Husiler bombalanarak yok edilebilecek bir örgüt değil
İngiliz The Guardian gazetesi, Ensarullah'ın askeri operasyonlarla diz çöktürülecek bir örgüt olmadığını ve ABD ve Britanya'nın eylemlerinin bölgesel bir savaşa sebep olabileceğini yazdı.
İngiliz The Guardian gazetesinde, Ensarullah’ın Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde gemilere yönelik operasyonlarının ardından ABD ve Britanya’nın düzenlediği hava saldırılarına ilişkin bir makale yer buldu. Cardiff Üniversitesi’nde siyaset ve uluslararası ilişkiler alanında öğretim görevlisi olarak görev yapan Amal Saad’ın imzasıyla yayımlanan makale şöyle:
‘Direniş ekseni’ tarafından İsrail ve ABD’ye karşı başlatılan savaş, tarihte ilk kez devlet dışı aktörlerden oluşan bir koalisyonun toplu olarak başka bir devlet dışı aktörü, yani Hamas’ı savunması anlamına geliyor.
İran’ın başını çektiği bu eksende Suriyeli milisler, Filistinli örgütler Hamas ve İslami Cihad, Lübnan Hizbullah’ı, Irak Halk Seferberlik Birlikleri (Haşd eş-Şaabi) ve Yemen’deki Husiler ya da resmi adıyla Ensarullah yer alıyor. Son üç aydır, Filistinli müttefiklerini desteklemek üzere İsrail ve ABD hedeflerine saldırılar düzenleyerek inisiyatifi ele aldılar.
Ancak ABD, Britanya ve İsrail, bu örgütlerin kendilerine ait amaçları ve çıkarları olduğunu kabul etmek yerine, onları İran’ın vekillerinden oluşan, tehdit edilebileceklerine ve bombalanarak boyun eğdirilebileceklerine inandıkları uluslar ötesi bir şebekeye indirgemeye devam ediyor.
Bu, eksenin altında yatan dinamiklerin ve mensuplarının sarsılmaz birliğinin temelden yanlış anlaşılmasıdır ki tüm bunlar Batılı güçlerin bölgeye müdahalesini daha da maliyetli hale getirebilir.
Direniş ekseni, ortak bir tehditle mücadele etmek için benzer düşünen devletler tarafından uzun vadeli taahhütler olmaksızın geçici olarak oluşturulan geleneksel Batı koalisyonlarının aksine bir savaş koalisyonuna dönüşen kalıcı bir ittifak olarak yola çıktı.
Başlangıcından bu yana, çekirdek mensupları birbirine bağlayan şey, İsrail’e karşı koymak için karşılıklı askeri ve siyasi destek tesis etmekti. İran Hizbullah, Hamas ve diğer Filistinli örgütlere uzun süredir askeri ve mali destek sağlarken, Suriye de topraklarını Hizbullah için güvenli bir ikmal yolu ve Hamas liderleri için güvenli bir sığınak olarak sundu.
Hizbullah ise Hamas’a bomba ve tünel yapımı uzmanlığı da dahil teknik ve askeri eğitim sağladı ve İran ile birlikte Batı Şeria ve Gazze’ye silah üretim teknolojisi kaçırdı.
Bu eksen 2013 yılında Suriye devletini desteklemek üzere ilk savaş koalisyonunu kurdu. Hizbullah bu savaşa resmen müdahil oldu ve İran’ı Devrim Muhafızlarını Suriye’ye konuşlandırmaya ikna ederken, yeni kurulan Haşd eş-Şaabi de aynı şeyi yaparak ekseni daha da genişletti.
Koalisyonun Suriye’deki rolünün yanı sıra, İran ve Hizbullah 2014 yılında Irak’a doğrudan müdahale ederek IŞİD ile mücadelede Haşd eş-Şaabi’ye yardımcı oldu. Eksene son olarak Husiler eklendi. 2015’te Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona karşı başlattıkları savaşta İran’dan askeri ve siyasi destek, bazı haberlere göre de Hizbullah’tan askeri eğitim aldılar.
Ekseni böylesine uyumlu ve dayanıklı bir ittifak haline getiren şey, köklü ideolojik dayanakları ve ortak stratejik hedefleri. Tüm aktörleri, Filistin davasının odak noktası olduğu anti-emperyalist ve anti-Siyonist bir gündemi benimsiyor. Bugün ittifakın iki ortak hedefi var: İsrail’i Gazze’de koşulsuz ateşkese zorlamak ve Amerikan askerlerini Irak ve Suriye’den defetmek.
Bu ittifakta yer alan devlet dışı aktörler, bu amaçların peşinden giderken İran’ın diktasına riayet etmekten ziyade kendi siyasi inançları ve stratejik çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. İran eksen içindeki devlet dışı aktörlere maddi destek sunmuş olsa da bu yardım sponsor-vekil ilişkilerini karakterize eden türden bir güç kullanımına dönüşmedi.
Bu görüş, İran’ın devlet dışı müttefiklerinin ‘artık sadece İran’ın vekilleri olmadığını’ savunan Amerikan istihbarat yetkilisi Brian Katz tarafından da paylaşılıyor: ‘Bilakis ideolojik olarak uyumlu, askeri olarak birbirine bağımlı, karşılıklı savunmaya adanmış olgun siyasi-askeri aktörler topluluğu haline geldiler’. Özünde bu ittifakın doğası işlemsel ve hiyerarşik değil, organik ve simbiyotik.
Bu durum en son Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği ve İsrail ile ABD’nin açıklamalarına göre İran’ın önceden haberdar olmadığı sürpriz saldırıyla ortaya çıktı. Bununla birlikte, Hizbullah, Husiler ve Haşd eş-Şaabi gruplarının Hamas’ın yardıma ihtiyaç duyması halinde saldırıya geçerek İsrail ve ABD’ye karşı saldırılar başlatacağı önceden planlanmış bir ‘ileri savunma’ stratejisi var gibi görünüyor.
Bu strateji bugün, bölgedeki çeşitli başkentlerde bulunan ortak operasyon odalarında gerçekleştiği bildirilen taktiksel askeri koordinasyon aracılığıyla yürütülüyor.
Bu strateji kapsamında Hizbullah, farklı savaş bölgelerindeki askeri operasyonları yönlendiren, planlayan ve koordine eden savaş yönetimi rolünü üstleniyor. Gazze dışındaki üç savaş alanı eşzamanlı olarak yürütülüyor: Hizbullah’ın İsrail ile orta yoğunluklu savaşı, Haşd eş-Şaabi’nin Suriye, Irak ve İsrail’deki ABD ve İsrail hedeflerine saldırıları ve Husilerin Kızıldeniz’deki yük gemilerine saldırıları ve zaman zaman İsrail’i vurmaları.
Kasım sonunda Gazze’de sağlanan geçici ateşkesin de gösterdiği üzere bölgedeki çatışmalar durduğunda tüm cepheler senkronize bir şekilde hareket ediyor.
Böylesine yüksek düzeyde koordinasyonla karakterize edilen, amaç ve vizyon birliğini yansıtan bir ittifak, ABD ve müttefiklerinin bu çatışmaya dönük yaklaşımlarını kökten değiştirmelerini zorunlu kılıyor.
Bu aktörlere karşı ‘daimî’ askeri operasyonun, onların savaşı sürdürme isteklerini kıracağı varsayımı tehlikeli olduğu kadar hatalı bir varsayım. Aksine, çatışmanın kapsamını genişleten askeri çözümler yalnızca eksenin her tarafından daha koordineli tepkileri beraberinde getirecektir.
Batılı liderler, sadece nakliye güzergahlarını korumaya çalışmadıkları, aynı zamanda güçlü devlet dışı aktörlerden oluşan ideolojik olarak birleşmiş ve inatçı bir ittifaka karşı kazanılması imkânsız bir savaş yürüttükleri hakikati üzerinde düşünseler iyi ederler.
ABD ve Britanya’nın Yemen’e yönelik saldırıları, Husilerin eylemlerinin kapsamını ABD ve Britanya’nın bölgedeki ‘çıkarlarını’ kapsayacak şekilde genişletme tehdidinde bulunduğu göz önüne alındığında tam anlamıyla bölgesel bir savaş ihtimalini artırdı.
Ancak Lübnan-İsrail cephesi, İsrail’in Hizbullah ile savaşmak için can attığı düşünüldüğünde en yanıcı cephe olmaya devam ediyor. Hizbullah, direniş eksenindeki en güçlü devlet dışı aktör olduğu için böyle bir savaş en geniş kapsamlı ve karşılıklı yıkıcı savaş olacaktır. Gazze’de ateşkes dışında hiçbir şey bölgenin bir barut fıçısına dönüşmesini engelleyemez.(Çeviren: Emre Köse/YDH)