'Şehadeti dualarımızın başına koyar, talep ederiz.'
Mardin'in Kızıltepe ilçesinde hayırlı hizmetlerini sürdüren İrfan-Der'in Kadınlar Komisyonu tarafından, Şubat şehadet ayı münasebetiyle, kadınlara yönelik bir program düzenledi.
Kızıltepe’de faaliyet yürüten İlim-İrfan-Sağlık Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (İrfan-Der) kadın komisyonu tarafından, Kızıltepe Mimar Sinan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi konferans salonunda Şubat şehadet ayı münasebetiyle kadınlara yönelik yapılan programa Kızıltepeli bayanlar yoğun ilgi gösterdi.
Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan programın açılış konuşmasını Nisanur dergisi yazarlarından Sümeyye Ürük yaptı.
Programa katılan Şehit Selahaddin Ürük, Abdulvahap Yersiz ile Hasan Sarıağaç’ın eşleri, şehadete kavuşan eşlerinin hayatları ile ilgili birer konuşma yaptılar.
Şubat ayı ile Şehadet arasında çok ince bağlantıların olduğuna dikkat çeken yazar Sümeyye Ürük, “Bugün içinde bulunduğumuz şehadet ayı Şubat ayı içerisinde, ilahi davanın kurbanları olan şehitleri anmak için toplandık. Şubat ayı ile Şehadet arasında çok ince bağlantılar var. Şubat, kışın soğuğunu bağrında gizler. Şubat’ın hemen akabinde de o soğuk kar eridikten sonra, toprağın dibine çekilir. O soğuk, baharda suya neme, berekete dönüşür ve yemyeşil bir bahar olarak yeryüzünde çıkar. İşte bu Şubat Şehadet ayında böyle bir hassas çizgi vardır. Şehit vermek zordur. Kışın soğuğuna benzer. İnsanın içini dondurur, azim ve fedakarlık gerektiren bir iştir. O soğuğa katlanıldığı vakit, her Şubat’tan sonra baharın gelmesinin kaçınılmaz olduğu gibi, Şubat ayında verilen her şehitten sonra da bir İslam baharı ve uyanışın olması kaçınılmazdır. Bizler gönülden iman etmişiz ki, ölüm asla yokluk değildir. Bilakis ölüm, şu fani dünyadan ebedi hayata bir geçiş köprüsüdür.” dedi.
“Biz Şehadeti dualarımızın en başına koyar daima talep ederiz.”
Ölümün vasıf itibariyle iki çeşit olduğunu Şehadetin ise ölüm kategorisinde olmadığını vurgulayan Ürük, “Vasıf itibariyle ölüm iki çeşittir. Biri cahiliye ölümü, diğeri de şerefli ölüm. İslam düşmanlarıyla savaşılmadan neme lazımcı bir hayat tarzı sürdürerek zulme, küfre, günaha, isyana toplumun ifsadına karşı sessiz durup onaylayan ve bu haliyle kendisine ölüm gelen bir Müslüman’ın ölümü cahiliye ölümüdür. Şerefli ölüm ise, hayat tarzında İslami prensipleri taşıyan, ömrünü İslami hizmetle geçiren birinin, çok arzuladığı Şehadet ile değil de, hastalık yada kaza sonucu vefat edenin ölümü, şerefli ve İslami ölümdür. Bunun tarihteki örneği Hz. Halit bin Velid’in (ra) vefatıdır. Kendisi ömründe yüz savaşa katılmasına rağmen ve vücudunda bir santimlik yarasız yer kalmadığı halde yatakta hastalanıyor. Tam yatakta can verecekken, çevresindekilere diyor ki ‘Yatakta ölmekten Allah’a sığınırım. Tutun beni kollarımdan ayakta can vereyim’ diyerek ayakta can vermiş. Bu da şerefli ve İslamî ölümdür. Bir üçüncüsü var ki, İ’la-i Kelimetullah için, İslam düşmanlarıyla savaş meydanlarında çarpışan, mücadele eden, var olan münkeratları eliyle kaldırmaya gücü yetmiyorsa, canıyla kaldırmaya çalışan insanın ölümü. Biz bu ölümü ölüm kategorisine koymuyoruz. Çünkü biz buna ölüm değil Şehadet diyoruz. Zira Rabbimiz Bakara süresindeki ayeti kerimeyle Allah yolundaki ölüme ölüm denmesinin yasak olduğunu bize bildiriyor. İşte ölüm ile Şehadet arasındaki fark budur. Biz Şehadeti dualarımızın en başına koyar daima talep ederiz. Biri cesaret, şecaat ve hayat verirken, bir diğeri korku ve ürperti veriyor.” şeklinde konuştu.
Daha sonra Şeyma Dağlı’nın İslam davası uğruna çekilen çile, eziyet ve şehitlerin önemi ile ilgili okuduğu şiir, salonda duygu atmosferi oluşturdu.
“Bugün şehitlerin kanıyla ayaktayız”
Şehit Abdulvahap Yersiz’in eşi Züleyha Yersiz ise programda yaptığı konuşmada, bugün ayakta durmalarının şehitlerin sayesinde olduğunu dile getirerek şunları söyledi:
“ Şehitlerin bir canlı şahidi olarak bizim ailenin 5 şehidi vardır. Her biri sadece Allah rızası için yaşadı ve Allah’ın dinini hakim kılmak için mücadele ettiler. Asla bu dünya için bir şey istemediler. Onlar üniversite öğrencileriydiler. Dünya onların elleri altındaydı. Her türlü güzelliği yaşayabilirlerdi. Allah-u Teala onları İslam’la şereflendirdikten sonra dört elle İslam davasına sarıldılar. Bu dünyanın ne malı, ne mülkü, ne eşi, ne evladı her şey onların gözünde bir hiçti. Çünkü onlar için sadece Allahın davası lazımdı. Her 5 Şehit de ayrı ayrı, ahlaklarıyla örnekti bizlere. Bugün eğer biz ayakta durmuş isek ve bir mücadelenin içindeysek, Allah yolunca gözlerini kırpmadan, nazenin bedenlerini feda eden şehitlerin sayesindedir. Dolayısıyla bizler, bugünün gençlerini elde tutabilmek için, gecemizi gündüzümüze katmalıyız. Allah Resulünün hayatını hakkıyla onlara anlatmalıyız.” tavsiyesinde bulundu.
“Ömrünün son nefesine kadar Allahın davası uğruna çalıştı.”
Eşinin dünya hayatını elinin tersiyle ittiğini, son nefesine kadar İslam davası uğruna çalıştığını belirten Şehit Selahaddin Ürük’ün eşi Elif Ürük ise, “Şehidimle 16 sene evli kaldım. Bu 16 yıl içerisinde sürekli evde misafir gibiydi. Şehit sürekli bunu söylüyordu. ‘Bu zamanda bizim evde oturmamız haramdır’ diyordu. Bu 16 yıl içerisinde doğru dürüst birbirimizi göremedik. Şehidin hayatını anlatmaya çalışsak, değil bir iki saat, günlere sığmaz. O ömrünü Allahın ve Resulünün davası uğruna feda etti. Devamlı bize bunu söylüyordu; ‘Attığınız her adım söylediğiniz her sözde Allah’ın hesabını gözetin daha sonra hareket edin.’ Ve sürekli bunu bize tekrarlıyordu. Siz tek başınıza kalsanız dahi, Allahın davasına sahip çıkmanız gerekir. Rabbim ona dünyada güzel bir hayat vermişti ama O, Allah’ın rızasını gözeterek dünya hayatını elinin tersiyle itti. En zor ve tehlikeli dönemde, bölgede gitmediği ve İslam’ı yaymadığı bir yer kalmadı. Ömrünün son nefesine kadar Allah’ın davası uğruna çalıştı.” diye konuştu.
“Şehidin dünyadaki erzakı kitap ile İslami hizmetti”
Hasan Sarıağaç’ın eşi Üzlifet Sarıağaç ise konuşmasında, Şehid eşinin, yaptığı evlilik ile kurduğu yuvayı, sadece İslam’a hizmet amacıyla gerçekleştirdiğini ifade ederek, “O’nun dünyadaki erzakı kitap ve İslami hizmetiydi. Şehit eşimle 2,5 yıl beraber kaldım. O, evliliği sırf Allah rızası için ve yuvasını İslami hizmet için kuran bir şahsiyetti. Özellikle şunu söylüyordu; ’Benim evim çok mütevazi ve hizmet evi olacak. Eve aldığım eşyalar ise misafirlerin hizmetinde kullanılabilecek eşyalar olsun. ’ Eşim çok gençti. hayatının baharında idi. Onun asla dünyevi bir hayali yoktu. Çünkü o Ahiret hayatını kazanmaya göz dikmişti. Rabbim beni böyle bir şahsiyete eş yaptığı için Hamd ediyorum. 2,5 yıllık evliliğimizde ondan çok şey öğrendim. Ondaki sabrı, azmi, cesareti, fedakarlığı, hizmet ve Şehadet aşkını aldım. Şehidim bol bol Kur’an-ı Kerim okurdu. Gece namazlarını kılar, ibadetine çok önem verirdi. Herkes evi için erzak topluyorken, O’nun ise erzakı kitaplar ve İslamî hizmetti. Okuduğu kitapları herkesin okumasını isterdi. Akrabalarına komşularına çok önem verirdi. Yaşlı insanlara ve çocuklara karşı çok şefkatliydi ve onlara değer verirdi. Sofrayı kurduğum zaman, asla tek başına yemek yemez, bundan huzursuz olurdu. ‘ Belki şu an bir yemek lokma bulamayan insanlar var’ der, ve dışarıya çıkıp birilerini getirir, beraber yerdi. Kimseyi bulamayınca da sokaktaki çocukları getirir, onlarla yemek yediği zaman çok mutlu olurdu. Ve sofrada 15 dakikadan fazla oturmayı kendine haram görürdü.” ifadelerine yer verdi.
“Evden yeni elbise ile çıkar eski elbise ile geri dönerdi”
Eşinin Şehadetinden önce, üzerinde bulunana parayı kendisine vererek, dünyalık hiçbir şey ile Rabbinin huzura çıkmak istemediğini, sadece kanı ve imanıyla Rabbinin huzura çıkmak istediğini söylediğini belirten Sarıağaç, “Sürekli bunu derdi. ‘Küfür İslam fıtratı üzerindeki gençlerimize öyle tuzaklar kuruyor ki, biz nasıl yerimizde durabiliriz? Rahatlık bize haramdır’ diyordu. Öyle cömert bir şahsiyetti ki, üzerindeki kendi elbisesini başkalarına veriyordu. Çoğu zaman evden yeni elbiselerle çıkar, eski elbiselerle dönüyordu. Verdiği zaman da öyle sevinçliydi ki, gözlerindeki parlaklığı şimdi daha çok anlıyorum. Öğrenci ve gençlere öyle önem verirdi ki, kendi imkanlarıyla öğrencilerin ihtiyacını temin ediyordu. Bazen maaşını aldığı gün, eve parasız geldiğine şahit oluyordum. İnfak onu çok mutlu ediyordu. Ve şöyle diyordu: ‘Eğer bizler malımızı ve canımızı cennet karşılığı Allah’a satmazsak ucuz Cennet var mı? Allah’ın o yüce cenneti bedava mıdır? Bunun için elimizdeki her şeyi vermemiz lazım’ diyordu. Kış günlerinde öğrenciler evimize geldiği zaman, ıslanan ayakkabılarını ve elbiselerini değiştirirdi. Kendi ayakkabı ve elbiselerini onlara verip evlerine gönderirdi. Hatta bir seferinde sabah dışarıya çıkacaktı. Üzerine giyecek elbisesi kalmamıştı. Şehadetinden 3-4 gün önce eve geldiğinde, cebinde birkaç kuruş parası vardı. Bana vererek dedi ki, ‘Ben Şehit olduğum zaman dünyalık olarak hiçbir şey üzerimde olmasın. Ben Rabbimin huzuruna kanım ve imanımla gitmek istiyorum” dedi.
Duygulu konuşmaların ardından yapılan duayla, Program sona erdi. (Mehmet Aslan-İLKHA)