Kanın Kılıca Galip Gelmesi İçin İmam Seccâd ve Hz. Zeynep’lere İhtiyaç Vardır
İslam tarihinde çok trajik olaylar yaşanmıştır. Ancak hepsi Kerbela kadar etki bırakmamıştır. Bunların çoğu sadece tarih sayafalarında kalmış, bazıları kısa bir süre gündemde tutulabilmişse de sonra unutulmuştur. Kerbela faciası gibi bazı olaylar ise zaman ilerledikçe tazeliğini korumuş, bir mücadele yöntemine dönüşmüştür. Tabii olarak Kerbela’yı ayrıcalıklı kılan bu özelliği üzerinde durmak gerekir. Neden unutulmadı? Olaydan sonra nasıl bir yöntem izlendi? O günkü şartlarda üzeri örtülemez miydi? Kerbela’nın tanınmasında kimler etkili olmuştur? Mesela aynı dönemlerde Harre olayı ve Haccac tarafından Kabe‘nin taşlanması gibi iki önemli vaka daha yaşanmıştı. Neden bu iki olay Kerbela kadar işlenmedi? Kahramanları Kerbela kadar tanınmadılar?...
Kerbela’nın ayrıcalıklı olmasında iki şahsiyetin mücadeleleri etkili olmuştur. Birisi İmam Zeynelâbidîn (İmam Seccad), diğeri ise Hz. Ali’nin (as) kızı Zeynep’tir (as). Kerbela’da Hz. Hüseyin (as) taraftarlarından her birinin görevi vardı. Mesela Hz. Hüseyin’in görevi ceddinin dinini ıslah etmek ve zulme dur demek için Allah (cc) yolunda kurban olmaktı. Ali Asker’in görevi kurban olup Yezid’in bütün propagandalarını boşa çıkarmaktı. Çünkü Yezid’in en önemli iddiası “Hüseyin’in amacı dünya salatanatıdır. Meşru yönetime karşı çıkarak yeryüzünde fesat çıkarmak istiyor.” Küçücük bedeniyle kurban olan Ali Asker, Yezid’in bütün iddialarını zir ü zeber etmiştir. Adeta ona demiş ki; kundaktaki bebeğin fesatla ne alakası vardır. Dili yok ki propaganda yapsın, eli yok ki kılıç sallasın…
Onca ağır cinayetlere, çekilen eziyetlere rağmen Kerbela katliamı, çölün tozları altına gömülerek unutturulabilirdi. Nitekim Yezid yönetimi olayın üzerini örtmek için her türlü propaganda ve entrikalara başvurmuşlardır. O günkü bütün imkanlarını seferber etmişlerdir. Şairlerini, vaizlerini, akıl hocalarını devreye sokmuşlardır. Buna rağmen Kerbela’yı unutturamamalarının sebebi Hz. İmam Seccâd ve Hz. Zeyneb’in hikmetli hareketleriydi. Onlar aracılığıyla Kerbela’da akıtılan kanla -orantısız gücüne rağmen- Yezid’in kılıçları mağlup edilmiştir.
Onların mücadelelerinden dersler çıkarmak zorundayız. Mesela Gazze’de yaşananları sonraki nesillere nasıl aktaracağız? Üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi sessiz ve alakasız duran İslam dünyasından nasıl tevvâbinler çıkaracağız? İslam dünyasındaki duyarsızlığın nedenleri nelerdir? Ümmetin ne tür hastalıkları var ki bunca zulme seyirci kalabilmektedir? Soruları çoğaltmak mümkündür.
Gazze’den alınması gereken çok dersler vardır. Mesela oradaki mücahidleri harekete geçiren komuta merkezinin işleyişi nasıldır? Farklı mezhep, farklı ülke sınırlarına rağmen gruplar nasıl yek vücüt hareket edebiliyorlar? Nasıl bir birlik tesis edebiliyorlar? Mücahitler kıt imkanlarla, düşmana karşı savaşmaya nasıl ikna oluyorlar? Anneler nasıl çocuk yetiştirdiler ki küçücük yaşlarına rağmen son derece metanetli durabiliyorlar? Filistin halkı bunca zulümler karşısında neden hâlen pes etmiyor?...
Bugün sadece İmam Seccâd’ın Kerbela mücadelesini geride kalanlara nasıl taşıdığı üzerinde duracağım. Hz. Zeyneb’in mücadelesini ise başka bir yazıya bırakacağım.
İmam Seccâd’ın hareket tarzı, söylemleri, yaşam biçimi, kitapları vs. ibretlice incelendiğinde, Gazze’de yaşananların tarih sayfalarında unutulmayıp, ders alınacak birer ibret vesikası haline gelmesi için önemli yöntemler elde edilecektir.
İmam Seccâd’ın mücadelesinde iki eylem vardır. Israrla, dua ve göz yaşı. İlk bakışta bunlar birer acziyet emaresi olarak görülebilir. Ancak İmam, dua ve gözyaşını direnişe çevirmiştir. Peygamberden miras kalan dini birikimi dua kalıbına sokarak muhafaza etmiştir. Dualarıyla, itikad, ahlak ve zühd dersi vermiştir. Çünkü İmam Seccâd, sadece Kerbela’da yaşananlara takılmamıştır. Yaşanan olayı meydana getiren sebeplerle daha çok mücadele etmiştir. Peygamberin ahirete irtihali üzerinden henüz yarım asır geçmeden Müslümanların olumsuz yönden bu kadar değişmelerinin sebebi üzerinde daha çok durmuştur. Onları bu hale getiren; mal, makam, şehvet sevgisi gibi hastalıklarla amansız mücadele etmiştir. Ehlibeytin en önemli özelliği, hastalıkların kaynağına inip kökten iyileştirmektir. Hz. Ali‘nin (as) Nehcü’l-Belâğa’daki hutbelerinde siyasi konular işlense de ağırlıklı olarak; itikad, ahlak, dünya sevgisinin zararları, zühd, takva, nefsin hastalıkları gibi konular işlenmiştir. Çünkü sorun son derece ciddi boyutlara ulaşmıştı. Pansuman edilerek giderilecek durumda değildi. Büyük operasyon gerektiriyordu. Yezid gibi fasık biri Müslümanların başına geçmiş, en acısı da neredeyse tamamından biat almıştır. İslam toplumu Peygamber makamında Yezid gibi birinin oturmasını sineye çekebilecek duruma gelmişti. Çünkü dünya ve şehvet sevgisi insanların yakasını bırakmıyordu. Rahatlarını bozmak istemiyorlardı. Yezid yönetimi de dünya sevgisi ve şehvete mübtela olanları, tehdit ya da terğible kontrol altında tutmanın kolay olduğunu biliyordu.
İmam Seccâd sahife-i Seccâdiye ve diğer dualarında bu hastalıklara deva olacak dersler yerleştirdi. Bununla birlikte Kerbela olayını hiç unutmadı. Her sofraya oturduğunda onların açlık ve susuzluklarını andı. Onlar için gözyaşlarını akıttı.
Gazze mücadelesinin aktarılmasında genellikle şöyle bir yöntem göze çarpmaktadır. İslam toplumundan şikayet ediliyor. Hep yakınma, kınama ve eleştiri yapılıyor. Hastalıkların sebepleri üzerinde yeterince durulmuyor. Şimdi sormak gerekir; dünyaya aşık olmuş, biriktirme hırsıyla gece gündüz çalışan, rahatına düşkün, dinî konularda tembel, şehvet esiri olmuş insanlardan ne beklenebilir. Nefsî ve ahlakî sorunlarını tedavi etmediğimiz sürece İslam toplumuna fitneden başka ne faydaları olabilir. Nitekim münafıkların Tebük seferine çıkmamalarının bir yönüyle hayırlı olduğu Kur’ân’da bildirilmiştir. “Şayet onlar sizinle beraber sefere çıkmış olsalardı, size bozgunculuktan başka katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek istedikleri için aranıza sokulacaklardı; içinizde onlara kulak asacak olanlar da vardı. Allah zalimleri çok iyi bilir.”[1]
Gazze’de yaşanan olayların unutulmaması önemlidir. Ancak sadece durumlarımızda paylaşmak, şikayet edip yakınmakla olmaz. Aynı zamanda empati yapılmalı. Oradaki insanların hikayeleri, dua, şiir gibi kalıplara sokularak aktarılmalı. Filmlere konu edilmeli. Bizleri onlardan geride bırakan; dünya sevgisi, hırs ve şehvet düşkünlüğü gibi hastalıklarla amansız mücadele etmek için dersler alınmalı. Ahlakî ve nefsî hastalıkların tedavisinden asla taviz verilmemeli. Göz yaşında ısrar etmek, hakkıyla dua etmek acizlik değildir. İslam ümmetinin çoğunluğunu temsil eden Müslümanların Gazze konusunda duyarsız kalmaları karşısında, neden sahip çıkmıyorlar? Demek yerine, acaba mevcut halleriyle sahip çıkabilirler mi? Sahip çıkmaları fayda mı getirir yoksa zarar mı getirir? Şeklinde sorgulamalar yapmak daha yerinde olacaktır. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Tevbe, 9/47.