Gazze soykırımının ardından dayanışma üzerine dört husus
Gazze’deki yerleşimci sömürgeci soykırımın vahameti bizi bir dayanışma hareketi olarak rolümüzü gözden geçirmeye zorladı. Filistin halkının Siyonizmi ortadan kaldırma mücadelesini, bunu hangi yolla yaparlarsa yapsınlar desteklemeliyiz.
Filistin’deki Siyonist yerleşimci devletin tarihi, topraklarına göz diktiği insanlara karşı uyguladığı kesintisiz bir şiddet zinciridir. Bu ifade, Siyonist mit üreticileri ve liberal Siyonistlerin kurtarılabilir İsrail fantezileri için ne kadar sakıncalı olursa olsun, bir kanaat değildir. Aksine, sadece cehalet, önyargı ya da düpedüz ırkçılığın inkar edebileceği, titizlikle kanıtlanmış, tartışılmaz bir tarihi gerçektir.
O halde, Filistin’deki Siyonist yerleşimci devletin kendisinin kesintisiz bir şiddet zinciri olduğunu söylemek daha doğrudur. Tanımlayıcı özelliği, –varlığının üzerine kurulduğu ve şimdi kaçınılmaz olarak sürdürdüğü– içsel ve temel niteliği, yalnızca bu olmasa da esas olarak, var olmak için topraklarını çaldığı Filistin halkına karşı uygulanan sistematik şiddettir.
Bu şiddet, bugün Gazze’de en soykırımcı ve kitlesel ölçekte olanlardan, daha rutin ama son derece sinsi saldırganlık, aşağılama, haysiyetsizlik ve psikolojik işkence eylemlerine kadar akla gelebilecek –ve çoğu zaman akla gelmeyecek– her biçimde tezahür ediyor.
7 Ekim 2023’ten bu yana, her zaman var olan, kaçınılmaz ve her şeyi kapsayan bu şiddet, son on yılların en uç noktasında, belki de her zamankinden daha açık bir şekilde soykırıma dönüşmüş durumda. Bu tür karşılaştırmalar kaba olsa da, İsrail’in Gazze’ye yönelik dehşet verici saldırısının, bazı ölçütlere göre, 1948’deki Nakba sırasında meydana gelen şiddet ve yıkımın ölçeğini ve şiddetini aştığı tartışılabilir. Filistin’in bu küçük kıyı şeridinde öylesine ahlaksız, acımasız ve geniş çaplı şiddet eylemleri gerçekleştirmiştir ki, bunları anlatan haberlerin dehşetini kavramaya başlamak için bile birkaç kez yeniden okunması gerekmektedir.
Paradoksal olarak, İsrail gazetecilerin Gazze’ye girişini engellerken ve orada bulunan Filistinli gazetecileri ve ailelerini sistematik olarak öldürürken, zulmünün en şok edici kanıtlarından bazıları bizzat failler tarafından gönüllü olarak sağlanıyor. Kendilerine direnme cüretini gösteren yerlilerin kanına ve aşağılanmasına aç, öncelikle dahili, faşizan bir kitleyi besleyen bu askerler, işledikleri iğrenç suçların kanıtlarını sadist bir neşeyle sosyal medyada yayınladılar. Hem kendileri hem de soykırıma varan şiddeti ezici bir çoğunlukla onaylayan ahlaksız izleyicileri, yerleşimci devletlerin sömürgeleştirdikleri halklar üzerinde kurmaya çalıştıkları şiddetli psikolojik hakimiyeti yeniden tesis etmek için çırpınıyorlar. Aksa Tufanı operasyonunun ilk askeri başarısı bu hakimiyeti temellerinden sarstı ve İsrail’in o zamandan beri Gazze’deki direnişi askeri olarak yenememesi bu hakimiyeti daha da zayıflattı.
Hem acı hem de umut dolu bu noktada, dayanışmaya ilişkin dört temel husus zihnimde her zamankinden daha belirgin ve sabit. İster Binyamin Netanyahu’yu istisnai hale getirerek, ister Filistin silahlı direnişini kınayarak ya da öğrenci dayanışma hareketlerinin kullandığı sloganları ukalaca eleştirerek olsun, Filistin dayanışma hareketi içinde Siyonizm’e karşı mücadelenin doğasını ve nasıl kazanılacağını gizleyen, zarar verici şekillerde Siyonizm’i pohpohlama alışkanlığı olan gizli ve açık eğilimler ışığında bunları tekrarlamak gerekiyor.
Bir: Filistinliler silahlı direniş hakkına sahiptir
Filistinlileri yaşam ve haysiyetten yoksun insanlar haline getiren şiddet yanlısı, sömürgeci ontolojinin aksine, Filistinliler sadece bir halk olarak var olmakla kalmayıp, bu varlığı savunmak, süregelen mülksüzleştirme, sömürgeleştirme ve soykırıma karşı direnmek ve silahlı mücadele de dahil olmak üzere gerekli her türlü yolla ulusal kurtuluşlarını sağlamak için ahlaki, yasal ve insani bir hakka sahiptir. Uluslararası Ceza Mahkemesi ya da diğer Batılı kurumlar ne derse desin, ezen tarafın şiddeti ile ezilen tarafın şiddeti arasında asla bir kıyaslama yapılamaz ya da eşdeğerlik kurulamaz.
Filistinlilerin vazgeçilemez silahlı direniş hakkını desteklemek için Haziran 2021’de, birçok yönden kendisinden sonra gelenlerin habercisi olan Sayf al-Quds (“Kudüs’ün Kılıcı”) savaşının ardından yazmıştım. O zamanlar haberdar olsaydım, Rachel Corrie’nin 2003 yılında Gazze’de bir İsrail askeri buldozeri tarafından öldürülmeden sadece haftalar önce annesine gönderdiği bu güçlü sözleri makaleme dahil ederdim:
Herhangi birimizin yaşamı ve refahı tamamen boğazlansaydı, daha önceki deneyimlerimizden dolayı askerlerin, tankların ve buldozerlerin her an üzerimize gelebileceğini ve yetiştirdiğimiz tüm tarlaları yok edebileceğini bildiğimiz gitgide küçülen bir yerde çocuklarla yaşasaydık… ve bu bazılarımız dövülürken ve esir tutulurken olsaydı… sizce geriye kalan kırıntıları korumak için biraz şiddet içeren araçlar kullanmaya çalışır mıydık? Özellikle meyve bahçelerinin, tarlaların ve meyve ağaçlarının yok edildiğini gördüğümde bunu düşünüyorum – sadece bakım ve yetiştirmek için bile yıllar gerek. Sizleri ve bir şeyleri yetiştirmenin ne kadar uzun sürdüğünü ve bunun nasıl severek yapılan bir iş olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de benzer bir durumda çoğu insanın elinden geldiğince kendini savunacağını düşünüyorum. Bence Craig Amca yapardı. Muhtemelen büyükannem de öyle yapardı. Sanırım ben de yapardım.
İki: Siyonizm kurtarılabilir değildir
Filistin davasına desteğimizi ifade ederken ve bu konudaki propagandayı bertaraf ederken, Siyonistlerin kuruntularına, önyargılarına ve alaycı duygusal manipülasyonlarına bir santim bile taviz verilmemelidir. Bir Siyonistin duyguları ve rahatlığı, bir faşistinki kadar dikkate alınmayı ve saygı görmeyi hak eder. Başka bir deyişle: hiç.
Siyonizm iyi huylu bir kültürel kimlik ya da dini inanç değildir; izole edilmesi, karşı çıkılması ve yenilgiye uğratılması gereken cani, sömürgeci ve özünde ırkçı bir siyasi ideolojidir.
Bu cümleyi okumak şok edici ya da duyarsız hissettiriyorsa, bu sadece okuyucunun Siyonizm’in faşizm ve beyaz üstünlüğünün bir biçimi olduğunu henüz kabullenmediği anlamına gelebilir.
Üç: Sloganlarımıza polislik yapmayacağız
Ezilenlerin hiçbir otantik sloganı, onları ezenlerin hoşuna gitmeyecektir. Bu nedenle, Filistin kurtuluş hareketinin temel ve maddi özlemlerini temsil eden sloganları ve terminolojiyi siyaseten veya alenen eleştiren herhangi bir sözde müttefik, kurtuluşa ulaşmak için gerekenleri desteklemeye gerçekten kararlı değildir ve sonuç olarak görüşleri göz ardı edilmelidir.
Dört: ‘İsrail’ son bulmalıdır
Son olarak, İsrail olarak bilinen Siyonist varlık, ABD emperyalizmi tarafından kendi amaçları doğrultusunda sürdürülen bir yerleşimci sömürge projesidir. Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarında eninde sonunda yenilgiye uğrayacak ve sona erecek geçici bir varlıktır. Bu kurtuluş öncelikle sahada bunun için mücadele edenler tarafından sağlanacaktır, fakat o gün gelene ve Siyonist yerleşimci sömürge devleti ortadan kalkana kadar, Filistinlilerin varoluş ve kurtuluş mücadelesine sorumluluklarımızın, yeteneklerimizin ve koşullarımızın elverdiği her şekilde yardımcı olmak hepimizin görevidir.
Nehirden Denize Özgür Filistin
(Louis Allday, Mondoweiss - Çeviri: Erman Çete – @ermancete /Marbuta)
NOT: Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Hürseda Haber’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.