyonist lider Zeev Jabotinsky'nin 1923 tarihli bir makalesinde açıkladığı 'demir duvar' kavramında yatıyor. Esasen kurucu Başbakan David Ben-Gurion tarafından benimsenen bu görüşe göre Arap dünyası, İsrail'in egemenliğini tanımayı reddediyor.
Dolayısıyla güçlü bir orduya sahip bir toplum olarak 'demir bir duvar' inşa etmeliyiz ki düşmanlarımız İsrail'i bir oldubitti olarak tanısın.
Bu daimi tecrit ve varoluşsal tehdit hissi, Moşe Dayan tarafından 1956 yılında yapılan ünlü bir konuşmada çok iyi tanımlanmıştı: "Bu, hazırlıklı ve silahlı, güçlü ve kararlı olmak, bizim neslimizin kaderi. Bu bizim hayatımızın seçimi; yoksa kılıç boynumuza vurulur." Sahiden de İsrail'in savunma stratejisinin muhtevası, sonsuza kadar tek başımıza savaşmaya mahkûm olduğumuzdur.
Bu düşünce, 1979 Mısır barış anlaşması, 1991 Madrid Konferansı, 90'ların Oslo Anlaşmaları, 1994 Ürdün barış anlaşması, 2002 Arap barış girişimi, 2020 İbrahim Anlaşmaları gibi gözlerimizin önündeki bariz değişim işaretlerine rağmen devam ediyor. İsrail'in savunma stratejisini oluşturanlar, bu değişimler ışığında düşüncelerini ve politikalarını değiştirmediler.
İran'ın saldırdığı gece stratejik saplantılarımıza bir son vermeliydi, zira o gece pek çok köhne varsayımı yüksek sesle çürüttü. Arap ve Batı ülkeleri İsrail'in yardımına koşarak yalnız olmadığını ispat etti.
İsrail'in düşmanlarından hiçbirini öldürmek zorunda kalmadığı birkaç saatlik yoğun çatışma, halkımızın artık söylendiği gibi 'yalnız yaşamayacağını' açıkça ortaya koydu.
'Uluslar arasında sayılmayacağız' şeklindeki hatalı varsayımdan kaynaklanan bu kibir artık işe yaramıyor. Tek başımıza olmadığımız ve tehditlere karşı çıkarları bizimkilerle uyumlu olan bölgesel ve uluslararası güçlerle işbirliği yapabileceğimiz ispat edildi.
Bu nedenle İsrail'in ulusal güvenlik stratejisi aşağıdaki hususlara odaklanmalı.
Bölgesel koalisyonun Amerikan ve Arap desteğiyle güçlendirilmesi. Bu koalisyon, İsrail'e yönelik ağır bir İran saldırısını engellemek için bir araya gelebilecek bir güç olduğunu ispat etti.
Bu türden bir koalisyon İran'ın tehditlerine, nükleer silah edinme çabalarına ve bölgedeki terörist güçlere verdiği desteğe karşı bir cevap olacaktır. İsrail'in bu kadar çeşitli tehdide tek başına karşı koyabileceği düşüncesi, geleceğini tehlikeye atan bir yanılsamadır.
ABD ve Batı'nın geri kalanıyla ilişkilerimizi geliştirmek. Bölgesel koalisyonun oluşturulması aktif bir Amerikan liderliği gerektiriyor. Son aylar İsrail'in hem diplomatik hem de askeri anlamda Amerikan desteğine ne kadar ihtiyacı olduğunu gösterdi.
ABD (ve ABD'deki Yahudi cemaati) ile ilişkilerimiz hem İsrail ordusunun niteliksel avantajını hem de uluslararası arenada baskılara karşı koyma kabiliyetimizi sağlar. ABD'nin çıkarlarını hafife alan ve bakanları ABD başkanından küçümseyerek bahseden bir hükümet ulusal güvenliğimize zarar verir.
Benzer şekilde, diğer Batılı ülkelerle, İsrail'in liberal-demokratik ve hukuka saygılı bir devlet olma özelliğini muhafaza etmenin, İran saldırısının engellenmesinde önemi kanıtlanan bu ilişkilerin sürdürülmesi için bir ön koşul olduğu anlayışıyla ilişkilerimizi de geliştirmeliyiz.
Nitekim Nimrod Nir liderliğindeki İbrani Üniversitesi araştırmacılarının bu ay yayınladığı bir rapora göre İsraillilerin yüzde 74'ü, ABD ile savunma ittifakını zayıflatacaksa İsrail'in İran'a saldırmasına karşı çıkıyor.
İsrail-Filistin çatışmasının çözümü için güvenilir bir ufuk sunmak. İsrail, 'çatışma yönetimini' 'diplomatik çözüm yönetimi' ile değiştirmeli. Askerden arındırılmış bir Filistin devletinin kurulmasına yol açacak bölgesel bir anlaşma sadece İsrail'in Yahudi ve demokratik karakterini değil, aynı zamanda Batı destekli koalisyonun istikrarını ve dolayısıyla İsrail'in güvenliğini de sağlayacaktır.
Filistinlilerle varılacak bir anlaşma İsrail'in varlığını inkar eden radikal ekseni zayıflatırken, Arap dünyasında İsrail'in varlığını yavaş yavaş kabul eden ve onunla iş birliği yapmaya hazır olan ılımlı kampı güçlendirecektir. Bu diplomatik ufuk aynı zamanda Gazze'deki tutumumuza da yön vermeli ve Hamas'a karşı savaşımızdaki 'ertesi gün' hesaplarının merkezinde yer almalıdır.
Dolayısıyla, bölgesel değişim eğilimlerine uygun bir ulusal savunma stratejisi üç sütuna dayanmalıdır: 'Sivil güç', 'askeri kudret' ve 'uluslararası meşruiyet'. Böyle bir stratejinin hazırlanması orduya emanet edilemez; 'caydırma', 'ikaz', 'yenilgiye uğratma' ve 'savunma' gibi askeri kavramlara indirgenemez.
Askeri boyut diplomasi, uluslararası konum ve meşruiyet, ekonomi, bilim, toplumsal bütünlük ve dünya genelindeki Yahudi toplumuyla ilişkiler gibi unsurlardan beslenmelidir. Sadece tanklar, denizaltılar ve savaş uçakları değil, bu gibi hususlar İsrail'in ulusal güvenliğini ve caydırıcılığını oluştururken bir araya gelir.
Sıradan İsraillilerin yeni bir ulusal güvenlik stratejisine duyulan ihtiyacın liderlerinden daha fazla farkında olması son derece ilginç.
Nitekim Nimrod Nir liderliğindeki İbrani Üniversitesi araştırmacılarının bu ay yayınladığı bir rapora göre İsraillilerin yüzde 74'ü, ABD ile savunma ittifakını zayıflatacaksa İsrail'in İran'a saldırmasına karşı çıkıyor.
Ayrıca İbrani Üniversitesi Chord Merkezi'nden Prof. Eran Halperin'in Şubat ayında yaptığı bir ankete göre İsraillilerin yüzde 53'ü, Arap ülkelerinin İsrail'i tanıması karşılığında bir Filistin devletinin kurulmasını içeren ABD destekli bir güvenlik düzenlemesini destekliyor.
İsrailliler yeni bir ulusal güvenlik stratejisi oluşturacak bir liderliğe hazır ama böyle bir liderlik henüz sahneye çıkmadı. Benyamin Netanyahu'nun gitmesini isteyen herkes, başbakanın paramparça olmuş güvenlik politikasını, karşı karşıya olduğumuz zorlukları ve fırsatları karşılayacak bir planla nasıl değiştireceklerini de açıklamalıdır."
(Ami Ayalon & Avi Gil, Haaretz - Çeviri: YDH)
NOT: Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Hürseda Haber’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.