Farika, Azra ve Nezira Kadınlar
1 - Andolsun birbiri ardınca-marufla gönderilenlere
2 - Rüzgâr gibi sallayanlara
3 - Neşrettikçe neşredenlere
4 - Alamet-i farikalara
5 - Bir zikir bırakanlara,
6 - Bunlar azradır, neziradır
7 - Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır.
8 - Hani o yıldızlar silindiği zaman,
Müfessirlerin hemen tümü Mürselat suresinin başında olan bu ayetlerin rüzgârla veya meleklerle ilgili olduğunu söylemişlerdir. Biz ise bu ayetlerdeki lafızların müennes olmasından hareketle pekâlâ bunların aynı zamanda edep ve hayâ timsali kadınlarımıza taalluk edebileceğini biiznillah görüyoruz.
1 - Andolsun birbiri ardınca-marufla gönderilenlere
Birbiri ardınca ve marufla gönderilmişlerdir. Bunlar toplumun değerlerine tarih ve kültürüne yabancı değillerdir. İthal bir anlayış ve davranışla gelerek toplumu marufun dışına çıkarma projesiyle gönderilmiş değiller.
Bunlar maruf ile gönderilmişler yani münker-soysuz değiller. Fıtrata aykırı, kadının izzet ve edebine muhalif bir düşünce veya davranışla gelmiş değillerdir. Aksine onların her davranışları hayır ve berekettir.
Andolsun birbiri ardınca-marufla gönderilenlere; çok bariz ve en görünür noktada olduğu için horozun ibiğine de “urf” denilir. Bu kadınlar marufla gönderilmiş olduklarından toplum içinde horozun ibiği gibi fark edilirler. Ama hadlerini bilip diklenmezler. Bunlar parmakla gösterilirler ama horozluk taslamazlar.
Andolsun birbiri ardınca-marufla gönderilenlere; aynı kökten gelen atın yelesine de “urf” denilmiştir. Bu hanımlar da atın yelesi gibi narin ve zariftirler, uyumludurlar.
Andolsun birbiri ardınca-marufla gönderilenlere; güzel kokuya da “urf” adı verilir. Bunlar etraflarına hayrın ve ruhun güzel kokusunu yayarlar. Onları güzel koku ve namazla birlikte zikreden Peygamberin (sav) hadisine uygun olarak etraflarında İslam’ın güzel kokusunu yayarlar. Onları gören onlarda imanın, iffet ve edebin kokusunu alır.
Andolsun birbiri ardınca-marufla gönderilenlere; ayette gecen “Mürselat” süt anlamında olan “risl” kelimesiyle aynı köktendir. Buna göre bu kadınlar süt sahibidir. Onlardaki süt hem ilim ve sevgi hem de çocuklarına verecekleri maddi manadaki süttür. Demek ki bunlar asla sütü ihmal etmez. Aksine bu vasıfla gönderilmişlerdir. Mürselat, topluma süt veren annelerdir. Bunlar cahiliye adet ve davranışlarıyla hayâsız ve yersiz işlerle sütlerinin bozulmasına ve toplumun “sütü bozuk” olmasına izni vermezler. Anne olmalarını dolayısıyla sütlerini kesecek hiçbir şeye tenezzül etmezler. Eğer kariyer sevgisi sütlerini kesecekse ondan vazgeçer ama sütlerinden vazgeçmezler.
2 - Rüzgâr gibi sallayanlara
Ayette geçen “asf” başağın özü manasındadır. Başağı latif bir şekilde sallayan rüzgâra da taalluk eder. Buna göre bu kadınlar samanın içinde özdür. Besin ve ürün kaynağıdır. Fesat bulamamış bir tarlaya işaret etmektedir.
Rüzgâr gibi sallayanlara; ayette geçen “asf” “asfı- mekul” ile de bağlantılıdır. Demek ki bunlar bir öze sahiptir. İçi boşalmış sadece şekilden ve kabuktan ibaret kalmış kadınlar değildir.
Rüzgâr gibi sallayanlara; Bu kadınlar hava atmaz, rüzgâr estirirler. Bu kadınlar cahil kadınların havasına kapılmaz, aksine kendileri vakarlarıyla rüzgâra yön verirler.
Rüzgâr gibi sallayanlara; ayette geçen “asf” aynı zamanda içi yenilmiş ekin manasındadır(Fil:5). Bu kadınlar sahip oldukları ruh ve vakar sayesinde başka kadınlar onların yanında sadece kabuktan ibaret bir yemiş, ruhsuz bir ceset gibi görünür. Onların rüzgârıyla kabuktan ibaret kalmış, kurumuş olan ekinler devrilip gider.
Rüzgâr gibi sallayanlara; bu kadınlar “rüzgâr gibi geçti” sözüne konu olmaz. Çünkü bunlar ağırbaşlıdır. Vakar-yük sahibidir. Bu da onları ağır yapar. Bunlar içi yenilmiş bir ekin değildir ki rüzgâr gibi geçsinler.
3 – neşrettikçe neşredenlere
Bu kadınlar çok güzel bir esinti kaynağıdır. Çünkü neşrin bir manası “güzel kokulu bir esinti” demektir. Bunlar karamsarlığa düşmüş, enerjisini yitirmiş kimselere hayat verirler.
Neşrettikçe neşredenlere; Bu kadınlar neşriyat sahibidir. Bunların neşriyatı edeple bezenmiş bir edebiyattır. Sözleri latif cümleleri cemaldendir.
Neşrettikçe neşredenlere; testereye de neşretmekten türeme “minşar” adı verilmiştir. Bunların testereyle ilgisi nedir? Bunlar testere gibi nesle ve topluma şekil verirler. Bunlar Eşleriyle testere gibi bir ilişki içindedirler. Her şeyleri “al-ver” ilkesine dayanır. Çünkü testere bir bu tarafa bir o tarafa hareket ederek yontar. Sadece bir tarafı değil, iki tarafı dikkate alır. Bu nedenle daha çabuk ve daha etkili bir şekilde çalışır. İşte bunlar da bu şekilde eşleriyle “al-ver” dengesine dikkat ederler. Aldıkça verir, verdikçe alırlar.
Neşrettikçe neşredenlere; Bu kadınlar neşrederler nüşuz etmezler. Kolaylaştırır zorlaştırmazlar. Neşretmek; güzellikleri ortaya koymak, nüşuz ise hırçınlık ve edepsizliktir. Neşretmek; güzelliklere zemin olmak, nüşuz ise kariyer peşinde koşmaktır. Neşretmek; tabii bir şekilde gelişmek, nüşuz ise kabarmaktır. Neşretmek; rahatlatmak, nüşuz ise germek ve gerilmektir.
4 – Alamet-i farikalar olarak fark ortaya koyanlara
Bu kadınlar toplumda, bulundukları çevrede alamet-i farikadır. Edepleri, giyim ve kuşamlarıyla farklıdırlar. Bir fark oluştururlar. Ama teşhirci değiller. Çünkü “farika” aynı zamanda “çekinen-utanan” manasındadır. Gerçekten fark ortaya koymak için kendini teşhir etmek gerekmiyor. Bunlar cesur ve çalışkandır ama cüretli ve pervasız değildir.
Bu kadınlar alamet-i farikadır. Başkalarını taklit ederek fark edilmek yerine kendileri bir standart oluşturur. Eşlerine ve çevrelerine karşı statik bir halde olmaz, sürekli farklı güzelliklerle tezahür ederler. Alamet-i farikaları kariyerleri değil sahip oldukları statüdür.
Alamet-i farikalar olarak estetiğin, zarafetin ölçüsünü kendileri ortaya koyar. Onlar her anlamda orijinal tarzdır. Diğer kadınlar onlara bakarak eksiklerini, açıklarını fark eder.
5 - Bir zikir bırakanlara,
Kadın nisadır, nisyandır. Zeker-eril değildir. Aksine o, “ünsa-dişi” olarak ünsiyet sahibidir. Zikir hatırlamak olduğuna göre bunlar anı ve anıyı yaşatır. Eşlerini günlük hesap ve düşüncelerden kurtararak onları rahatlatır. Eşlerine dünya dertlerini unuttururlar.
6 – azra ve nezira olanlara
Bunlar azradır, neziradır. Azra; el değmemiş, kalben ve bedenen bakire olan demektir. Bu kadınlar hem bedenlerini kötülükten korurlar hem de kolay kolay gönüllerini kimseye açmazlar. Beyaz atlı prensleri gelip kendilerine talip oluncaya kadar gönllerini kimseye açmaz. Boş ve anlamsız gönül ilişkileriyle kalplerinin bakireliğini bozmazlar. Azralığı büyük bir makam olarak görerek bunu nezira olmak için hazırlık ve donanım aşaması olarak görürler.
Bunlar azra ve neziradır. Nezira, Nezir’in müennesidir. Nezir, aynı zamanda “nezirde yani adakta bulunan ve kendisini adamaya hazır olan” anlamındadır. “Onlar ki nezirlerini-adaklarını yerine getirirler” ayetinde nezir, adak anlamına gelmektedir. Demek ki bunlar kendilerini adamaya kararlıdır. Azra olarak edep ve hayâ, nezira olarak da fedakârlık timsalidirler. Bunlar kendilerini harcatmaz ama fedakârlık yaparlar.
Nezira hem itaat eden hem de uyarandır. Güzellikte uyumlu, hayırda itaatkâr, yanlışlık ve hata durumunda ise uyarıcıdır.
7 - Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır.
İşte bu vasıflara sahip olan kadın “Mürselat” olur. Mürselatın sırlarının bir kısmını yukarıda zikrettik. Eğer toplum bu vasıflara sahip kadınlardan mahrum olursa kendi sonunu beklesin. Çünkü bu durumda “o toplumun yıldızları söner” bu da onun her türlü güzellikten alamet-i farikalardan mahrum kalacağı anlamına gelir. Bu da o toplumun kıyametidir.
Kadınlarımız ve kızlarımız “Mürselat” oldukları takdirde her zaman yıldızımız parlar. Her zaman âlemin ufkunu süsler ona bir standart bahşeder. Aksi takdirde yıldızlarımız söner.
Yıldızları sönen bir toplum yolunu bulamaz. Çünkü yıldızlar yol göstericidir(Nahl:16).
Yıldızları sönen bir toplum süsünü, güzelliğini ve hayat sevincini yitirir. Çünkü yıldızlar âlemin semasının süsüdür(Saffat:6).
Yıldızları sönen bir toplum şeytana karşı savunmasızdır. Onun ufkunu ve zihnini şeytanlar işgal eder. Çünkü yıldızlar şeytanlara kovucudur(Saffat:7).
Yıldızları sönen bir toplum makamını kaybeder. Hiçbir konuma sahip olmaz. Çünkü her bir yıldızın ayrı ayrı makamı vardır(Vakıa:75).
Abdulhakim Sonkaya / İnzar Dergisi – Şubat 2015 (125. Sayı)