Seçmeli Kürtçe Dersi: Lütuf mu; Zulüm mü?
Kürtçe`nin eğitim alanında kullanılmasıyla ilgili talepler, adeta hükümetin Kürt politikasının samimiyet testine dönüşmüş durumdaydı.
Kürtçe’nin eğitim alanında kullanılması, sadece BDP/PKK çizgisinin özel talebi olmaktan öte, neredeyse tüm Kürt halkının ortak talebi halini almış durumdaydı. Ancak kullanım alanı olarak “Seçmeli ders mi; Anadilde eğitim mi?” olması yönündeki taleplerde farklılıklar da dillendirilmiyor değildi.
Son olarak eğitim sisteminde yapılan 4+4+4 sistem değişikliğiyle beraber Kürtçe’nin seçmeli dersler kategorisine alınması, kimilerince büyük bir gelişme olarak nitelendirilirken, kimilerinin de yetersizlik gerekçesiyle tepkisine yol açtı.
Bunu büyük bir gelişme olarak görenler bu ‘lütufa’ müteşekkir iken; yetersiz görenler bunu da kategorik zulüm politikasının devamı olarak okudular.
Elbette burada yarısı dolu, yarısı da boş olan bir bardak misaliyle karşı karşıyayız. Daha önce tamamen boş duran bardak, tüm eksikliklere, tüm eleştirilere karşın hükümetin yarıya kadar doldurması gibi bir sonuç ortaya çıkarsa da, hala bardağın öbür yarısının boş durduğu gerçeğini de görmezlikten gelemeyiz.
Bardağa ‘dolu’ tarafından bakanlar, Kürt varlığının bile inkar edildiği bir dönemden bugünlere gelinmesini büyük bir gelişme olarak görüyorlar. Pek de haksız sayılmazlar aslında.
Bardağın ‘boş’ kalan yarısını görenler ise bu ülkenin olması gerektiği şekliyle değil, Kürt vatandaşlarına karşı hala kısıtlayıcı politikalar gütmeye devam ettiğini söylemektedirler ki, onlar da haksız sayılmazlar.
Başbakan, grup toplantısında bu meseleye değinirken, bunu büyük bir gelişme olarak değerlendirdi ve tıpkı Fransızca ya da İngilizce gibi, tercih edecek yeterli sayıda öğrenci olması durumunda Kürtçe’nin de seçmeli ders olarak okutulacağını belirtti.
Evvela şu tespitte bulunmuş olalım. İnkarcı politikalardan bugünlere gelinmiş olması, gerçekten de Türkiye için bir gelişmedir. Ancak bunun Fransızca ya da İngilizce ile mukayese edilmesi, şu soruyu da sormamızı beraberinde getiriyor?
Türkiye Cumhuriyeti, kendi vatandaşları olan Kürtleri, başka milletlerden olan Fransız ya da İngilizlerle mi mukayese ediyor? Yani bu ülkede Kürtlere tanınan haklar Fransız ya da İngiliz’e tanınan haklarla mı izah ediliveriyor?
Hatta daha da ileri giderek şunu da sorabiliriz: Fransız, İngiliz, Alman, Rus vs dilleri zaten bir çok kurumda yıllar öncesinden seçmeli ders kategorisindeyken Kürtçe’nin daha yeni bu kategoriye alınmasında temel haklar açısından bir problem göze batmamakta mıdır?
Yine grup konuşmasında Başbakan, Kürtçe dersi ile ilgili konuşurken, “Kürt varlığı tanındı, Kürtçe televizyon açıldı vs.. kıyamet mi koptu? Ülke mi bölündü?” sözleri aslında şu soruyu da beraberinde getiriyor:
Kürtçe, seçmeli ders olduğunda kıyamet kopmadığı gibi, ülke de bölünmedi. O halde Kürtçe Anadil eğitim hakkı verildiğinde kıyamet mi kopacak; ya da ülke mi bölünecek?
Tüm bunlar, elbette atılan olumlu bir adımı tamamen reddetmemizi gerektirmez. Ancak bu noktada, sadece belli bir grubun özel istekleri değil, neredeyse tüm Kürt halkının ortak istek ve beklentileri olan daha başka adımların atılması noktasındaki ortak talebi görmezlikten gelmemizi de gerektirmez
Seçmeli ders adımı olumlu, ancak yetersiz, hatta sembolik bir adımdır. Tıpkı dayatmacı kesintisiz eğitim modelinde belli bir yaştan sonra ancak öğrencilerin Kur’an kurslarına gitmelerinin mümkün olduğu ortamda hep şu eleştiri getirilirdi:
İlköğretimi bitiren birinin bu yaştan sonra Kur’an kurslarına gitmesi, hele hele hafızlık eğitimini sürdürmesi neredeyse imkansız.
Aynı şey seçmeli Kürtçe için de geçerli. İlköğretimin ikinci dört yıllık evresinde haftada iki veya dört saat Kürtçe dersi almak, hangi öğrenciye Kürtçe konuşma imkanını sunacaktır? Bugüne kadar aynı süreç içerisinde zorunlu olarak ilk, orta ve yüksek öğretim kademelerinde yabancı dil derslerini okuyan öğrencilerin kaçta kaçı İngilizce, Fransızca ya da başka bir dili öğrenmiş ki Kürtçe öğrenilebilsin?
İşin özü şu: Atılan olumlu adımlara evet, ama olumlu adımlar atıldı diye diğer eksikliklerin dillendirilmesi de hükümet tarafından nankörlükle eş anlamlı tutulmamalıdır.