Suriye=İkinci Afganistan! / Muhammed Can yazdı...
"Şimdi Suriye’de sözde devrim adı altında, Siyonizm adına yapılan bu şom darbenin karşılığı, Suriye’ye II. Afganistan’ın başlangıcı olarak dönerken Türkiye’nin payına da Pakistan olmak düştü!"
Bu yazı hazırlandığında; İsrail, Suriye hava kuvvetlerine ait uçakları ve enva-i hava savunma silahlarını imha ediyordu. Yetinmiyor, Suriye gümrük ve istihbarat arşiv binalarını vurup ateş küllerini savuruyor dumanlarını gökyüzüne gönderiyordu. Anlayacağınız, Suriye’nin, Suriye devleti ve halkının tarihi hafızasını yok ediyordu. Diğer bir anlamıyla, Suriye’yi tarihin sıfır noktasına indiriyordu.
Bu yazı hazırlandığında; Dün, dünya terörizminin baş kâhini olan ABD, başına on milyon dolar ödül koyduğu terörist şahsı, aniden Suriye de devrimci lider ilan edip, NATO ve Siyonizm’in mobil cihatçılarının başkahramanı olarak, yine aynı baş kâhin tarafından dünya medyasına adeta Roma zulmüne başkaldıran Spartaküs rolündeki kahraman olarak lanse ediyordu.
Bir avuç içini dolduramayan adalet arayıcıları olan bizler, Suriye terör örgütlerinin arkasında İsrail, ABD, NATO, Türkiye BAE, Suud, Ürdün ve sair ülkeler var derken, içimizdeki yerli (Sünni, Şii fark etmez) NATO İslamcıları, bizi dünya medyasına ve kendi patronlarına, utanmadan İrancılık yapmakla itham etmeleri yetmezmiş gibi adeta cadı avı başlatılsın diye isim listesi hazırladılar.
İçimizdeki NATO İslamcıları, BOP eş başkanı gölgesinde toplama terör çetelerine her türlü desteği inançsal sorumluluğu gereği verip, nihayet Suriye’nin bu çetelere teslim edilmesiyle, İsrail’in siyasi ve Jeo-stratejik sınırlarını İran’a komşu yaptıklarını bizden daha iyi bilmiyor olamazlardı. Olmazlardı, Çünkü Türkiye, NATO adına İran’a komşu iken Suriye’nin direniş ekseninden kopartılması ile Fatiha’sı okunan Filistin’le birlikte Lübnan, Suriye ve Kuzey Irak Kürdistan şeridi ile İsrail, İran’a komşu oldu!
Öyle ki İsrail adına ABD, NATO, bedevi Arap kabile (Suud, BAE, Ürdün, Mısır v.s) iktidarları ve Türkiye, İran’ın Akdeniz’e açılma koridorunu kapatmış olmanın haklı gururunu taşımaya başladılar bile.
Sonuçta, an itibarı ile Şam-Beyrut ve Kudüs başkentleri derdest edildi. ‘‘Aksa tufanı’’ ile başlayan savaş, direniş ve Filistin lehine sonuçlansaydı, Arap kabile iktidarlarının sonunu getirmekle kalmayıp, Batı’nın sömürge ahtapotu olan ABD’nin kollarını da kesmiş olacaktı.
Şam’da, daha Esad’ın teneffüs ettiği havanın sıcaklığı soğumadan, batının Batı Asya da ki profesyonel katili olan Netanyahu, 1974 anlaşmasının geçersiz olduğunu söyleyerek, yeni bir süreci başladığını ilan ediyordu.
İslam devriminin ileri karakolu statüsünde olan Suriye’den daha Hizbullah erleri çekilmeden, İbrahim anlaşmaları adına Netanyahu Kuneytra’yı işgal ederken, Suudi Arabistan ise İslam devrimi akımına karşı durmak adına Vahabbi/Selefizmine büyük avantaj olarak geri dönmenin sarhoşluğu içinde.
Esad’ın direniş cephesinden çekilmesi, direniş cephesinin yenildiği ve sahadan çekildiği anlamına gelmez. Direniş ekseni liderliği yeni stratejiler belirleyerek küresel adaleti inşaa yürüyüşünü devam ettirecektir.
Siyasal bilinci yerlerde sürünen İslam dünyasının Emevistleri, her daim batıya payanda olmak durumunda kalmalarına rağmen!
Küresel adaleti tesis etme mücadelemiz kesintisiz devam edecektir. Bunu şer ekseni de biliyor ama direniyor.
Şayet böyle olmasaydı, Muhammedi İslam’ın özü olan adalet ve hürriyet kıstaslarına teslim olmak zorunda kalacaklardı.
Şimdiden ‘‘Nar gibi İkinci Afganistan olan Suriye’’ ve komşusu Pakistan, pardon! Türkiye.
Bu ateşin toplumsal kavurucu hararetini şimdiden hissediyoruz.
Makalenin uzamaması adına (PYD/YPG, Hamas v.s örgütlerin alacakları pozisyon ve getireceği uluslararası sorunlara da değinmeden), Türkiye İslamcılarına diyorum ki; kulağınıza erimiş kurşun adına bu sözler de sizin olsun.
Siz, ey Aksa Tufanı günlerinde direnişin seçkin lider kadrolarının terörize edilerek, İslami direnişin yönünün değişeceğini umanlar!
Şeyyid Nasrullah, Filistin direnişi cephesinde, Velayi direnişe kuşku kabul etmez bağlılığının bedelini Şehadetle taçlandırırken, siyasal açıdan velayet bağlısı olan Esad, BOP eş Başkanı’nın sinsi planlarını çözemeyecek kadar körlüğe düşünce, ülkesinde NATO adına yapılan darbe ile yenilgiyi kabul ederek, sahadan çekilmeyi tercih etti. Yani direniş liderliğinin emir ve direktiflerine itaatsizliğin bedelini, direniş eksenine ağır bedeller ödeterek kaçıp gitti.
Şayet bugün İslam cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sorumluluğunda rahmetli Reisi ve direnişin kaybettiği cepheler adına Şehit Nasrallah hayatta olsaydı, Ensarullah’ın Suudi-Amerika’ya karşı olan keskin zaferini bile kutluyor olabilirdik.
Ne yazık ki tarih her zaman hakkı zaferle taçlandırmıyor.
Her hal u kar da elendikçe eleniyoruz. Bakır ve altın ayrışımı gibi.
Haysiyet cellatlığına soyunanların gözü aydın olmasın!
‘‘İçimiz soğumadı…’’ diyebilecek kadar kalp gözü körlerin, İsrail sevicilerinin ve Velayet karşıtlarının da gözü aydın olmasın!
Olmayacakta.
Çünkü İmam Hasan’ın yevm-us sabat günlerinden sonra İslam ümmetinin, Muaviye tarafından içine çekildiği gayya çukurunun tekrarı başlamıştı. O başlangıç yürüyüşü, Müslümanları Kerbela çölündeki tarihi yüzleşme durağına getirdiği gibi bugünün yürüyüşü de bizi, bölgenin BOP eş Başkanı zevatının şahsında küresel Siyonizm savaşının sahnesinde karşı karşıya getirecektir.
Siz, ey Aksa Tufanı günlerinde direnişin yenilmesi için canla başla gayret gösterenler!
Şimdi Suriye’de sözde devrim adı altında, Siyonizm adına yapılan bu şom darbenin karşılığı, Suriye’ye II. Afganistan’ın başlangıcı olarak dönerken Türkiye’nin payına da Pakistan olmak düştü!
Düştü. Ama sizler, güç imparatorluğu özleminin verdiği sarhoşlukla, bu durumu da göremeyecek kadar siyasi körlük içindesiniz.
Muhammed CAN
09-12-2024