Tarihe karışan ve direnen meslekler
Gelişen teknolojiyle beraber unutulmaya yüz tutmuş meslekler her geçen gün daha da eriyor. Taş ustacılığından antikacılığa, kalaycılıktan değirmenciliğe, emanetçilikten semerciliğe kadar yüze yakın mesleğin çoğu tarihe karışırken bazıları ise direnmeye devam ediyor.
Dünya hızlı değişiyor ve teknoloji akıllara durgunluk verecek şekilde ilerliyor. Teknolojinin ilerlemesi, sanayinin gelişmesi, nüfusun çoğalması gibi pek çok etken bazı mesleklerin yok olmasına sebep oluyor. Bugün taşçılık, hattatlık, değirmencilik, dokumacılık, çömlekçilik, demircilik, kalaycılık, tenekecilik, hancılık, sepetçilik gibi meslekler değişen ekonomik koşulların bir sonucu olarak seri üretime, robotlara, makinelere yenik düştü. Teknolojik seviyesinin bir sonucu olarak kaybolan veya unutulan bazı meslekleri araştırdık. İşte o meslekler;
Taş işlemeciliği
İnşaatlarda taş kullanıldığı zaman taşları yontan, kesen, süsleyen ve üzerine yazı yazan ustalara taşçı, taş ustası, taş yontucusu denir. Taş yontucuları, ufacık elleri ve yufka yürekleriyle ağır, şekilsiz, kocaman taşlara biçim verirler. Taşçılar; binaların yapımında, binaların kapı ve pencere taşlarının yapım ve süslemesinde, köprü inşaatlarında, mezar taşı yapım ve yazımında aranan ve çok değer verilen ustalardı. Taşçılıkta en zor şeylerden biri kilit taşının yapımı ve yerine yerleştirilmesiydi. Tuğla sanayinin gelişmesi, çirkin briketlerin yaygın olarak kullanımına başlanması, beton ve beton türevi yapı malzemelerinin daha kolay uygulanabilmesi ve daha ekonomik olması yüzünden bu meslek kaybolmaya başladı. Günümüzde sayıları çok azalmış olan taş ustaları, eski taş yapıların restorasyon (yenileme) çalışmalarında, zevk sahibi kişilerin lüks konut veya işyerleri yapımlarında ancak aranır olmaktadır.
Saat tamirciliği
Saatin ilk defa seri olarak üretilmesi yaklaşık iki yüzyıl önce ABD’de oldu. Seri üretim ile birlikte yaygınlaşan saat kullanımı günümüzde yerini cep telefonuna bıraktı. Şimdilerde saat takmak bir zevk işi. Saati öğrenmek için illa saat kullanmak gerekmiyor. Bu nedenle de eskilerde çok revaçta olan saat tamirciliği işi, tarihe ha karıştı ha karışacak.
Hattatlık
Hat, Arapça çizgi demektir. İnce, uzun, doğru yol, birçok noktaların birbirine bitişerek sıralanmasından meydana gelen çizgi, çizgiye benzeyen şeyler ve yazı gibi anlamlara gelir. Bu kelime özellikle İslam kültüründe, yazı ve güzel yazı manalarında kullanılmıştır. Hat sanatı Arap harflerinin 6. yüzyıl ve 10. yüzyıl arasında geçirdiği bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. Anadolu halkları Müslüman olduktan ve Arap alfabesini benimsedikten sonra hat sanatıyla ilgilenmeye başlamıştır. Hat sanatında da yazının temel aracı kalemdir. Hat sanatında kalem olarak daha çok kamış kullanılırdı. Kamışın ucu yazılacak yazının kalınlığına göre makta denilen sert maddelerden yapılmış altlığın üstünde eğik olarak tutulur ve kalemtıraş olarak adlandırılan özel bir bıçakla yontulurdu. Celî yazılar ise ağaçtan yapılmış kalın uçlu kalemlerle yazılırdı. Çok ince yazılar için madeni uçlar da kullanılmıştır. Hat sanatında kullanılan mürekkep de özel olarak hazırlanırdı. Yağlı isin çeşitli katkı maddeleriyle karıştırılmasıyla elde edilen bu mürekkep akıcı biçimde yazı yazmayı sağlar, yanlış yazma durumunda da kolayca silinirdi. Hat sanatında kullanılan kâğıtlar da özeldi. Mürekkebi emip dağıtmaması, kaleme akıcılık sağlaması için kâğıtlar âhar denilen bir maddeyle saydamlaştırılırdı.
Takunya
Takunya ya da nalın, kısmen veya tamamen tahtadan yapılmış bir ayakkabı çeşidi. Eskiden tüm camilerde kullanılan takunyaların yerini fabrika çıkışlı naylon terklikler aldı.
Nalbant
Taşıma ve ulaşım sektöründe kullanılan hayvanların nallanması hayvan tırnakları altına demir parçası yani nal ya da nalça çakılması nalbantlığı yaygın bir hale getirmişti. Günümüzde otomobil lastiği ne ise nal da dünün Osmanlısında aynı işlevi görüyordu. Nalbantlar genellikle ulaşım güzergahlarında yer edinirdi.
Mestçi
Kundura ya da pabucun içine giyilen yumuşak ayakkabıya mest denirdi. Değişik türleri vardı. Devenin ayak derisinden yapılanına deve mesti yandan kopçalısına serhatlı mest denirdi. İç mekânların temiz tutulması mest giymeyi gerektiriyordu. Mestçi esnafı ayak ölçüsüne göre çalışırdı.
Sayacı
Saya ayakkabının yumuşak olan üst bölümü yani yüzüydü. Eskiden halk dilinde evlerin giriş kısmında ayakkabıların çıkarıldığı veya konduğu ufak bölüme de saya denirdi. Zamanla ayakkabı anlamında kullanılmaya başlandı. Sayacı dünün ayakkabıcısıydı. Yaygın bir zanaattı. Geniş bir müşteri kitlesine hitap ederdi.
Değirmencilik
Buğday, arpa, mısır, darı gibi tahılların öğütülerek un haline getirildiği yerlere değirmen, bu gibi yerleri işleten veya çalıştıranlara da değirmenci denir. Değirmencilik dünyanın en eski ve hayatî mesleklerinden biridir, ama bugün yok olan mesleklerin başında gelmektedir. El değirmenleri ortalama 50 cm çapında, 15 cm yüksekliğinde, yuvarlak, üst üste iki sert taştan oluşur. Alttaki taşın tam ortasında dökülmüş kurşunla tutturulmuş çelik bir mil bulunur. Üsteki taşın ise ortasında yaklaşık 7- 8 cm çapında oyulmuş bir boşluk olur. Ayrıca üst taşın üzerinde yine dökülmüş kurşunla tutturulmuş çelik bir çevirme kolu bulunur. El değirmeni çalıştırılacağı zaman, üste gelecek taşın oyuk deliği alttaki taşın miline geçecek şekilde değirmen taşları üst üste konulur. Alt taş sabit kalır, üsteki taş çevirme kolu sayesinde alttaki taşın üzerinde yatay olarak çevrilir. Bu çevirme esnasında üsteki taşın ortasındaki boşluktan ne öğütülecekse yavaş yavaş elle dökülür. Kolla birli, ikili ve hatta üçlü değirmen çevrilir. İki taşın arasından öğütülen şey öğütülmüş haliyle çıkar. Bu tip değirmenlerde genellikle pilavlık bulgur, içli köfte ve çiğ köfte bulguru, yarma, mercimek öğütülürdü. Öğütülmüş bulgurun unundan da lapa yapılırdı.
Değirmenler eskiden insan gücünden, hayvan gücünden, su ve rüzgâr gücünden yararlanılarak çalıştırılırdı. Şimdi eskisi gibi değirmenler yok; var olanlar da elektrik enerjisiyle çalışmaktadır. Değirmenlerin yerini un fabrikaları aldı.
Ğurs bölgesinde daha yakın zamanlara kadar çok sayıda değirmen vardı. Bu değirmenler genellikle Ğurs çayı üzerinde su ile çalışan değirmenlerdi. Değirmenler, insanlar için en büyük nimet olan ekmeğin hammaddesi unun elde edildiği yerler olduğu için, mübarek yerlerdi.
Orakçı ve Tırpancı
Orak, ekin ve ot biçmede kullanılan, yarı çember biçiminde, yassı, ensiz keskin ağızlı bir bıçak ve bu bıçağa bağlı bir saptan oluşan bir tarım aracıdır. Orağı kullanana, orakla ot, arpa, buğday gibi tarım ürünlerini biçenlere orakçı denir.
Tırpan ise uzun bir sapın ucuna tutturulan, ot, arpa, buğday gibi ekinleri biçmeye yarayan hafifçe kıvrık, uzun çelik bir bıçaktır. Tırpan sallayanlara, tırpan atanlara, yani tırpanla ot, arpa, buğday gibi tarım ürünlerini biçenlere de tırpancı denir.
Çömlekçilik
Fırınlanarak yapılan kilden eşyalara çömlek, bu işi yapanlara da çömlekçi denilir. Çömlekçi, dikey bir mil üzerinde hızla dönen çarkın/diskin tam ortasına konmuş biçim verilebilir kıvamdaki bir balçık/çamur parçasından çeşitli nesneler yapan zanaatçıdır. Dikey dönen bu çark/disk sayesinde nesneler çok çabuk yapılır. Uzman bir el dahi çarkla bir iki dakika içersinde yapılacak nesneyi çark olmaksızın elle yapılması halinde ancak 2-3 günde yapabilir. Balçıktan yapılan küp, güveç, habene/testi, kâse, saksı ve düdük gibi nesneler kuruduktan sonra kümbet biçiminde yapılmış fırınlarda pişirilir. Sonra da satışa sunulurlar. Çömlekçilik çok eski bir meslektir.
Tenekecilik
Tenekeden çeşitli eşya yapan ustalara tenekeci denir. Tenekeciler tenekeleri kesip biçer, onlara çeşitli şekiller verir, üzerlerine kabartmalar yapar ve lehim yaparak parçaları birleştirir. Teneke yumuşak çelikten üretilen, üzeri kalay kaplı ince sacdır. Binalarda çortan, çatı olukları, soba, soba boru ve dirsekleri, maşrapalar, idare lambaları, huniler, fıskiyeler, pekmez ve yağ-peynir kapları... Tenekeci ustaların hünerli ellerinden çıkan araç gereçlerden birkaçıdır. Diğer kaybolan meslekler gibi tenekecilik de, gıda ve ambalaj sektörünün gelişmesi, maden kömürünün ısıtmada kullanılması ve kaloriferli ısıtma sistemlerinin refah nedeniyle tercih edilmesi gibi nedenlerden gözden düştü.
Kalaycılık
Kalay, gelişimini bakır kaplara borçludur ya da tam tersi, bakır kaplar gelişimini kalaya borçludur. Kalayın bulunması bakırın mutfakta geniş ölçüde kullanımına neden olmuştur. Bakır kaplar tek başına kullanıldığında hava ile teması sonucu oksitlenmesi (kararması) ve yiyecek, içecekle teması sonucuyla da yüzeyde bakırsülfatın oluşması (yeşillenmesi) sonucu –ki buna yaşlılarımız cenk derdi- zehirlenmelere ve ölümlere neden oluyordu. Kalayın bakırla işbirliği, kalaycılık denen bir mesleği ortaya çıkarmıştır. Bakır kapların üzerini kalayla kaplayanlara kalaycı denir. (M. Salih Keskin – İLKHA)