'Resmî İdeoloji' Ayak Bağı
Kimileri itiraz edecek, ama Türkiye şartlarında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Siz, ya da eşiniz, dostunuz, çocuğunuz yolda yürürken ayağınıza bir ‘taş’ takılsa, sendeleyip yere düşse; bunun sorumlusu ‘resmî ideoloji’dir!
“Yoldaki ‘taş’ ile ‘resmî ideoloji’ arasında bağ kurmak da nereden çıktı?” diyenler için kısa bir hatırlatma: Türkiye’deki işler, ‘resmî ideoloji’ye göre değil de, tabiî seyrinde, yani milletin talepleri doğrultusunda sürdürülmüş olsaydı muhtemeldir ki yol üstünde öyle bir taş, çukur, kuyu, kanalizasyon patlağı olmayabilirdi. Bir defa bulunsa bile, ikinci defa aynı ‘taş’ın yol üstünde bulunmasına, çukurların açık kalmasına, kuyuların tehlike arz etmesine müsaade edilmeyebilirdi. Fakat ‘resmî ideoloji’ anlayışı, işlerin sarpa sarmasına, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışına ve “Ben yağmur görmesem, yeryüzüne bir daha yağmur yağmasın” tavrına zemin hazırladı.
“Özgür Ansiklopedi,” “resmî ideoloji”yi şöyle tarif etmiş: “Resmî ideoloji, bir devletin ya da kurumun belli bir ideolojiyi bünyesinde bulunan halka veya topluluğa dikte etmesi ve koyduğu kurallar ve yöntemler ile bunu zorunlu olarak kabul edilebilir tek ideoloji olarak göstermesi durumudur.”
Peki, “Hiçbir düşünce, görüş ve anlayış; Kemalizm karşısında kabul göremez, yer bulamaz, ona hayat hakkı tanınmaz” anlamına gelen “resmî ideoloji” anlayışı ülkemizde hüküm sürmedi mi? Her mesele, “Kemalizme uygun mu değil mi?” anlayışıyla yorumlanmadı mı? Böyle bir vasatta, zihinler hür olabilir mi? Olamaz ve olamadı zaten.
“Resmî ideoloji” yememizden içmemize, düşüncemizden inancımıza, kıyafetimizden şehirlerimize, sokaklarımızdan meydanlarımıza kadar her şeye her adımda müdahale etmedi mi? 1932’den 1950’ye kadar 18 yıl boyunca “Allah-ü Ekber” diyerek ezan okunması ne adına yasaklandı? Bugün bile başörtüsünü tercih edenleri “kamusal alan”a sokmamak için bin dereden su taşıyanlar bunu ne adına yapıyorlar? Adını tam olarak koyalım: Türkiye’deki yanlışların çoğu, ‘resmî ideoloji’ yani ‘Kemalizm’ adına sürdürülmek isteniyor... Peki, 2012 yılında ve önümüzdeki yıllarda bu yanlışlar “Böyle gelmiş böyle gitsin” anlayışıyla sürdürülebilir mi? Süremez ve sürmemeli.
Bakınız, TBMM yeni ve sivil bir anayasa yapmak için komisyon kurdu. Ağır aksak da olsa çalışmalar sürüyor. Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Şentop, komisyonun çalışmalarını anlatırken, “Şu ana kadar komisyonda 140 civarında madde müzakere edildi. Bu maddelerden 30 tanesinde mutabakat var, geri kalan 110 tanesinde mutabakat yok” demiş. (AA, 17 Nisan 2013)
Ortada bir ‘komisyon’ ve farklı parti temsilcileri olduğuna göre mutabakat sağlanan ve mutabakat sağlanamayan maddelerin olması da tabiîdir. Ancak mutabakat sağlanamayan maddelerin hangi maddeler olduğu dikkat çekici. Prof. Dr. Şentop, mutabakat sağlanamayacak maddeler hususunda şöyle demiş: “Ben birkaç başlık görüyorum. Birisi ‘resmî ideoloji’ meselesi. Bu konuda mutabakat sağlama imkânımız yok. CHP, ‘inkılâp kanunlarının korunması’ başlıklı, bugünkü 174. maddeyle öneride bulunuyor. MHP’nin önerisinde yok, fakat bu tür durumlarda ‘Biz de katılıyoruz gibi’ bir sonuç olabiliyor. Bu tür kritik konularda MHP’nin tutumu daha çok CHP’ye yakın düşüyor.”
“Resmî ideoloji,” yani 80 yıldan beri millete zorla dayatılan anlayışlar, yorumlar, tavırlar... Üstelik millete dayatılan bu anlayışın yanlış olduğunu geçen yıllar da ortaya koydu. Millet o anlayışı, imkân ve fırsat bulduğu her defasında reddetti, sandığa gömdü. Buna rağmen ‘resmî ideoloji’de ısrar etmek; kişinin kendi ayağına kurşun sıkmasından farklı bir anlama gelir mi?
Eğer ruhunda ve derinliklerinde ‘resmî ideoloji’nin olduğu “yeni bir anayasa” hazırlanırsa hiç kimse kusura bakmasın o anayasa “yeni” kabul edilemez. Daha ilk günden millet nezdinde itibar kaybına uğrar ve reddedilir. Gerçekten bir yeni anayasa, ancak ve ancak milletin talepleri dikkate alınarak ve ‘resmî ideoloji’den arındırılmak suretiyle yapılabilir. Aman, yanlış yapılmasın! (Yeni Asya)