AB’yi zor günler bekliyor
Avrupalı liderlerin Gaziantep ziyaretine bakıldığında AB-Türkiye ilişkilerini nasıl bir süreç bekliyor?
Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile Almanya Başbakanı Angela Merkel'in de aralarında olduğu Avrupalı misafirleri Gaziantep'te adeta şov yaptı. Nizip Kampı'na üstünde keskin nişancıların olduğu büyük otobüslerle varışlarından, kentin Başbakan Merkel'in fotoğrafının ve Almanca "Mültecilerle Dayanışma" sloganının yer aldığı posterlerle süslenmesine, her şey mükemmel bir biçimde planlanmıştı. Basın toplantısında Davutoğlu, Türkiye'nin Avrupa ailesinin bir parçası olduğunu vurguladı. Avrupa klübüne dahil olmak Türkiye'nin on yıllardır süren ama gerçekleşmeyen rüyası. Suriyeli sığınmacılar sayesinde Türkiye adımını kapıdan içeri atmaya bir adım daha yaklaştı.
Kuşkusuz Türkiye, tüm dünyada sığınmacılara nasıl davranılacağının en iyi örneği olarak bir gurur taşıyor. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk'ın Türkiye'ye övgüsü, kamplar söz konusu olduğunda hak edilmiş bir övgüdür. Türkiye'nin Esad rejiminden kaçan Suriyelilere sınırlarını açmış olduğu bilinen bir gerçektir. Bu, hiçbir ülkenin yapmadığı insani tutumdu. Şimdi, yaklaşık 5 yıl sonra sığınmacıların büyük çoğunluğu kampların dışında gerçek bir perspektife sahip olmadan hayat mücadelesi veriyor. Onları günün birinde Suriye'ye geri gönderme düşüncesi sahada olup biteni gerçekçi bir biçimde okuyamamaktır. Yani daha büyük sorun, Türkiye'nin ülkesine kalmak için gelen 3,1 milyon insanı nasıl entegre edeceği ve Avrupa'nın bu noktada yardım etmeye ne kadar gönüllü olduğudur.
Karşılıklı güven
Son ziyaret Avrupa'nın sığınmacıları Türkiye'de tutmak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu gösterdi. Bunun iki belirgin işareti var. İlki, Başbakan Merkel de dahil olmak üzere tüm liderlerin Türkiye'de ifade özgürlüğü ve insan hakları ihlalleri gibi nazik konulara girmeme konusunda gösterdiği titizlik. Avrupa'nın Türkiye'nin işlerine karıştığı günler geride kaldı. Davutoğlu “Türkiye'yi imtihan salonunda tutarmışçasına sürekli soru sormak kimsenin haddi değil” diyerek bunu ifade etti.
İkinci işaret, Avrupa AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans'tan geldi. Yakın zamana kadar Avrupa uluslararası organizasyonlar tarafından projelere kaynak aktarmayı önemsiyor ancak Timmermans kamplardaki durumu ve acil eğitim ihtiyacını gördükten sonra AB'nin doğrudan hükümetle de sözleşmeler imzalayabileceğini söyledi. Bu, Türk hükümetinin bir başka zaferi olarak okunabilir. Bu durumda AB harcamaları denetleyebilecek mi yoksa anlaşma karşılıklı güvene mi dayanacak?
Tartışmadan kaçınma
AB ile Türkiye arasındaki güven son derece kırılgan. İki taraf da bir krizden diğerine sürükleniyor bu da, her ne kadar iki taraf arasındaki diyalog daha da sıklaşmış olsa da, ilişkileri gergin hale getiriyor. Her ne kadar her iki taraf da Türklere vize serbestliğini haziran sonuna kadar sağlama planına bağlı olduklarını açıklamış olslar da Davutoğlu bunun geri kabul anlaşmasıyla birlikte uygulanacağını ifade etti. Diğer bir deyişle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi, seçmenlerini hayal kırıklığına uğratmamak için elinden geleni yapacak. Bu da Avrupa için zor günlerin süreceği anlamına geliyor.
Görünüşe göre Avrupa, Türkiye ile “minimum anlaşmazlık” politikasına bağlı kalacak. Avrupa'nın temelini oluşturan insan haklarına ve ifade özgürlüğüne riayet gibi konulara sadece somut duruma göre değinilecek; tıpkı Tusk'ın Davutoğlu'nun Böhmermann krizine ilişkin sert açıklamasından sonra gayet diplomatik bir biçimde yaptığı gibi. Tusk, “Eleştiri, hakaret ve karalama arasında ince bir çizgi var” dedi ve ekledi: “Eğer siyasetçiler buna karar verecek olursa bu demokrasinin sonu olur. Umarım gelecekte ifade özgürlüğü ana gündem maddemiz haline gelmez.” (DW)