Afrika’da darbelerin değişen yüzü ve Nijer darbesi
Sömürge ve sömürülen ilişkisinin bir devamı olarak 2000’li yıllara kadar Batılı devletlerin arka planda desteklediği darbelerden, Rusya’ya yakın Afrikalı figürlerin düzenlediği darbelere geçiş söz konusu.
Dünyanın gündemi bir hayli yoğun. Bir tarafta halihazırda devam eden Rusya-Ukrayna savaşı, diğer tarafta savaşın etkileri ve çok kutuplu yeni dünya düzeninde kendisine bir rol biçmeye çalışan ülkeler yer alıyor. Neredeyse 1,5 milyarı bulan nüfusu, zengin kaynakları ve jeopolitik önemiyle kendine yeni bir kader arayan bu ülkelerin başında Afrika ülkeleri geliyor.
Batılı ülkelerin Afrika’yı paylaşma planı olarak da bilinen 1885 tarihli Berlin Konferansı’ndan bu yana küresel devletlerin odağında yer alan kıta ülkeleri, bu tarihten beri kendilerine bir çıkış yolu arıyor. Kolonyalizme karşı ciddi mücadelelerin başladığı 1950’li yıllarda sisteme karşı ilk itirazlarını dile getiren Afrika ülkeleri, her ne kadar bağımsızlıklarını kazansalar da onları acımasızca sömüren Batılı ülkelerin siyasi, iktisadi, sosyolojik ve psikolojik etkisinden kurtulamadılar.
Darbelerin değişen yüzü
Son olarak Mali ve Burkina Faso’da yaşananları müteakip kıtanın en büyük ülkesi olan Nijer’de de bir darbe gerçekleşti. 1960 yılında bağımsızlığını kazanan Afrika ülkeleri arasına katılan Nijer’de yaşanan darbe ile devrilen Muhammed Bazoum ise ülkenin ilk seçilmiş lideriydi. Ancak 10 yıldır Cumhurbaşkanı Muhafız Alayı Komutanı olarak görev yapan Abdurrahman Tiani öncülüğündeki başkanlık muhafızları, anayasayı askıya alarak Bazoum yerine Komutan Tiani’nin başkan olarak yetkilendirildiğini ilan ettiler.
Darbeye giden sürecin arka planında son dönemde Nijer’de yaşanan kuraklık, iktisadi sıkıntılar, ülkenin Mali ve Burkina Faso ile sınırının birleştiği alanda aşırı radikal silahlı grupların güçlenmesi gibi sorunlar yer alıyor. Darbe öncesi dönemde etkisini gittikçe artıran istikrarsızlık ve Bazum’un “Batı’ya yakın” bir lider olarak kabul edilmesi de darbecilerin elini güçlendiren temel argümanlar oldu. Pek çok eski Fransa sömürgesi gibi sömürgeci anlayışın kronikleştirdiği sonuçlarla mücadele etmekte zorlanan Nijer’de de bu sorunların baş müsebbibi olarak Paris görülüyor. Dolayısıyla darbeciler bu tarz birikmiş sorunların gölgesinde kendi girişimlerini toplumsal açıdan meşrulaştırma yoluna gittiler ve Fransa’ya meydan okudular.
Her ne kadar darbe teşebbüsleri Afrika kıtasında özellikle 1950’li yıllardaki dekolonizasyon mücadelesinden bu yana sıklıkla görülen bir durum olsa da son birkaç yılda gerçekleşen darbeler, bu tarihten yana kıtada gerçekleşen diğer darbelerden ayrışıyor. Zira sömürge ve sömürülen ilişkisinin bir devamı olarak 2000’li yıllara kadar Batılı devletlerin arka planda desteklediği darbelerden, Rusya’ya yakın Afrikalı figürlerin düzenlediği darbelere bir geçiş söz konusu. Bunun temelindeki hususlardan birisi şüphesiz Afrikalı ülkelerin dekolonizasyon döneminde Sovyetler tarafından Batılı ülkelere karşı desteklenmiş olması. Fakat asıl büyük neden ise Batı’nın sözde sona erdiği ifade edilen sömürgeci yaklaşımının kıtadaki insanların gündelik hayatında halen iktisadi, sosyolojik ve siyasi olarak hissediliyor olması.
Uzun yıllardır Sahel olarak nitelendirilen ve Fransa nüfuzunun en etkin olduğu hatta dahil olan Nijer, ekonomik ve askeri anlamda sadece Fransa değil, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batılı ülkeler için de önem arz ediyor. Nijer özellikle askeri anlamda bu aktörlerce radikalizmle mücadele konusunda önemli bir ülke olarak görülüyor. Diğer yandan Fransa’nın ülkedeki uranyum kaynaklarını işletmesi ve Nijer’e ait uranyumun fiyatının dahi Paris eksenli şekillenmesi bağımsızlığını kazanmış bir ülke ve halkı için kabul edilebilir bir durum değil.
Fransa karşıtlığından darbelere
2020 yılında ilk yansımalarını Mali’de gördüğümüz Fransa karşıtlığını, Burkina Faso’da ve Nijer’de de benzer şekilde gözlemliyoruz. Bu ülkeler, kıtada bariz şekilde yükselen bir tehdit haline gelen terör örgütü DAEŞ ve diğer aşırıcı terör gruplarına karşı ‘mücadele’ bahanesiyle iç işlerine başta ABD ve Fransa gibi Batılı ülkelerin karışmasına temkinli yaklaşıyor. Afrika ülkeleri, artık kendi askeri önlemlerini alarak hem terör örgütü DAEŞ hem de Batı tehdidinden kaçışın tek yolunun daha sert askeri yönetimlerle mümkün olduğuna inanmaya başladılar. Bir tarafta kültürel, sosyolojik ve ekonomik olarak sömürmeye, iç işlerine müdahale etmeye ve kendi çıkarlarını öncelemeye devam eden Batı, diğer tarafta bunun meşrulaşmasında bir aparat haline gelen DAEŞ terörü halkı zorluyor. Bu durum, Nijer gibi ülkelerin halkları nezdinde bu askeri yönetimlerin isyan ve darbe girişimlerini meşrulaştıran bir unsur haline gelmeye başladı. Nijer’in sadece küresel uranyum üretiminin neredeyse onda birini tek başına yaptığı bir ortamda halk nezdinde, ekonomik ve politik özgürlüğünün ancak Batı’ya meydan okuyabilen askeri bir rejimle mümkün olduğu inancı güçlenmeye devam ediyor.
Nitekim, darbenin arkasından Fransa’da Ulusal Güvenlik Konseyi’nin acilen toplanması ve darbenin çok sert şekilde Fransa Dışişleri Bakanlığınca kınanması bu inancı doğrular nitelikte. Paris’in meseleyi kendi güvenlik meselesi olarak değerlendirmesi, Nijer’e hala bir sömürgeci bakışıyla yaklaşıldığını gösteriyor. Diğer taraftan 2020’de Mali’de Rus paralı asker grubu Wagner’le yapılan güvenlik anlaşmasına kadar, Wagner’le derdi olmayan, hatta Libya’da darbeci Halife Hafter’i bu grup ve Rusya’yla organize olarak destekleyen Fransa şimdi darbecilerle Wagner arasındaki bağı öne sürerek rahatsızlığını dille getirdi. Bu çelişkili tutumu da Fransa’nın çifte standartlı politikalarının bir diğer örneği olarak okumak mümkün. Mali’de darbeyi düzenleyen askeri cuntaya destek için sokaklara çıkan halkın kutlamalarının arkasında bu ve bunun gibi pek çok Batı kaynaklı “kötü örnekler”, çifte standartlar ve çelişkiler var.
Nitekim darbecilerin darbe sonrası yaptıkları ilk açıklamada mevcut problemleri “artan güvenlik sorunları” çerçevesinde ele alarak halka seslendikleri ve darbeyi halk nezdindeki isyanın bir devamı olarak göstermek istedikleri görülüyor. “Vatanı kurtarma” iddiasıyla yapılan bu darbe, Nijer’de Fransa kaynaklı büyüdüğüne inanılan bu tarz sorunlara karşı toplumsal bir tepki olarak lanse edilmeye çalışılıyor.
Darbeye uluslararası tepkiler
Şu anda ABD ve Fransa öncülüğünde Nijer’deki darbeye karşı uluslararası boyutta bir kamuoyu oluşturma çabası var. Elbette en kötü demokrasi en iyi darbeden evladır fakat Batı’nın artık Afrika nezdinde güvenilmez bir aktör olarak görülmeye başlanması da irdelenmesi gereken bir gerçek. Afrika Birliği (AfB), Avrupa Birliği(AB) ve Birleşmiş Milletlerin (BM) yaptığı darbe karşıtı açıklamaların ve Batı Afrika Devletleri Ekonomi Topluluğu’nun (ECOWAS) öncülüğünde düzenlenmesi muhtemel herhangi bir askeri müdahalenin şimdiden nasıl bir direnişle karşılaşacağı iyi hesap edilmeli. Nijer’de yaşanan siyasi krizin ve halk taleplerinin çözümü nasıl ki askeri darbe olmamalıysa, aynı şekilde samimiyet testlerinin hepsinde başarısız olmuş ve olayları sadece kendi çıkarları açısından gören bu anlayışın öncülüğündeki bir askeri müdahale de çözüm değil.
Nijer’e karşı oldukça “Batı yanlısı” algılanmaya müsait bu askeri operasyondansa, Nijerya ve Senegal öncülüğündeki muhtemel bir ECOWAS askeri müdahalesinin Afrika içi bir diyaloğu öncelemesi, Afrika ülkelerinin sorunlarına Afrikalı çözümler üretmesi gerekiyor. Nijer’de cuntanın hava sahasını kapatmasıyla gerçekleşme ihtimali daha da artan bu askeri müdahale bölgesel bir istikrardan ziyade kıta çapında çok daha büyük güvenlik krizlerini beraberinde getirebilir.
Afrika çözümlerine odaklanmak
Nijer adına bu süreç Fransa, ABD ve Batı güdümündeki bir modern sömürge konumuna itiraz cihetinde ilerlerken Rusya ve Çin merkezli başka bir post-kolonyal tecrübeye dönüşmemelidir. Batı karşıtı olduğu için meşru gösterilebilecek darbe olmadığı gibi Rusya ve Çin nüfuzuna teslim olmayı tercih eden demokratik bir mücadele de olmaz. Aynı şekilde başarısız hükümetlerin ve sömürgeci ideolojinin zararından kaçmanın diğer başka bir yabancı ideolojinin nüfuzunu meşrulaştırmayacağının anlaşılması gerekiyor.
Nijer nezdinde, Afrikalı ülkelerin yeni mücadelesi ölümle sıtma arasında bir tercih yapmak değil, sorunlarını Afrika çözümlerine teslim etmek. Claudius Claudianus’un dediği gibi “Zafer, yenilen düşman yenilgiyi kabul etmedikçe zafer sayılmaz.”
Afrika’nın düşmanlarına yenilgiyi kabul ettirmesinin yolu kötü seçenekler arasından daha az kötü olanı seçmek değil. Kendi gerçeklerine uygun, demokratik ve halkın iradesine uygun çözümler üretmek. Batı destekli sivil iradeye isyan ederken, başka ülkelerin güdümündeki paralı asker gruplarının, savaş beylerinin veya cuntaların himayesinde çözüm aramanın sonuçları da oldukça ağır olabilir.(AA / Dr. Ufuk Necat)