Gazze zirvesi: 57 ülke İsrail’in içinden geçti! Gazanız mübarektir!
"Yayınlanan ortak bildirinin İsrail’in canını yaktığını ya da Netanyahu’nun savaş kabinesini köşeye sıkıştırdığını söylemek mümkün değil. İsrail’in bazı Batılı destekçileri sivil katliamlar ve insanlığa karşı suçlar yüzünden yavaş yavaş ateşkesi ağızlarına almaya başladıysa bunun sebebi İslam ve Arap ülkelerinin duruşu değil kendi kentlerinde aldıkları bütün önlemlere rağmen Filistin bayrakları eşliğinde yükselen itirazdır."
Arap ve İslam aleminden 57 ülkenin buluşması Gazze’de soykırım yapan İsrail’i titretti mi? Şu şaaşalı zirveden savaşı durduracak bir ağırlık çıktı mı?
İsrail hiç tınmadığına göre yanıt olumsuz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ne kadar mühim bir iş başardıklarına dair “maiyetindeki gazetecilere” uzun uzun anlattıklarına bakılırsa İsrail’in hayli tırsmış olması gerekirdi.
Doğrusu savaşın 36’ncı gününde ancak toplanabilmiş Arap ve İslam ülkelerinin kendi içlerindeki derin çelişkiler ve çıkar ilişkileri ortak bir tutuma izin vermiyor.
Normalde Riyad’da Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) aynı ayrı zirve yapacaktı. Arap Birliği’nin Dışişleri Bakanları’nın hazırlık toplantısında üye devletlerin tutumları öylesine taban tabana zıttı ki zirve kaçınılmaz olarak fiyaskoya dönüşecekti. Bundan kaçınmak için Suudiler oldubittiyle Arap Birliği ve İİT zirvelerini birleştirdi.
***
Arap Birliği’nin hazırlık toplantısında İsrail’i üzecek yaptırım önerilerine geçit verilmedi.
Arap ülkelerindeki ABD askeri üsleri ve diğer üslerin İsrail'e silah ve mühimmat sağlamak için kullanılmasının engellenmesi önerilerinden biriydi. Reddedildi.
Üslerin olduğu ülkeler belli: Katar, Bahreyn, Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan, Umman, Ürdün ve Irak.
İkinci öneri “İsrail ile diplomatik, ekonomik, güvenlik ve askeri ilişkilerinin dondurması” idi. Bunun muhatapları Mısır, Ürdün, BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan. Ürdün elçisini geçici olarak çekerken Bahreyn elçisini çekip ticari anlaşmaları askıya alma önerisini kralın onayına sundu. İlişkiyi donduran ya da bitiren yok. Pek çoğu bu tür bir adımın kendilerini özellikle Batı’da parya durumuna düşüreceğini düşünüyor. Yani ABD ve AB de bize misilleme yaparsa korkusu…
Bir diğer öneri saldırganlığı sona erdirecek bir baskı yaratmak amacıyla petrol ve ekonomik ambargoya gidilmesiydi. Suudiler Amerikalılara peşinen petrolün silah olarak kullanılmayacağı garantisi vermişti. Yine Suudiler Abraham Anlaşmalarını müzakere sürecine dönebileceklerini belirtiyor.
Bu tür öneriler yaptırım altındaki Suriye’nin dışında çok az sayıda taraf toplayabilir.
İsrail sivil uçaklarının Arap hava sahasında uçmasının engellenmesi de kabul edilmeyen öneriler arasındaydı. Yaptırım Arap siyasi zümresine çok uzak bir fikir.
Korkmalarını gerektirmeyen bir öneri vardı ki o da benimsenmedi: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısını durdurma talebini iletmek üzere New York (BM), Washington, Brüksel (AB), Cenevre, Londra ve Paris'e gidecek bakanlar düzeyinde bir Arap komitesinin oluşturulması.
Üst düzey bir diplomatik baskı hamlesi bile lüzumsuz görüldüyse Arap Birliği’nin varlık nedeni kalmamış, hepten çürümüş demektir.
Arap Birliği’nin bu haliyle dikkate alınma şansı sıfır.
***
Arap İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi’ne gelince.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi sözden fiile geçilmesini isteyen konuşmalar yaptı. Esad “katliam ve yardım” sarmalından çıkıp siyasi ve ekonomik tüm araçlarla İsrail’in durdurulması gerektiğinden söz etti. Reisi ise 10 maddelik bir öneri sundu. Mısır’a yardım edip Gazze’ye ablukanın kırılması, İsrail’le siyasi-ekonomik ilişkilerin koparılması, İsrail ordusunun terör örgütü ilan edilmesi, İsrail ve ABD liderlerini yargılayacak uluslararası mahkemenin kurulması, Hıristiyanlara ait El Ehli Baptist Hastanesi’nin bombalandığı günün soykırım günü olarak resmi takvimlere yazılması, Gazze halkına silah verilmesi öneriler arasındaydı.
Yaptırım ve ilişkileri kesme seçeneklerine kapıyı peşinen kapatmış olan Erdoğan da İsrail’i durduracak kararlılıktan bahsetse de Yahudi devletini zorlayacak somut bir adım atabilmiş değil.
Bunun dışında fiili karşılığı olmayan tonlarca laf edildi. Arap ve İslam aleminin en büyük hastalığı bu; nutuk, hamaset, köpürtme…
***
Zirve savaşın gidişatını değiştirecek somut bir şey üretmese de sonuç bildirisi biraz sıra dışıydı.
Kısaca özetlersek:
- Filistin halkına karşı barbar, vahşi ve insanlık dışı katliamlar kınanıyor.
- Misilleme saldırılarının meşru müdafaa olarak görülmesi reddediliyor.
- Tüm devletler işgal yönetimi, ordusu ve terörist yerleşimcilerin Filistin halkını öldürmek, evlerini, hastanelerini, okullarını, camilerini, kiliselerini ve tüm mallarını yok etmek için kullandığı silah ve mühimmat ihracatını derhal durdurmaya çağrılıyor.
- BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in saldırganlığına son verememesindeki acziyete dikkat çekiliyor.
- BM Güvenlik Konseyi’nden İsrail’in Gazze’deki eylemlerini savaş suçu olarak tanımlayan ve bu politikalardan vazgeçmesini isteyen bir kararın çıkarılması isteniyor.
- Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılması ve insani yardımın derhal ulaştırılması gerektiği vurgulanıyor.
- Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Katar, Türkiye, Endonezya ve Nijerya Dışişleri Bakanları üye devletler adına savaşın sona erdirilmesi ve kalıcı barışın teminine yönelik gerçek bir siyasi sürecin başlatılması için uluslararası eylemde bulunma yetkisi veriliyor. İsrail’i koruyarak çifte standarda düşen ülkelerin yol açtığı tehlikeye dikkat çekiliyor.
- Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili soruşturma talep ediliyor. Bunun takibi için iki uzman komitenin yanı sıra işlenen suçları belgeleyecek dijital medya platformlarının kurulması öngörülüyor.
- Gazze’nin kuzeyinden insanların güneyine doğru yerlerinden edilmesi ve bölgeden sürülmesi girişimleri kınanıp reddediliyor.
- Gazze, Kudüs ve Batı Şeria’da Filistin davasını bertaraf etmeye yönelik tüm girişimler kırmızı çizgi ilan edip bunları savaş suçu sayıyor.
- Tüm tutuklular ve sivillerin bırakılması isteniyor.
- Terör estiren yerleşimci dernek ve örgütlerin uluslararası terörizm listelerine eklenmesi öneriliyor.
- İsrailli bir bakanın nükleer silahla Gazze’nin haritadan silinmesi önerisinden hareketle Orta Doğu’nun nükleer silahlar ve kitle imha silahlarından arındırılmasına yönelik olarak BM çerçevesinde konferansın gündeme alınması öneriliyor.
- Lübnan’ı taş devrine döndürme tehditleri kınanıyor ve fosfor bombası gibi yasaklı silahların araştırılması isteniyor.
- 1967 sınırlarında başkenti Kudüs olan Filistin devletinin kurulması ve devredilemez haklar için verilen meşru müdafaaya destek ifade ediliyor.
- Kalıcı barışın ancak işgalini sona erdirilmesi ve iki devletli çözüm temelinde mümkün olacağı belirtiliyor.
- Barışın engellenmesinden İsrail sorumlu tutuluyor. İşgal bitmeden ve gasp edilen haklar iade edilmeden güvenliğin sağlanamayacağının altı çiziliyor.
- Filistin Kurtuluş Örgütü’nün, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğu vurgulanıyor. Tüm Filistinli gruplar FKÖ çatısı altında toplanmaya davet ediliyor.
- Filistin topraklarının yanı sıra Suriye’nin Golan Tepeleri, Lübnan’ın Şebaa Çiftlikleri, Kfar Şuba tepeleri ve El Mari’nin dış bölgelerindeki işgalin sonlandırılması isteniyor. Bunun peşi sıra iki devletli çözüm için uluslararası barış konferansı çağrısı yapılıyor.
- Gazze'nin yeniden inşası için uluslararası toplumun harekete geçirilmesinden söz ediliyor.
***
Bildiride sıkça geçen “sömürgeci”, “işgalci”, “sömürgeci işgalci”, “terörist yerleşimci”, “yerleşimci terörü” gibi ifadelerle Arap ve İslam ülkelerinin kendilerini aştığı da söylenebilir.
Abraham Anlaşmaları ile tabutuna çivi çakılmak istenen Filistin davasının yeniden iki devletli çözüm zemininde gündemleştirilmesi İsrail’in istemediği bir sonuç.
İsrail’in ne inkâr ne teyit siyasetiyle BM denetiminden kaçırdığı nükleer programının gündeme taşınması da kayda değer.
Öngörülen takip ve tespit komitelerinin etkili çalışıp çalışamayacağı şüpheli.
Hamas’ın belinin kırılmasını şiddetle arzulayan üyeler olmasına rağmen bildiride adı bile geçmiyor. Fakat siyasi temsiliyet açısından kadavraya dönüşmüş El Fetih’in liderliğindeki FKÖ’nün Filistin’in yegâne temsilci olduğu vurgulanıyor. Bununla Gazze’deki direniş güçlerine bir sınır çiziliyor. Kontrolü ele almak için neredeyse İsrail tankı üzerinde Gazze’ye gitme kıvamına gelmiş Abbas da Filistin adına orada olduğuna göre onu da memnun etmelerinin yolu bu!
Fakat bu bildirinin İsrail’in canını yaktığını ya da Netanyahu’nun savaş kabinesini köşeye sıkıştırdığını söylemek mümkün değil. İsrail’in bazı Batılı destekçileri sivil katliamlar ve insanlığa karşı suçlar yüzünden yavaş yavaş ateşkesi ağızlarına almaya başladıysa bunun sebebi İslam ve Arap ülkelerinin duruşu değil kendi kentlerinde aldıkları bütün önlemlere rağmen Filistin bayrakları eşliğinde yükselen itirazdır. ABD üzerinde de hedeflenen baskı hasıl olmuş değil. Biden yönetiminde de “Netanyahu’ya ellerini kaptırdıkları” hissi oluştuysa bunun nedeni Arap-İslam tepkisi değil. ABD 57 ülkenin yekûnundan yaptırımlar eşliğinde caydırıcı bir cephenin çıkmayacağından emindi. Fakat bir taraftan yönetim içinde ABD’nin küresel liderliğinin altını oyacak tehlikeli bir yola girildiği korkusu öne çıkıyor. Bölgedeki başkentlerden Washington’a uyarılar gidiyor. Hiçbir Amerikan başkanının bu kadar gaddarlaşmadığı, bunun karşılığı olacağı uyarıları yapılıyor. Diğer taraftan Arap ve İslam ülkeleri arasında yıllardır tecrit etmeye çalıştıkları İran ve Suriye gibi ülkelerin etkinliği artıyor. Çin ve Rusya da Filistin için takındıkları tutumla kolektif Batı'nın stratejik rekabetteki erozyonunu büyütüyor.
İsrail 75 yıllık işgal ve sömürge politikalarıyla kuşatılmış Filistin meselesini Gazze, özelde de Hamas sorunu diye dar bir çerçeveye hapsetmeye çalışıyor. Filistin’i siyasi-ekonomik ilişkilerin önünde yük sayanlar ve Müslüman Kardeşlerle hesabı olanlar da bu çerçeveye akşamdan razı. Gazze’deki soykırım savaşı, dünyayı, meselenin bir Filistin sorunu olduğu gerçeğine yeniden uyandırdı. 7 Ekim’den itibaren çapa 1948’e geri fırlatıldı.
***
Bu bildiriden Erdoğan kendisine çok büyük bir pay çıkartıyor. Haliyle Erdoğan’ın değerlendirmelerine değinmeden bu bahsi kapatmak olmaz. Erdoğan’a bakılırsa sonuç bildirisinin bütün çerçevesini neredeyse Türkiye çizdi. Bunu da “Hemen hemen icra ile ilgili bütün teklifler bizden geldi” sözleriyle ortaya koyuyor. Bildiriye giren “terörist yerleşimciler”, “ablukanın kırılması” ve “nükleer silahlar” gibi ifadelere büyük anlam yüklüyor. Ablukayı kırma ifadesinin eyleme geçmek isteyen ülkeler için referans olacağını savunuyor. Böyle bir ülke var mı? Ablukayı kırma girişimi olarak Mavi Marmara eyleminin arkasında duramayan, kurbanların kanını paraya çeviren, Türk yargısında açılmış davayı kapatıp İsrailli yetkililere dokunulmayacakları güvencesi veren, buna itiraz edenleri de “Giderken bana mı sordunuz” diye azarlayan bir lider eylemsellikten bahsediyor. İsrail’le ilişkileri kesmek gibi bir şeyin uluslararası diplomaside olamayacağını savunan, yaptırım sözünden ifrit olan bir lider; Türkiye’den İsrail limanlarına yanaşan gemilerden hiç rahatsız olmayan, Ceyhan Limanı’ndan yüklenen petrole kesintisizlik garantisi veren, ABD ile ilişkilere neredeyse kutsallık atfeden; Suriye’de vekalet savaşında koç başlığı yaparak İsrail’e en büyük iyiliği yapan; yasadışı ikili anlaşmayla Kürdistan/Kerkük petrolünün İsrail’e ulaşmasına aracılık eden; bu yüzden Türkiye’yi de tazminata mahkum ettiren…
Eyleme yönelik sözlerin hepsi yine söz olarak kalacak. Eylemsiz eylemcilikten “büyük ülke” mefkuresi çıkartıyor!
Bu arada düne kadar cephe açtığı, şeytanlaştırdığı, katil ve darbeci dediği ne kadar lider varsa onlarla aile fotoğrafına girdi. Baş başa samimi görüntüler verdiği Mısır lideri Abdulfettah el Sisi’nin Gazze politikasını övdü. Ürdün, Filistinlileri sürmeyi savaş nedeni ilan ederken, Mısır Sina’da tek bir kum tanesi için binlerce askeri feda edeceğini söylerken ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ankara’da Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara açtığı o büyük kucakta illaki Filistinli sürgünlere de yer olacağı aklını veriyordu. Bundan yüksünen olmadı. Eğer sürgün planını bozulduysa belki Kral Abdullah ve Sisi bir teşekkürü hak edebilir.
Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda ateşkes çağrısına çekimser kalan 40 ülkeyi etkilemeyi büyük bir vazife olarak bellemiş. “Adam adama markaj yapacağız” diyor. Esasen etkilemesi gereken tek ülke var: ABD. Ama Başkan Joe Biden’den telefon bekliyor. "Blinken daha yeni buradaydı. Herhalde bizi bundan sonra Biden ağırlar” diyor. NATO’da İsveç için jest yaptı ya artık Beyaz Saray daveti çıkarsa içini üşüten o buzlar eriyecek. Gazze sancısı da kendiliğinden geçer bu arada. Gelmeyen telefonla zül eylemiş yine de “Bu coğrafyada Türkiye’ye rağmen bir girişimde bulunmak mümkün değil” diye büyüklük taslıyor.
İrlanda’dan bile Türkiye’den daha fazla İsrail’e acıtacak çıkışlar geliyor. Londra’da yüzbinlerin sesi 57 ülkeninkinden daha fazla etki yapıyor. Fransızlar yavaş yavaş Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a nedamet getirtiyor.
Genişlemekte olan işgali bitirmeden iki devletli çözüm hayal iken politik diskur bunun etrafında dönüyor. Erdoğan’ın eylem setinde işgali bitirmeye yönelik ne var? Hiçbir şey! Erdoğan zirvedeki havaya göre bazı önemli kararlar alacağını söylemiş ve merakları celbetmişti. Zirveden çok memnun kaldığına göre o kararlara ne oldu? “Laf değil icraat” da sonuçta laf! Hatta laf-ı güzaf! (duvar)