Kemalizmde Kadının Yeri
Özlem Albayrak, 8.2.13 tarihli Yeni Şafak’taki “Kemalizmde kadının yeri” başlıklı yazısında ilginç noktalara değinmiş:
“Hem ‘güya kadın mücadelesi yürüten, ama yasakçılıkta erkeklere nal toplatan kadınları tanıma’ gerekliliğinden, hem de gönüllerimiz ‘İslamda kadının yeri’ başlıklı, karşı tarafı defansta bırakan pozisyondan bıktığı için, bugün Kemalizmde kadının yerine bakmak isterim” diyen Albayrak’ın sıraladığı maddelerden bazı pasajlar: “Kemalist kadın söylemi, kadınlara medenî ve siyasal hakların hiçbir mücadeleye gerek kalmadan Atatürk tarafından bahşedildiği tezi üzerine kuruludur. Oysa bu yanlıştır. Kadın hareketi, Osmanlının son dönemlerinde elit tabaka kadınlar tarafından başlatılmıştır.
“Bu zaman zarfında bir kadın hareketinin filizlenemeyişinin sebebi, yeni Cumhuriyetin bir ulus ‘inşa etme’ ve devlet kurma sürecinde kadına biçtiği roldür. Bu rol, devrimleri halka anlatmaktan ibarettir ve ataerkilliği sorgulamayı, siyasette bir ‘özne’ olarak var olmayı içermemektedir.
“Kemalist sistem, kadınlardan eleştirel bir katılım yerine, gerektiğinde rejim askeri olan, uyumlu ve minnettarlıkla dolu bir yandaşlık talep etmiş, talebi yerine gelmiştir. (...) Bu kadınların, başörtüsü konusu açıldığında kadınlıklarından geçici olarak istifa edip, birer rejim askerine dönüşmelerinin altında yatan neden de budur.”
***
Kemalizmde dinin de yeri yok
Yavuz Bülent Bakiler de 17.2.13 tarihli Türkiye gazetesindeki “Kemalizmin millet anlayışında dinin yeri yoktur” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Atatürk ve Afet Hanım, 1931 yılında, Çankaya Köşkünde Yurttaşlık Bilgisi isimli bir kitap hazırladılar. Daha doğrusu Atatürk’ün söylediklerini Afet Hanım kaleme aldı. Kitap bittikten sonra Atatürk, Başvekil İsmet İnönü’ye bir mektup yazarak bu kitabın hem bütün okul öğrencilerine, hem de bütün vatandaşlarımıza okutulmasını önemle rica etti. Bu kitabın 12. sayfasında, millet bölümünde deniliyor ki:
‘Din birliğinin de, bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda, bunun aksini görmekteyiz. Türkler, İslâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra bu din bilâkis Türk milletinin millî bağlarını gevşetti. Millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu.’
“(...) CHP Edirne saylavı (milletvekili) Şeref Aykut, milletimizin o tarih kitapları ve yurttaşlık kitapları sayesinde İslâmiyetten ayrılmaya başladığına inandı. 1936 yılında, İstanbul’da KAMALİZM isimli bir kitap bastırdı. Bu kitabın daha ilk sayfasında KAMALİZM’in yeni bir din olduğunu ileri sürdü: ‘Kamalizm, yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir!’ diyordu ve CHP’nin 6 okunu, Kamalizm Dininin 6 görüşü, inancı, imanı olarak açıklıyordu.
“SORU: Siz de Kamalizmi veya Kemalizmi yeni bir din olarak mı kabul ediyorsunuz. Cevabınız evet ise alın ve hayrını görün. ‘Sizin dininiz size, bizimki bize. Bu millet sizin taptıklarınıza tapmaz. Siz de bu milletin taptığına tapmazsınız.’”
(Yeni Asya)