Habermas ve Ukrayna savaşı
"Habermas'ın yanlış bir şekilde kendisine atfettiği normatif ve ahlaki otoriteyi sağlamaktan uzak olan ABD emperyalizminin, çalkantılı uluslararası senaryoda oynadığı süreğen feci rolü."
Avrupa'nın kuşkusuz yaşayan en büyük siyaset felsefecisi olan Jürgen Habermas, savaş gibi çok önemli bir sosyopolitik olguyu anlamakta sürekli sorun yaşamıştır. Buna rağmen Habermas'ın düşüncesinde, bazı belirsizliklere rağmen olumlu olarak nitelendirebileceğimiz bir evrim gözlemlemek mümkündür. Bu entelektüel yörüngede üç dönüm noktası göze çarpar: Birinci Körfez Savaşı, Irak Savaşı ve son olarak Ukrayna Savaşı.
İlkindeki yaklaşımı, adil savaşın olmadığı ve ABD'nin Irak'a yönelik askeri saldırısını yargılamak için bir argüman oluşturmaya çalışmanın aptallık olacağı şeklindeki şüpheli önermeye dayanmaktaydı. Ancak bu soru bir kez göz ardı edildiğinde, filozof bir savaşın haklı olup olamayacağına karar vermek gibi zor bir görevle karşı karşıya kalır. Ve 1991'deki ilk Körfez Savaşı örneğinde Habermas yanlış cevap vermiş ve savaşın haklı olduğu sonucuna varmıştır.
İlk itiraz: Batı siyaset felsefesi tarihinde uzun bir geleneğe sahip olan haklı savaş meselesini bir çırpıda kenara atmak kabul edilemez. Tarihsel deneyim sömürgeciliğe, Nazizm’e ya da Fransız ve Amerikan saldırganlığına karşı Vietnamlıların ve İsrail varlığına karşı Filistinlilerin savaşlarının halkların tarihteki haklı mücadelelerinin örneklerinden sadece birkaçı olduğunu göstermektedir.
İkinci hata: Alman filozofun yaptığı gibi, "savaşın neden olduğu kurbanların, kaçınılmak istenen kötülüğe değer olup olmadığını" merak etmek. Bu kötülüklerin, her şeyden önce "İsrail Devleti"nin varlığının korunması, Kuveyt'in kurtarılması, Saddam Hüseyin'in elinde olduğu varsayılan atomik, biyolojik ve kimyasal silahların imha edilmesi ve nihayetinde Irak liderinin devrilmesi için olduğunu hatırlayalım. Habermas, kendi sorusuna yanıt olarak "buna kesin bir yanıtım yok" diyerek okuyucularını hayal kırıklığına uğratıyor, ancak "savaştan daha büyük kötülükler de olabilir" diye ekliyor. Hangileri mesela? Bunu söylemiyor, o zaman biz de filozofun fikrini değiştirmesi için kaç milyon Arap'ın daha hayatını kaybetmesi gerektiğini sormalıyız. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın yarım milyon Iraklı çocuğun ölümünün "buna değip değmeyeceği" kendisine sorulduğunda verdiği "evet" yanıtını hatırlayalım. Bu noktada Habermas, Albright ile aynı safta yer almakta, etik ve analitik silahlarını yitirmekte, yeni dünya polisi ABD ve onun Batılı uşakları için -kendisine rağmen- yapmacık bir özür dileyiciye dönüşmektedir.
Irak Savaşı (2003-2011) söz konusu olduğunda Habermas farklı bir pozisyon alır. Belki de bu tutumu, Saddam Hüseyin'in "totaliter rejiminin" devrildiğini öğrendiğinde "zafer sevincini" kamuoyuna açıklayan ve saldırının Bağdat'a getireceği feci sonuçlar konusunda uyarıda bulunanlara ateş püsküren sözde ilerici şair ve deneme yazarı Hans Magnus Enzensberger'in barbarca tavrına bir tepkiydi. Enzensberger'in bu suç teşkil eden argümanı karşısında Habermas, Frankfurter Allgemeine Zeitung'da "ABD bu eylemiyle uluslararası hukukun garantörü olarak kendi güvenilirliğini yok etti, ABD'nin normatif otoritesi mahvoldu" diye yazdı. Tartışmasını Irak'a karşı savaşın iki açıdan yasadışı olduğunu söyleyerek sürdürdü: meşru müdafaa durumu yoktu (Washington'un yalan söyleyerek Irak'ta olduğunu iddia ettiği kitle imha silahlarından hiç iz yoktu ve Hüseyin'in 11 Eylül saldırılarından sorumlu olduğunu gösteren hiçbir kanıt bulunmuyordu) ve ikinci olarak işgal, BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmıyordu. Buna rağmen, Amerikan macerasına yönelik yumuşak eleştirisi temel bir meseleyi görmezden geldi: Habermas'ın yanlış bir şekilde kendisine atfettiği normatif ve ahlaki otoriteyi sağlamaktan uzak olan ABD emperyalizminin, çalkantılı uluslararası senaryoda oynadığı süreğen feci rolü.
Mevcut durumda, yani Ukrayna'daki savaşta Habermas'ın pozisyonu daha eleştireldir, ancak günah işlemeyi bırakmaz. Bununla birlikte Almanya'ya hâkim olan ve giderek hoşgörüsüzleşip otoriterleşen siyasi iklimde, Habermas'ın Alman hükümetinin Moskova ile müzakerelerin başlamasını teşvik etmesini önerdiği bir makale yayımlaması yeterli oldu. Tekrar ediyorum: müzakere; Ukrayna’nın şartsız teslimi değil. Rus düşmanlığı ve yozlaşmış NATO generalleri ile zengin Avrupa Birliği bürokratları tarafından özenle işlenen Soğuk Savaş ruhu için, Alman ana akım medyası ve siyaset kurumu, filozofun sesini "kamusal alandan" -uzun yıllar boyunca Habermasçı düşüncenin konusu olan o aldatıcı varlık- tamamen çıkararak şiddetle tepki verdi. Şubat ortasından bu yana kendisinden hiçbir haber alınamadı; görünüşe göre Alman hükümetini ele geçiren ve ABD hükümeti tarafından sürekli körüklenen savaş kışkırtıcılığına yönelik yumuşak eleştirisi affedilmez bir günah sayılmış ve bu nedenle dışlanmaya mahkûm edilmiştir.
Yukarıdaki ifadeler, Habermas'ın, mide bulandırıcı bir NATO’culuk tarafından ele geçirilmiş Avrupalı "ilerici" ya da sol entelijansiyanın önemli bir kısmından çok daha onurlu olan tavrını tamamen göz ardı etmek için serdedilmedi. Almanya'nın ve çoğu Avrupa ülkesinin bugün muzdarip olduğu, hâkim seyreltilmiş ideoloji ikliminde bunun altını çizmek (Noam Chomsky ve Henry Kissinger gibi birbirine benzemeyen kişilerin de yaptığı gibi) çok ihtiyatlı bir sağduyu ve müzakere çağrısını, dışlanma ile cezalandırılmayı hak eden bir suç haline getiriyor. Savaşa ve Washington tarafından teşvik edilen çılgın askeri tırmanışa karşı çıkanlara karşı anestezi olmadan uygulanan "cadı avı" ve sansür gün geçtikçe büyümekte ve daha fazla kurban almaktadır. Tarihin şu dersini hatırlayalım: giderek faşistleşen bir kapitalizm çerçevesinde, her türlü muhalefet affedilemez bir sapkınlık sayılır./Atilio A. Boron/Al Mayadeen English-Çeviri: Medya Şafak)