Abdulilah Fırat, dedesi Şeyh Said'i anlattı
Şeyh Said’in torunlarından Abdulilah Fırat, 29 Haziran 1925 tarihinde 46 yareniyle idam edilen dedesi Şeyh Said Efendi’yi anlattı.
29 Haziran 1925 tarihinde Şeyh Said, dönemin dikta rejimi tarafından kurulan İstiklal Mahkemelerinin verdiği kararlarla 46 arkadaşıyla birlikte darağaçlarına çıkarıldı. Olaylar nedeniyle rejim işgalci devletlere göstermediği gücü bölge halkına gösterdi. Bölgede büyük bir yıkım ve katliamlar gerçekleştirildi. Şeyh Said rejim tarafından bir isyancı olarak anıldı. Yapılan katliamları meşru göstermek için iç siyasette Kürt isyanı olarak gösterilen bu hadiseler, dünyaya İslami, gerici hareket olarak servis edildi.
Şeyh Said kimdi? Ne yapardı? Dönemin rejimini yöneten Mustafa Kemal ile neden tartışmıştı? Şeyh Said Efendinin torunu Abdulilah Fırat ile bu konuları konuştuk.
“Cenab-ı Hakkın rızasını arzulardı”
Şeyh Said’in davasının tamamen ilim olduğunu belirten Fırat, “Cenab-ı Hakk’ın rızasını arzulayan bir düşünce tarzını Müslümanların istifadesine amade etmiş bir alimdir. Şeyh Said Efendi, ufku çok geniş olan bir âlimdi. Yani sıradan ulemadan değildi. Şeyh Said Efendi zamanında onun seviyesinde ikinci bir alim yoktu. Neden yoktu, medreselerin de tedris ettiği ilimleri okursak, araştırırsak bunu da rahatlıkla görebiliriz.” dedi.
Fırat, “Nesebi seyittir. Şecere sahibidir. Şeyh Said Efendi yani hem tarikat sahibi, hem ilmen çok önde olan bir ailenin çocuğudur. Yani Şeyh Said Efendi otuz babası, Hz. Hüseyin Efendimize kavuşuncaya kadar hepsi ehli ilimdi, hepsi ehli tarikatti. Böyle kültürlü, İslam kültürünü teneffüs eden bir aileden yetişmedir. Şeyh Said Efendi bilim ve tasavvuf da en önde olan bir ailenin müntesibi olan bir insandır.” ifadelerini kullandı.
“Şeyhin medreselerinde otuz ilim tedris ediliyordu”
Şeyh Said Efendinin medrese eğitimlerinin kendine özgü bir ilmi ekol olduğunu dile getiren Fırat, “Kürdistan’da tedris edilen ilmi ekolle, Şeyh Said ailesinin ilmi ekolü, aynı değil. Şeyh Said Efendinin medreselerinde otuz ilim tedris ediliyordu. Kürdistan medreselerinde meşhurdur. ‘Di wazde ilim’ diyorlar ya 12 ilim vardı. Şeyh Said Efendinin medreselerinde otuz tane ilim tedris ediliyordu. Medreselerinde okuduğu ve okuttuğu ilimler hakkında bilgiler var. Ben bunu kitabımda da yazdım. Şeyh Said Efendi hadis hafızıdır. Baştan sona kadar Kutubu Sitte’yi hıfz etmiş ve onunla ilgili de icazeti var.” diye konuştu.
“Şêx Said’e çav belek”
Şeyh Said Efendinin ince yapılı, biraz zayıfça ve açık tenli olduğunu söyleyen Abdulilah Fırat; Gözleri çok güzeldi, gözleri doğuştan sürmeliydi. Onun için Diyarbakır halkı Şeyh Said Efendiye, ‘Şeyh Said’e çav belek’ diyorlar. Yani o kadar güzelmiş. Derin ve tatlı bir bakışı varmış. Devamlı tebessüm ediyormuş. Kuvvetli bir yapıya ve heybetli bir edaya sahipti. Şeyh Said Efendiyi uzaktan görenler, biliyorlar kim olduğunu. O edası, heybeti, bakışı, gözleri, oturması, kalkması çok iyi bilinirdi. Göğsüne kadar inen bir sakala sahipti. Bıyıklarını da Şer’i Şerife uygun keserdi. Tabi saçları çok erken beyazlamış. Çok güzel giyinen bir kişiydi. Beyaz elbiseleri tercih ediyordu. Suriye’ye gidince Halep, Şam, Beyrut oralarda kendine göre güzel elbiseler hazırlatırdı.” diye belirtti.
Fırat, dedesi Şeyh Said Efendi ile Atatürk arasında geçen diyaloğu ise şöyle anlattı:
Mustafa Kemal ordu komutanıyken Diyarbakır’da bir toplantı düzenliyor. Bölgenin bütün ileri gelenlerini davet ediyor. Şeyh Said Efendi ile Mustafa Kemal arasında burada tartışma yaşanıyor. Mustafa Kemal seçkin insanları davet edip, onlarla bir toplantı yapıyor. Şeyh Said Efendi’de iştirak ediyor. Mustafa Kemal o toplantı da diyor; ‘Osmanlı hanedanı gün sayıyor, bitmek üzere İstanbul istila edildi, İngilizlerin elinde. Biz Rumeli’yi kaybettik. Arnavutluk’u, Makedonya’yı kaybettik. Sırbistan, Yunanistan gitti. Bulgaristan gitti. Bir İstanbul, Trakya elimizde kaldı. Ermeniler de Kürdistan’a el koymak üzereyken Cenab-ı Hakkın lütfuyla biz geldik. Sizi Ruslardan kurtardık.’ (Halbuki hiç ilgisi yok.) ‘Onun için biz toplanalım. Eğer kabul ederseniz, ben de bir ordu komutanı olarak bir proje yapayım, sizler de bana projede destek olun. Görev verin, selahiyet verin. Beni kendinize lider kabul edin. Biz Kürdistan’da bazı hizmetler yapalım.’ Tabi herkes tezahürat yapıyor. Herkes alkışa alıyor, diyorlar ‘Atatürk bize devlet kuracak!’
“Sen ilk önce bir git Selanik’i kurtar. Sonra gel İstanbul’u da İngilizlerden kurtar”
Fırat, bunun üzerine Şeyh Said Efendi itiraz ettiğini ve şöyle dediğini aktardı: “Paşa Hazretleri siz böyle kadirşinas bir insansanız, memleketi seven bir insansanız, insan önce aile efradından mesul olur. Senin doğum yerin olan Selanik nerededir. Kimin elindedir. Sen ilk önce bir git Selanik’i kurtar. Sonra gel Osmanlı Hanedanına İstanbul’u da İngilizlerden kurtar. Sonra gel konuşalım. Senin görevin önce kendi evini, aileni kurtarmak. Bunları yapmadığın halde gelmiş, ‘ben Kürdistan’ı kurtaracağım’ diyorsun. Biz buna inanmıyoruz. Senin asli görevin gidip Padişah Hazretlerine ittiba etmektir.”
“Kürdistan halkı esaret zincirini kırma gücüne sahiptir”
Şeyh Said’in verdiği sert cevapların ardından dedesinin toplantıyı terk ettiğini söyleyen Fırat, Dışarıya çıkarken orada çok önemli bir konuşma yapıyor. Şeyh Said Efendi şöyle diyor; ‘Kürdistan halkı esaret zincirini kırma gücüne sahiptir inşallah. Biz Kürtler esaret ve kölelik zilletini, kabul etmeyen bir milletiz. Onun için bütün gücümüzle çalışacağız. Kürdistan’da yürüttüğünüz bu çalışmaların yeni bir ihtilafa yol açacağını zaman gösterecektir. Sizin yaptığınız Kürt milleti için iyilik dileyen bir davranış değildir. Size inanmıyorum.’ Orada toplantı da olan Liceli Mehmet Beg ve diğerlerine dönüp diyor ki; ‘Artık iki yol kaldı, ya bana destek olacaksınız ya da Mustafa Kemal’e destek olacaksınız. Mustafa Kemal’e destek olursanız helake gidersiniz. Bana destek olursanız inşallah ben sizi bu zilletten kurtaracağım.’ diyor.” ifadelerine yer verdi. (Mehmet Tahir Özsoy, Ahmet Karakaş- İLKHA)