Bu Dümen Bu Rotayı Kaldırmaz
Sandığın bir ihtarı da dış politikaya. Türkiye'yi yalnızlaştıran sürecin tersine çevrilmesi iç siyasette kendini dayatan uzlaşma kültürünü dış politikaya da taşımayı gerektiriyor.
Seçmen neye ‘hayır’ dedi?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın fiili sultanlığını hukuki statüye kavuşturma yani başkanlık sistemine geçme ısrarına…
‘Milletin irade benimle’ diyerek otoriterleşmeye…
İktidarın kendi suçlarını ve yolsuzluklarını örtmek için hukuku askıya almasına…
Var olmak için düşmanlar icat etmesine…
Erdoğan’ın sorumsuzluğuna...
Güçler ayrılığının bozulmasına…
Fren mekanizmalarının iptal edilmesine…
Yetki aşımı ve istismara…
Dalavereli işlere…
Halkın kutuplaştırılmasına…
Gerilim siyasetine…
Yüzde 52 ile seçilen Erdoğan seçimi kendi başkanlık sistemi için referanduma çevirdi; valisinden kaymakamına, TRT’sinden Kızılay’ına, MEB’inden belediyesine tüm devleti kendi namına yarıştırdı. Ve yenilgiye uğradı. Seçmen stratejik oy kullanıp Erdoğan’ın heveslerine ket vurdu.
Bir yandan Kürt bölgelerinde tek parti haline gelerek Kürdistanileşirken diğer yandan Türkiyelileşen HDP’nin yüzde 13’lük zaferi AKP’nin yenilgisidir. AKP’nin ayrıştırdığı, ötekileştirdiği, şeytanileştirdiği, aşağılamaya kalkıştığı kesimler şimdi meclis sahnesinde bir kabus gibi onun karşısında.
Halk bir ‘Erdoğan rejimi’ istemedi. İşin özeti bu.
Seçimden önce konuştuğum yabancı bir büyükelçi “Olup bitenleri şaşkınlıkla izliyoruz, akıl alır gibi değil. Türkiye’nin gidişatı endişe verici. Halbuki birkaç sene öncesine kadar Türkiye’yi gıpta ile izliyorduk” demişti. Şimdi dünya medyası ‘Erdoğan’ın sultan olma rüyası bitti’, ‘Erdoğan kariyerinin en kötü seçimlerini yaşadı’, ‘Erdoğan için darbe’, ‘Cumhurbaşkanı’nın tavrı kampanya sırasında kabaydı ve cezalandırıldı’, ‘AKP için tokat’, ‘Erdoğan’ın başkanlık hedefinin sonu’,’ Erdoğan için yıkım gecesi’, ‘Yenilgiyle çöküş’, ‘Kürtler Erdoğan’ın saltanatına son verdi’, ‘Türkiye Erdoğan’ın başkanlık hayallerine hayır dedi’ yorumlarıyla sonucu resmetti. Aslında seçim sonuçları Erdoğan’ın tek adamlık oyunuyla Türkiye’nin yitirmesine yol açtığı itibarın iadesidir.
Peki, seçim sonuçlarının dış politika açısından anlamı nedir?
Başbakan Ahmet Davutoğlu balkon konuşmasında Erdoğan’ın önceki seçimlerde yaptığı gibi kendisine tek başına iktidar olma şansı vermeyen ‘defolu zaferi’ bir Osmanlı sultanı edasıyla Üsküp’ten Saraybosna’ya Filibe’den Semerkant’a, Buhara’dan Filistin’e armağan etti.
Dört bir yanından balon yapmış dış politikanın hezimeti bu içi boş hamilik hamasetiyle başladı; Davutoğlu hala sonuçtan biidrak aynı repliğe devam ediyor:
“Biz bu topraklarda ayaklarımız üzerinde dimdik durdukça onların yanında olmaya devam edeceğiz… Malazgirt’ten beri gelen bu kutlu yürüyüşü nice 100 asırlara iletmeye…”
El attığı her yerden kovulmayı başaran bir siyasi liderliğin aşırı dozda hamaset zerki artık kendi tabanına bile fazla geliyor ama sanırım seçmeni ahmak yerine koyan söylemler taktik olmanın ötesinde saplantılı bir ruh halinin de tezahürü. O yüzden seçmenin ihtarını tam olarak görmeleri zaman alabilir.
Hükümet hukuksuzluk üzerine oturan mevzilerini korumak için ‘son kurtuluş savaşı’ narasıyla öyle bir savaş yürüttü ki sadece toplumu ayrıştırmakla kalmayıp ülkenin tüm uluslararası ilişkiler ağını dumura uğrattı. Gelen her eleştiriye ya da uyarıya AKP’ye karşı komplonun parçası muamelesi yaptı. Kişisel istikballer için bu ülkenin kredisi fena halde harcandı.
Ülke dış politikasının alamet-i farikası haline gelen işlere bir bakın:
Batılı ortaklarına karşı düşmanlık…
Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu dahil AB’nin kurumlarından gelen uyarılara karşı had bildiren çıkışlar…
Ülkenin diktatörlüğe kayışına ve antidemokratik uygulamalara dikkat çeken uluslararası medya organlarını azar…
Suriye’de işi Kaide’yi desteklemeye vardıracak kadar rejim değiştirme takıntısında ısrar…
IŞİD gibi örgütler eliyle Rojava’da Kürtleri boğdurma cinliği…
Sünni blok namına Yemen’i yakıp yıkan Suudilerle ortaklık…
Körfez namına bu ülkenin en istikrarlı komşusu İran’la mezhep kavgasına girişme…
‘Bana artık yavru muamelesi yapma’ diyen Kuzey Kıbrıs’a şamar…
Filistin davasını istismar…
Irak’ta mezhep savaşına ortaklık.
Türkiye bütün bunlarla korkunç derecede değersizleştirildi ve öngörülemez ülke haline getirildi.
Hal buyken Davutoğlu hala ‘hinterlandım’ dediği coğrafyalara alıcısı olmayan selamlar gönderiyor.
Dış politikanın sandığa etkilerinin oranını tam olarak bilemiyoruz ama en azından hükümetin IŞİD ile netameli iştigali ve
Kobani’de yaralayıcı politikasının sonucu Kürtleri kaybetmek oldu.
Artık ciddi bir restorasyon ihtiyacı kendini dayatmıştır. Aksi takdirde Erdoğan bu ülkenin omuzlarında; Türkiye de bölgesel ve uluslararası alanda daha fazla çekilmez yüke dönüşecektir. Dış ilişkilerde restorasyon diyalog ve uzlaşma ilkelerine dönmekle mümkün. Aynı şey iç politika için de geçerli. Seçimden çıkan tablo ‘dikte’ değil ‘uzlaşma’ siyasetine dönüş çağrısıdır. Ancak kendini hatadan, hukuktan, yargı ve meclis denetiminden müstağni gören bir anlayışın terk edildiğine dair emareler henüz gelmiş değil. Elbette koalisyon pazarlıklarına gelince durumun idraki kolaylaşacaktır. Dış politikanın yeni rotasının tayini açısından AKP’nin kiminle hangi ilkeler esasında koalisyon kuracağı da önemli. İster dışardan destekli azınlık hükümeti, ister koalisyon olsun en azından yeni hükümetin üzerinde bir baskı mekanizması oluşacaktır.
Burada en kritik konu Suriye politikasının ne yönde ilerleyeceğidir. Hükümeti oluşturma süreci Suriye krizinin de en hayati aşamasına denk geliyor.
Kürtlerin özerklik inşa ettiği Rojava’nın savunma gücü YPG, Kobani’den temizlediği IŞİD’i Akçakale’nin karşısındaki Tel Ebyad’dan atmak için vurucu son hamlelerini yapıyor. IŞİD ise Halep hattında Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte silahlandırdığı Nusra ve Ahrar el Şam’ın başını çektiği İslamcı koalisyonu sıkıştırıyor. Beri tarafta Suriye ordusu İran ve Hizbullah’ın desteğiyle Türkiye sınırlarına doğru son savaşa hazırlanıyor. Bu savaşın kaderini tayin edecek olan önemli oranda Türkiye’nin tutumudur. Hem YPG’nin IŞİD’e karşı savaşında hem Suriye ordusunun IŞİD ve diğer silahlı gruplarla savaşında Türkiye’nin sınır politikası belirleyici bir faktör olacaktır.
AB ile ilişkilere yeniden ivme kazandırılması da yeni koalisyonun bileşenlerine bağlı. Sözgelimi hükümetin hem AB hem Kıbrıs barış süreciyle ilgili son pozisyonu olası koalisyon ortağı MHP’nin çizgisiyle çok da sorunlu değil. Kurulacak bir koalisyonun asgari uzlaşıyı gerektirmesi nedeniyle dış politikanın daha dengeli bir rotaya döneceği önermesini Erdoğan’ın bozucu bir faktör olarak devrede olmadığı ve Davutoğlu’nun başbakan gibi başbakan olmayı başardığı bir senaryo için söylüyorum. Yoksa Erdoğan’ın bir ayağının Ak Saray diğer ayağının başbakanlıkta olduğu bir senaryodan hayır gelmez.
(Radikal)