Hüseyni Davanın ardındaki Zeynebiler
Düşündükçe dertlerinize düşüyorum. Üzüldükçe tüm sıkıntıları önüme koyup susuyorum. Bu yazı size!
Zamanın Hüseynilerinin ardındaki Zeynebilerin kutlu yolculuklarına kelamı sunmak istiyorum. Sizin safınıza çekilecek kalem; acınızı mürekkebine basıp zamane Yusufilerinin ardındaki sabırkeşleri, kelamımın gölgesinde haykırmak ister.
Yaptığınız ameller ve gösterilen teslimiyet, şahsiyeti ortaya koymaktan evla bu örnekliği derinlemesine işlemek ve bu mücadeleyi güne nakşetmektir! Hala günümüzde İslam bedellerinin eşiğinde oturan bacılarımızın varlığını gün yüzüne çıkarmak. Belki de bir vefa borcudur ülkemizde bunca çekmişliğinize... Kardeşliğimize bir kadeh samimiyet tokuştururcasına... Bu açıdan özel yazı!
Siz değerli şehit eşleri, zindan yolu bekleyen ve muhecaratta olan bacılarımız! Derdinize bir mürekkepçik yazı değdirmek ve çetin olan zamana karşı acınıza ortak olacak kardeşliği pekiştirmek derdindeyim.
İslam davasına doğru giderken her basamakta kadınların büyük fedakârlıklar yaptıklarına, önde olduklarına şahittir zaman. Birçok dava önderlerinin arkalarında destekleri ve taraftar olmalarıyla Müslüman kadınlar vardır. Onlar dava önderleriyle birlikte koşarlar, eziyete uğrarlar, haykırırlar... Birçok Peygamber’in hayatına baktığımızda bunu görürüz…
Hz. İbrahim’in yanında teslimiyetini Allah’a sunmuş olan Hacer vardı. Firavun saraylarında Hz. Musa’ya iman ettiğini çekinmeden haykıran Asiye vardı. Hz. İsa’nın annesi Meryem, İsraillilerin iftirasından geçtiği bir sınavda Hakk’a boyun eğmişti o pak hayâsıyla... Ve Hz. Muhammed’e teselli verip ilk iman nimetini tatmış olan Hatice vardı. Hepsi de Hakk’a taraftar olmakla çetin bir yolun yolcusuydular.
Mevsimler kış, zaman karanlığın düğmelerini ilikler her dem. Şafak yakındır kutlu bir sabaha doğacaktır, biliriz... Hüseyni davanın izlerinin tohumunu attıktan sonra, ocağın yamacında bu davayı yeşertmeye çalışan erler vardı. Ölümsüz bir yol ya da zafere niyet edilirken, yeşeren dava yeşilliğini daha bir koyu yaptı. Zindanlar Yusuflara kalbini açarken, Zeynebiler de yolun yolcularıydı... Çile, sabır ve teselli en çok Zeynebilere yakışıyordu. Ve öyle Zeynebiler vardı ki; davanın selametini dileyen Sümeyra gibi, göğüslüyorlardı her can acısını. Her şeyden üstün olan tek şey vardı; rıza-ı ilahi... Ve yakılan mumu tüm dünyada güneşe çevirmek adına çaba vardı.
Birisi eşinin yokluğuyla hayatın zorluklarıyla tek başına mücadele ederken… Birisi hasretini çok uzak yollara götürüp bir saatlik zindan kapısında görüş beklerken... Bir diğeri ayrılığı iliklerinde yaşayıp hicret yolculuğuna koyulurken...
Öyle ki her hallerinde, her tavırlarında Zeynep’in haykırışından bir iz vardı. Sabrı zerrelerinde hissederken, teselli ederken, çileyi çekerken, cefaya maruz kalırken, konuşurken, koşarken, taviz vermezken... Her hal Zeynebi libası giyinmiş bir duruş içindeydi. Kulakların kilitlendiği, azaların rahatsız olmadığı bu demde sessiz ve yalnız kendileri çekiyorlardı zulmü...
Sonra annelerimiz vardır. Çocuklarına babasızlığı cennetle süslenmiş kelimelerle anlatan. ‘Babam ne zaman gelecek’ sorularını sineye çekip, tebessümle üstü örtülü bir şekilde “Gelecek” diye fısıldayan...
Sonra annelerimiz vardır, oğulları zindanda olan... Adalet bir onlara geçerli değildi! Ve yaşlı yüreklerinde evlat hasretiyle ebedi âleme uğurlanmışlardı. Yakup misali özlemi taşırken yürekleri, Hanne emsali adanmışlığı da gerçekleştirmişlerdi her biri... Derdi benliklerine kazıyan Zeynebiler, gelecekteki güzel günlerin ümidini taşıyorlardı içlerinde...
Ama dedim ya, mevsimlerimiz kış. Ve zaman karanlığın düğmelerini ilikler her dem. Zeynebiler de kış olan mevsime ortaktır ve karanlığın acısını Hüseyinler kadar onlar da yaşar hayatlarında...
Bir kadın bedeni ve ruhu mesabesinde inceliğe duçarsa, söz konusu bedellere sabretmek ve acıyı yudumlamak o kadını güç yumağına dönüştürür. Çocukların yaşlanacağı hayat hikâyeleri onları yılmaz bir kaya gibi dik ve asil yapar. İşte fedakârlık meyvesinin verildiği şu zaman diliminde gözünüzü doğuya çevirin, özünüzü o taraflara döndürün bakın hangi hayatlar şahitlik edecek size? “Ateş düştüğü yeri yakar” tabiri en çok sizler için geçerlidir. Ayrılığı en derinden yaşayan sizler ‘kalanlar’ olarak ‘gidenler’den daha ağır bir imtihanla yüz yüzesiniz. Şehit haberleri geldikçe hep düşünülür ‘peki ya kalanlar?’ diye. Acı oltası en çok onların yürek yangınlarından çekilir. Zordur, çünkü dünyadaki yaşayış devam eder gidenlerin yokluğuyla! Çocukları bu yokluğa alıştırıp, onlara ‘baba sıcaklığını’ hissettirmek de ayrı güçtür. Buna rağmen sabrı yudum yudum içen isimsiz kahramanların taşın altındaki elleri, zamane bayanlarının dünyalık sorun ve gözyaşlarına bin kıymet biçiyor!
Ya hasreti ‘müebbetlere’ dağıtıp, tel örgüler misalince varlığından haberdar fakat görmenin saatlerle sınırlı olduğu siz zindan sabırkeşleri. Gözünüzü çevirip de bir baksanız ne kadar çoktur bu acıyı sırtlayan... Bir gidip hayat mücadelelerini dinleseniz bir kitap dolusu anıyla çıkarlar karşınıza. Evvelinde bir zindankeşle yaptığım hasbihalde o anlattıkça, yüreğin gözyaşları dibe kadar vuruyordu. Yusuflar’ın derdine en çok onlar ortaktır ve bu acı aralarında pay edercesine sırtlanan bir fedakârlıktır. Mübarek olsun!
Ve hicreti bir kadın göğüslüyorsa kalbini Hz. Hacer’in kalbine yaslasın. Bu imtihan yurdunda aynı kalp atışları duyulacaktır. Çünkü hicretin yaşandığı her mekân Hacer’in kalbidir. İslam davasını göğüsleyen her zaman, fedakâr bacıların durağı olacaktır. Kolay mıdır her şeyi bir yolculuk kısalığında bırakıp gitmek? Her şeyden geçerek Hak için dünyayı bohça yapıp güzel bir geleceğin öncesine kendini adamak? Zorlu mücadelelere aşina kılınmış yürekler, cefa ve vefayı zerrelerince hissedip her yola baş koyarlar.
Fedakârlık; kitapların içine sığdırılamayacağı gibi, fedakârlığı çok uzaklarda aramaya da gerek yoktur. Ülkemizde yanı başımızda duran onca fedakârlıktan habersiz yaşarsa dimağlar, bu içe dönük bir sorgulama gerektirir. Hala hayatlarından mahrum olmak, ‘azaların rahatsız olmadığı’ bir hakikate döner ki; bu Müslüman bacılarımıza yakışmayacak bir durumdur. Bilhassa kadının halinden en çok kadın anlar misalince İslami dava sorumluluğuna soyunan bacılarımızın bu hayat hikâyelerinin farkında olmalıdırlar.
Sözün özü; Peygamberlerin sünnetine nispeten hak tarafın ilk başta çekeceği bir haksızlıksa bu... İşte zorlu bir mücadeleye gebe koyu karanlık! Ve bu koyu olunan anı yudum yudum içerken, aydınlığa olan susuzluk bitecektir biiznillah!
Ama şimdi Zeynebilerin -fisebilillah- çektikleri acı, omuzladıkları dert ve fedakârlıkları kutlu olsun, mübarek olsun. Yıldırmasın, güçlendirsin... Çünkü Hüseyinlere Zeynep, Yusuflara sabırkeş olunduğu müddetçe bir ocak başında kutlu bir direnişle gelen Zeynebilerin zaferini haykıracak bu sefer kalem...
Esra Toprak / İnzar Dergisi – Ağustos 2015 (131. Sayı)
Zamanın Hüseynilerinin ardındaki Zeynebilerin kutlu yolculuklarına kelamı sunmak istiyorum. Sizin safınıza çekilecek kalem; acınızı mürekkebine basıp zamane Yusufilerinin ardındaki sabırkeşleri, kelamımın gölgesinde haykırmak ister.
Yaptığınız ameller ve gösterilen teslimiyet, şahsiyeti ortaya koymaktan evla bu örnekliği derinlemesine işlemek ve bu mücadeleyi güne nakşetmektir! Hala günümüzde İslam bedellerinin eşiğinde oturan bacılarımızın varlığını gün yüzüne çıkarmak. Belki de bir vefa borcudur ülkemizde bunca çekmişliğinize... Kardeşliğimize bir kadeh samimiyet tokuştururcasına... Bu açıdan özel yazı!
Siz değerli şehit eşleri, zindan yolu bekleyen ve muhecaratta olan bacılarımız! Derdinize bir mürekkepçik yazı değdirmek ve çetin olan zamana karşı acınıza ortak olacak kardeşliği pekiştirmek derdindeyim.
İslam davasına doğru giderken her basamakta kadınların büyük fedakârlıklar yaptıklarına, önde olduklarına şahittir zaman. Birçok dava önderlerinin arkalarında destekleri ve taraftar olmalarıyla Müslüman kadınlar vardır. Onlar dava önderleriyle birlikte koşarlar, eziyete uğrarlar, haykırırlar... Birçok Peygamber’in hayatına baktığımızda bunu görürüz…
Hz. İbrahim’in yanında teslimiyetini Allah’a sunmuş olan Hacer vardı. Firavun saraylarında Hz. Musa’ya iman ettiğini çekinmeden haykıran Asiye vardı. Hz. İsa’nın annesi Meryem, İsraillilerin iftirasından geçtiği bir sınavda Hakk’a boyun eğmişti o pak hayâsıyla... Ve Hz. Muhammed’e teselli verip ilk iman nimetini tatmış olan Hatice vardı. Hepsi de Hakk’a taraftar olmakla çetin bir yolun yolcusuydular.
Mevsimler kış, zaman karanlığın düğmelerini ilikler her dem. Şafak yakındır kutlu bir sabaha doğacaktır, biliriz... Hüseyni davanın izlerinin tohumunu attıktan sonra, ocağın yamacında bu davayı yeşertmeye çalışan erler vardı. Ölümsüz bir yol ya da zafere niyet edilirken, yeşeren dava yeşilliğini daha bir koyu yaptı. Zindanlar Yusuflara kalbini açarken, Zeynebiler de yolun yolcularıydı... Çile, sabır ve teselli en çok Zeynebilere yakışıyordu. Ve öyle Zeynebiler vardı ki; davanın selametini dileyen Sümeyra gibi, göğüslüyorlardı her can acısını. Her şeyden üstün olan tek şey vardı; rıza-ı ilahi... Ve yakılan mumu tüm dünyada güneşe çevirmek adına çaba vardı.
Birisi eşinin yokluğuyla hayatın zorluklarıyla tek başına mücadele ederken… Birisi hasretini çok uzak yollara götürüp bir saatlik zindan kapısında görüş beklerken... Bir diğeri ayrılığı iliklerinde yaşayıp hicret yolculuğuna koyulurken...
Öyle ki her hallerinde, her tavırlarında Zeynep’in haykırışından bir iz vardı. Sabrı zerrelerinde hissederken, teselli ederken, çileyi çekerken, cefaya maruz kalırken, konuşurken, koşarken, taviz vermezken... Her hal Zeynebi libası giyinmiş bir duruş içindeydi. Kulakların kilitlendiği, azaların rahatsız olmadığı bu demde sessiz ve yalnız kendileri çekiyorlardı zulmü...
Sonra annelerimiz vardır. Çocuklarına babasızlığı cennetle süslenmiş kelimelerle anlatan. ‘Babam ne zaman gelecek’ sorularını sineye çekip, tebessümle üstü örtülü bir şekilde “Gelecek” diye fısıldayan...
Sonra annelerimiz vardır, oğulları zindanda olan... Adalet bir onlara geçerli değildi! Ve yaşlı yüreklerinde evlat hasretiyle ebedi âleme uğurlanmışlardı. Yakup misali özlemi taşırken yürekleri, Hanne emsali adanmışlığı da gerçekleştirmişlerdi her biri... Derdi benliklerine kazıyan Zeynebiler, gelecekteki güzel günlerin ümidini taşıyorlardı içlerinde...
Ama dedim ya, mevsimlerimiz kış. Ve zaman karanlığın düğmelerini ilikler her dem. Zeynebiler de kış olan mevsime ortaktır ve karanlığın acısını Hüseyinler kadar onlar da yaşar hayatlarında...
Bir kadın bedeni ve ruhu mesabesinde inceliğe duçarsa, söz konusu bedellere sabretmek ve acıyı yudumlamak o kadını güç yumağına dönüştürür. Çocukların yaşlanacağı hayat hikâyeleri onları yılmaz bir kaya gibi dik ve asil yapar. İşte fedakârlık meyvesinin verildiği şu zaman diliminde gözünüzü doğuya çevirin, özünüzü o taraflara döndürün bakın hangi hayatlar şahitlik edecek size? “Ateş düştüğü yeri yakar” tabiri en çok sizler için geçerlidir. Ayrılığı en derinden yaşayan sizler ‘kalanlar’ olarak ‘gidenler’den daha ağır bir imtihanla yüz yüzesiniz. Şehit haberleri geldikçe hep düşünülür ‘peki ya kalanlar?’ diye. Acı oltası en çok onların yürek yangınlarından çekilir. Zordur, çünkü dünyadaki yaşayış devam eder gidenlerin yokluğuyla! Çocukları bu yokluğa alıştırıp, onlara ‘baba sıcaklığını’ hissettirmek de ayrı güçtür. Buna rağmen sabrı yudum yudum içen isimsiz kahramanların taşın altındaki elleri, zamane bayanlarının dünyalık sorun ve gözyaşlarına bin kıymet biçiyor!
Ya hasreti ‘müebbetlere’ dağıtıp, tel örgüler misalince varlığından haberdar fakat görmenin saatlerle sınırlı olduğu siz zindan sabırkeşleri. Gözünüzü çevirip de bir baksanız ne kadar çoktur bu acıyı sırtlayan... Bir gidip hayat mücadelelerini dinleseniz bir kitap dolusu anıyla çıkarlar karşınıza. Evvelinde bir zindankeşle yaptığım hasbihalde o anlattıkça, yüreğin gözyaşları dibe kadar vuruyordu. Yusuflar’ın derdine en çok onlar ortaktır ve bu acı aralarında pay edercesine sırtlanan bir fedakârlıktır. Mübarek olsun!
Ve hicreti bir kadın göğüslüyorsa kalbini Hz. Hacer’in kalbine yaslasın. Bu imtihan yurdunda aynı kalp atışları duyulacaktır. Çünkü hicretin yaşandığı her mekân Hacer’in kalbidir. İslam davasını göğüsleyen her zaman, fedakâr bacıların durağı olacaktır. Kolay mıdır her şeyi bir yolculuk kısalığında bırakıp gitmek? Her şeyden geçerek Hak için dünyayı bohça yapıp güzel bir geleceğin öncesine kendini adamak? Zorlu mücadelelere aşina kılınmış yürekler, cefa ve vefayı zerrelerince hissedip her yola baş koyarlar.
Fedakârlık; kitapların içine sığdırılamayacağı gibi, fedakârlığı çok uzaklarda aramaya da gerek yoktur. Ülkemizde yanı başımızda duran onca fedakârlıktan habersiz yaşarsa dimağlar, bu içe dönük bir sorgulama gerektirir. Hala hayatlarından mahrum olmak, ‘azaların rahatsız olmadığı’ bir hakikate döner ki; bu Müslüman bacılarımıza yakışmayacak bir durumdur. Bilhassa kadının halinden en çok kadın anlar misalince İslami dava sorumluluğuna soyunan bacılarımızın bu hayat hikâyelerinin farkında olmalıdırlar.
Sözün özü; Peygamberlerin sünnetine nispeten hak tarafın ilk başta çekeceği bir haksızlıksa bu... İşte zorlu bir mücadeleye gebe koyu karanlık! Ve bu koyu olunan anı yudum yudum içerken, aydınlığa olan susuzluk bitecektir biiznillah!
Ama şimdi Zeynebilerin -fisebilillah- çektikleri acı, omuzladıkları dert ve fedakârlıkları kutlu olsun, mübarek olsun. Yıldırmasın, güçlendirsin... Çünkü Hüseyinlere Zeynep, Yusuflara sabırkeş olunduğu müddetçe bir ocak başında kutlu bir direnişle gelen Zeynebilerin zaferini haykıracak bu sefer kalem...
Esra Toprak / İnzar Dergisi – Ağustos 2015 (131. Sayı)