İlişkinin zihniyeti ve çözüm süreci
İyimserlerin gerçekçi bir tespiti vardır… Hiçbir çatışmanın ebediyen sürmeyeceğini söylerler. Ancak kötümserlerin de aynı gerçekçilikte bir tespiti olduğunu unutmamak lazım. Buna göre de hiçbir barış ebediyen sürmez. Belki de en doğrusu bu iki halin iç içe olduğunu ve her adımda bizim tercihlerimizle şu veya bu yöne gittiğini kabul etmek. İnsanların birbirlerine sistemli veya münferit olarak yaptıkları bir yana, herkesin farklı bir deneyiminin olması da sonuçta ilkelerimiz, kabullerimiz, algılarımız ve hayallerimiz arasında çoğu zaman sert ayrışmalar yaratır. Dolayısıyla fikir farklılığı hayatın en doğal parçası ve her fikir ayrılığı esasta bir çatışmayı ifade ediyor. Mesele çatışmayı yaşayan tarafların söz konusu farklılaşmayı nasıl ele aldıkları, anlamlandırdıkları ve yönettikleri. Bu ise her iki tarafın da zihniyetine bağlı… Öte yandan zihniyet denen ‘doğal uyum paradigmalarımız’ hiçbir zaman tek odaklı olmadığı gibi sabit de değil. Diğer bir deyişle hiç kimse örneğin salt otoriter veya demokrat zihniyette davranmadığı gibi, farklı koşullar altında değişimler de yaşıyor. Sonuçta bir çatışma hali iki farklı zihniyet yelpazesine sahip aktörü karşı karşıya getiriyor ve birbirlerine tepki/uyum dinamiği çerçevesinde genellikle aynı zihniyette buluşuyorlar. O noktadan sonra artık aktörlerin değil, bizzat ilişkinin zihniyet zemininden söz etmek mümkün hale geliyor.
Böyle bakıldığında herhangi bir çatışma halinden barışa ya da barıştan çatışmaya geçmek için hiçbir neden bulunmuyor. İlişki bir statüko yaratıyor ve her iki taraf da o statükoyu kalıcı bir veri olarak algılıyor. Çözüm sürecini de bu çerçevede ele alabiliriz. Silahlı kalkışmanın serencamı, PKK’nın iç yapısı, ötekine davranışı otoriter zihniyetin yansıması. Buna karşılık devletin Kürt algısı, Kürtlere davranışı ve daha somutta Kürt siyasetine karşı tutumu da aynı şekilde otoriter zihniyette oldu. AKP iktidarı döneminde her iki tarafta da bir farklılaşma iradesi ortaya çıktı ama bu daha ziyade çözümün de bir alternatif olduğu idrakiyle bağlantılıydı. Yoksa ‘ilişkinin zihniyeti’ halen otoriter olmayı sürdürüyor. Çatışma araçsallaştırılırken çözümün bir bilek güreşinin sonucu olarak elde edilebileceği sanılıyor. Oysa otoriter zihniyet içinde ulaşılan ‘çözümler’ ancak kritik denge koşulları devam ettiği sürece ayakta kalabilir. Diğer taraftan ‘her şeyin değiştiği’ bir dünyadayız. Kürt meselesinde de bilek güreşi sonucunda varılacak noktanın dayanacağı dengelerin uzun bir ömre sahip olması bir hayal. Özellikle Ortadoğu coğrafyasına yaslanmış ve kendi içinde çalkantılı bir ihtilal süreci yaşamakta olan bir ülkede, bugün ‘çözüm’ denen bir noktaya ‘evet’ deseniz yarın bu tutumu değiştirmeyi teşvik edecek bir ek gündeme uyanacağınız kesindir.
Çevre koşullarının değişimi hemen her zaman çatışmanın aktörlerini farklı yönlerde ve oranlarda etkiler. Dolayısıyla çözümün bir an sonrasında aktörlerden biri çözüm anına oranla kendisini daha avantajlı bulacaktır. Eğer otoriter zihniyetin hâkim olduğu bir süreçten geçerek çözüme varmışsanız, bu yeni koşullarda daha avantajlı hale gelen aktör neredeyse kesin bir olasılıkla söz konusu avantajı ek bir güç olarak görecek ve bunu çözüme yansıtmak isteyecektir. Otoriter zeminlerde çözüm güç dengesinin sonucu olarak ortaya çıkabildiği için, bu dengenin değişmesi çözümü de yeniden masaya yatırtacaktır. Düşünün ki hayatın, dönemin ve bizim coğrafyamızın değişkenliği veri alındığında hiçbir güç dengesinin kalıcı olabilme ihtimali bulunmuyor. Bu da Kürt meselesinde herhangi bir çözümün şu anki zihni ortamda kalıcı olmayabileceğini, en azından inşa edici bir süreci mümkün kılmakta yetersiz kalabileceğini söylüyor.
Otoriter zihniyetin hâkimiyeti ibrenin kötümserlerden yana olmasını mantıklı kılmakta. Çünkü bu zihniyet değişmediği sürece hiçbir barış ortamı bizatihi kendisi olarak ele alınmaz. Daima gelecekteki kaçınılmaz bir çatışmanın hazırlık veya kuluçka dönemi olarak görülür. Bu bakışın karşılıklı olması ise, zaten kehanetin doğru çıkması için yeterlidir. Dolayısıyla sonuçta yaşanan, zaman zaman konjonktürel barış umutlarıyla kesintiye uğrayan bir derin çatışma halidir ve hemen her zaman her iki tarafın da mutlak anlamda zarar etmesiyle sonuçlanır. Ne var ki taraflar karşı tarafa zarar vermeye ya da rakiplerinin kaybını hesaplamaya o denli odaklanmış olurlar ki kendi hanelerine yazan zararı görmekte zorlanırlar.
Çözüm süreci bu kısır döngünün aşılması için tarihsel bir fırsat ama tarafların içine kısıldıkları zihniyeti de birlikte aşmalarını gerektiriyor.
(Akşam Gazetesi)