Ahireti,Ölümü ve Ölülerimizi Zihnimizde Canlı Tutmanın Faydaları
Allah-u Teâla’ya layıkıyla hamd, hayat Rehberimiz olan Muhammed’e, onun felah gemisi olan aline, yıldızlar gibi yol pusulamız olan ashabına ve onları rehber edinen tüm Müminlere salat ve selam olsun.
Dergimizin çok kıymetli okuyucuları! Bu sayıdaki yazımı başlıkta gördüğünüz konuya ayırdım. Zira içinde yaşadığımız maddi atmosfer ve dünyevi hadiseler çoğumuza ölümü, ahiret alemini ve ölülerimizi bize unutturuyor. Bu hususlarda, konuşmak ayıp gibi algılanıyor ve yazılan yazılar ilgisiz ve en az okunan yazı oluyor. Hâlbuki ahiret, Kur’an da en fazla yer alan ve üzerinde durulan konudur. Resulullah sallallahu ve aleyhi vesselam hep ahiretten bahsetmekle beraber Baki’i (Medine mezarlığını) hep ziyaret ederdi, orada vefat eden sahabelerine gidip dua ederdi, anne ve babasının mezarını ziyaret ederdi, Sıddıka ve fedakar Zevcesini Hz. Hatice’yi hep hayırla yad ederdi ve onun dostlarına iyilik ederdi. Ayrıca ahiretten ve ölümden gaflet edildiği zaman, ilahi tekâlifleri yerine getirmekte tembellik ediliyor hatta bazen kökten terk ediliyor. Dünyaya, zevk ve sefalarına rağbet çoğalıyor. İslam ve küfrün arasındaki mesafe daralıyor. İman zayıflıyor. Riddet çoğalıyor. Zira ilahi adalet görünmez oluyor. Dünya bir imtihan salonundan ibaret olduğu, salih amellerin mükâfatı, zulüm küfür ve günahların cezası genelden ahirette verildiği unutuluyor. Neticede de ahiret için çalışan budala ve dünya için çalışan ise uyanık algılanıyor.
Hâsılı İslami teklifleri nurlu ve rağbetli kılan ahiret inancıdır. O unutulduğu zaman nuru sönüyor ve rağbeti azalıyor. Zira uhrevi mükafatlar ve korkunç azaplar unutulduğu zaman şer’i mükellefiyetler karşılıksız kuru külfetler gibi görülmeye başlıyor. İnsan da fıtraten karşılıksız külfetlerden hoşlanmıyor. Zamanımızda ilahi emirlere, çoğu insanlarda ilgisizliğin ve masiyetlerden kaçınmamanın ve eskiden durumun tam tersi olmasının sırrı ahirette saklıdır. Geçmişlerin gündeminde ahiret fazla ve şimdikilerin gündeminde ise az olduğundandır.
İşte zikrettiğimiz hakikatten dolayı Kitap ve Sünnette yer alan bütün emir ve nehiylerden sonra, dünyevi kazanım ve faydalardan ziyade uhrevi mükafat ve azaplardan bahs etmektedir. Müslümanlara cenneti ve cennetteki nimetleri münafık ve kâfirlere de cehennemi vadetmektedir. Kur’an ve sünneti incelerseniz dünyevi kazanımlar çok az vadetmektedir. Zira dünya, içindeki yaşamın günleri sayılı sınav için hazırlanmış geçici ve fani bir mekandır. Bu hususta bir kaç örnek verelim:
“Allah, mümin erkekler ve mümin kadınlara, içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmektedir. Allah’ın rızası ise çok daha büyüktür! İşte en büyük kurtuluş budur.” (Tevbe 72)
“Allah müminlerin canlarını ve mallarını karşılığında cennet onların olmak üzere satın almıştır.’(Tevbe 111)
Bey’atul – Akabede Resulullah sallallahu aleyhi vesselem, Ensar (r.a) ’a taleplerini bildirirken Ensar, “Ya Resulullah biz taleplerinizi yerine getirirsek bizim kazancımız ne olacaktır?” Diye sorduğunda. Resulullah sallallahu aleyhi vesselem onlara cevap olarak şunu söylüyor: “Sizin kazancınız Cennet olacaktır.” Ensar(Allah onlardan razı olsun)’da buna razı oldular, buna kilitlendiler, dünya kazanımlarını unuttular ve âşık maşuku anarcasına bütün icraatıyla cenneti aradılar.
Tabi nadir de olsa bazen ahiretle beraber dünyevi zafer ve kazanımlar da mü’minlere vaat edilmiş ve müjdelenmiştir. Örneğin: “Ey iman edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ticareti size haber vereyim mi?
Allah’a ve onun Resulüne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat ederseniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Allah sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel evlere yerleştirir. İşte büyük başarı/kurtuluş budur.
Ve hoşlanacağınız başka bir şey daha var(size yenilecektir) Allah’tan bir yardım ve pek yakın bir fetih! Müminleri müjdele. ( Saf 10-13)
“Yeminlerini bozan, Peygamber’i yurdundan çıkarmak isteyen ve sizinle savaşa önce başlamış olan bir toplumla savaşmayacak mısınız?! Yoksa onlardan korkuyor musunuz?! Eğer Mü’min iseniz asıl korkmanız gereken Allah’tır.
Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları alçaltsın ve onlara karşı size yardım edip, mü’min toplumun kalplerini rahatlatsın.
Kalplerindeki öfkeyi gidersen. Allah dilediği kişilerin tövbelerini kabul eder. Allah her şeyi iyi bilir ve hikmet sahibidir.” Tevbe 13-15)
İşte gördüğümüz gibi bazen ahiretle beraber dünyevi kazanımlar da vaad edilmiştir. Zira insan aceleci bir varlık olarak yaratıldığı için acili/dünyevi vaatlerini sever ve o duygusu da tatmin etmek hikmetin gereğidir. Ancak gerçek ve ebedi hayat ahiret hayatı olduğu için, kıyaslanmayacak kadar Kur’an ve sünnette ağırlık uhrevi vaatlere verilmiştir.
İşte mü’minler ve İslam davetçileri hiçbir zaman bu hakikati ve hikmeti unutmamalıdır ve tersinde hareket etmemelidirler. Daha doğrusu etmemeleri gerekirdi. Zira şimdiki biz Müslümanların perişan hali. Son suratla yozlaşma, kafirlere hayranlık duyma ve taklit etmek büyük çapta bunun neticesidir. Rabbimiz, Peygamberimiz ve Salih seleflerimizin yaptığı gibi biz de İslami yaşantımızda, dava çalışmalarımızda, vaiz ve tebliğimizde ahirete ağırlık vermedikçe, içinde bulunduğumuz durum değişmez ve su, tabii mecrasında akmaz kanaatindeyim.
Dünyanın maddi atmosferinden çıkmak ve ahirettin manevi neşimine girmek için başlangıç olarak uygun zaman hiç şüphe siz bu girmiş olduğumuz mübarek Ramazan ayıdır.
Çok değerli okuyucu Kardeşlerim! Bizler de hep beraber bu fırsatı kaçırmamaya çalışalım. Bol bol ölüm, kabir, ahiret cennet, cehennem, hesaba çekilmeyi, sırat köprüsünü, ölülerimizin durumunu, her alıp verdiğimiz nefesin dünya hayatımızda son alıp verdiğimiz nefes olabileceğini ve ondan sonra zikrettiğimiz uzun yol ve süreçte durumumuzun ne olacağını? sık sık düşünelim, aklımıza getirelim. Aramızda müzakere yapıp gündem yapalım. Söz konusu hususlarla ilgili ayet ve hadislere eğilerek özel olarak üzerinde duralım, o hususta özel yazılan konu ve kitapları okuyalım. Mezarlıkları ve özellikle akraba, şehit ve ilahi davamızda arkadaşlarımızın mezarlarını vakar ve huşu içinde ziyaret edelim. Onlara Fatiha, Yasin ve hatimler okuyalım. Onlara dua edelim. İbadet ve zikirlerimizin sevabına ortak edelim. Onlara için bol bol sadakalar verelim. Özellikle Cuma geceleri ve gününde onları ikramsız ve hediyesiz bırakmamaya çalışalım. Onların salih dostlarıyla dostluk kuralım.
Böylece hem biz maddi atmosferin ve ruhiyetin karanlığından kurtulmuş olur ve kalbimizde manevi nur kapıları açılmış olur. Hem ölü akraba ve dostlarımızın azabı, (eğer azapta iseler) sıkıntıları (eğer sıkıntı içende iseler)
Hafifleşir veya katkımız olur, ilahi rahmete maruz kalıp yüzleri gülecektir, güzel bir hal içinde rüyalarımıza geleceklerdir. Böylece vefatlarından sonra da sıla-i rahimimizi kesmemiş ve dostlarımıza da vefalı birer dost olabiliriz.
Mahpuslar, gözleri nasıl sürekli bir akraba ve dostun ziyaretini ve görüşünü aramaktadır. Ölülerin de bin kat daha fazla gözleri mezarlarını ziyaret edecek, onlara bir Fatiha, bir Yasin okuyacak, onları bir salih amelin sevabına ortak edecek veya onlar için bir sadaka verecek akraba ve dostlarını aramaktadır ve yapıldığı zamanda sevinir ve yüzleri gülmektedirler. Yapan da sevap kazanmaktadır.
Şimdi bakalım kaynaklarımız bu hususta bize neyi kaydetmekte ve alimlerimiz neyi söylemektedirler: demiştir ki!
İmam Muhammed bin Ahmed El – Mervezi “Ben imam Ahmed bin Hanbel’den şöyle dediğini duydum: “Siz mezarlığa girdiğiniz zaman Fatiha, muavvizeteyn (felak ve Nas surelerini) ve ihlas surelerini okuyun ve sevabını mezarlık ehline verin. Zira onun sevabı hiç şüphesiz onara ulaşacaktır.” (El – Tezkire / İmam Kurtubi S. 60)
İbni Ömer, ben kabre defin edildiğim zaman kabrimin başında bakara suresinin baştaki ve sondaki ayetlerini okuyun” diye vasiyet ettiğine dair sahih rivayet vardır. (Et Tezkire S. 60)
Hz. Ali (Kerremullahu vechehu)’den Resulullah (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim kabirlerin yanından geçtiğinde on bir defa kul hu vallahu ehed (ihlas suresini) okursa sonra sevabını ölülere hibe ederse ölülerini sayısı kadar ona sevap verilir.” (El – Tezkire S. 60)
Hz. Enes bin malik (r.a) den Resulullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğu da rivayet edilmiştir, kim mezarlığa girer ve Yasin suresini okursa azapta olanların azabı hafifleşir ve içinde bulunduğu mezarlığın ölülerin sayasınca ona hasseneler verilir. (El – Tezkire S. 64)
Bureyde (r.a) dan rivayet edilmiş ki Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizi kabirleri ziyaret etmekten nehy etmiştim. Ancak bundan sonra ziyaret edin.” (Müslim, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi / Riyaz-u Salihin.) Ancak Tirmizi’nin Rivayetinde “Zira ahireti hatırlatmaktadır.” Eki de vardır.
Hz. Aişe’den rivayet edilmiş ki Resulullah (s.a.v) Benimle kaldığı her gecenin sonunda Baki’i (Medine mezarlığını) ziyaret ederdi.” (Müslim H.No:974 Riyaz-u Salihin)
Bir rivayette de Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur; “Kim bir kabri ziyaret etmek istiyorsa ziyaret etsin. Ancak menfi şeyler söylemesin.” (Nesai / El – Tezkire / Kurtubi Ş. 16)
Bir rivayette de şöyle buyurmaktadır: Kim tanıdığı mümin kardeşinin kabrinin yanında geçtiği zaman ona selam verirse mutlaka selamının cevabını verir.” (Ebu Amir İbni Abbastan / El – Tezkire S. 16)
İbni Ömer’ den Resulullah (s.a.v) şöyle dediği rivayet edilmiştir. “En büyük iyilik / hayır insanın babasının dostlarına iyilik etmesidir.” Bir rivayette de “babası vefat ettikten sonra” (Her iki rivayet de Müslim rivayet etmiştir. H. No: 1904, D. H. No: 5143 / Riyaz-u Salihin)
Saidi kabilesinden Ebi Useyd Malik bin Rabia’dan rivayet edilmiş (Allah ondan razı olsun) diyor: Resulullah (s.a.v) yanında oturduğumuz bir anda Beni seleme kabilesinden bir adam yanına geldi ve “Ya Resulullah! Anam ve babam vefat ettikten sonra iyilik hayır açısından üzerimde bir hakkı kalmış mıdır? Diye sordu. Resulullah (s.a.v) şeyle buyurdu! Evet, onlara dua edersin. Onlar için Allah’tan mağfiret / bağışlama dilersin. Verdikleri sözler varsa onlardan sonra yerine getirirsin. Onların aracılığıyla oluşan akrabalık bağları korursun / onlara iyilik yaparsın ve onların dostlarına ikramda bulunur saygı edersin. “(Ebu Davud H. No: 5142 Riyaz-u Salihin)
Bazı hadis rivayetlerinde Resulullah (s.a.v)’ın vefalı eşi Hz Hatice(r.a)’yi hiç unutmazdı. Hep ondan bahsederdi ve bir hayvan kestiği zaman etinden mutlaka dostlarına gönderirdi. (Riyaz-u Salihin)
Cumhuru ulema “ölülerinizin üzerine Yasin suresinin okuyun” (Ebu Davud, ibni Hibban, İbni Mace, İmam Ahmet rivayet etmişler. İbni Hibban sahih olduğunu söylemiş / Neykul evtar 4 / 22) hadisi delil göstererek sekerata girenin (Ruh çekişenin) üzerine Yasin süresini okumak sünnettir.” Demişlerdir. (El Fıkhul İslami / vehbe Züheyli C. 2 S 1480)
İmam kurtubi, “Bu hadisin iki manaya gelme ihtimali vardır. Biri ölü, can çekiştiği esnada, diğeri kabirde olan ölülerinizin üzerine okuyan manalarıdır.”demiştir. (El – Tezkire S. 64)
İmam Menavi, Feydul – Kadir şerhu camius – sağir eserinde zikrettiğimiz haşin şerhinde şunları yazmaktadır:
İbnurrife hadisin zahirini almış ve insan öldükten sonra da üzerine Yasin suresi okunur ve salih görüşün bu olduğunu söylemiştir.
En iyisi hadisten her iki durumda da Yasin’in okunmasını sünnet olduğuna inanmaktır.
Bazı Hanefiler bu hadisi delil göstererek, “Kişi kendi Salih amelinin sevabını başkalarına hediye edebilir. Bu amel ister Kur’an okuma ister namaz, ister sadaka ve ister hac olsun. Demişlerdir.
Mutezile,” insan kendi amelinin sevabını başkasına hediye edemez. Diyerek Hanefilere muhalefet etmişlerdir. Kendi görüşleri için akli ve nakli şu iki delili ileriye sürmüşler: biri “Sevap cennettir. İnsan kendi cennetini başkalarına veremez“ diye söylemişler. Diğer delil de “İnsan için çalıştığından başkası yoktur.” (Necm 39) ayet-i celilesidir.
Hanefiler de hadisin zahirini, Rasulullah (sav)’ın ümmeti için kurban kesmesini ve meleklerin müminler için istiğfar etmesini delil göstermişlerdir. Demek insan sadece kendi amelinden değil başkalarının amelinden de istifade edebiliyor. Mutezilelerin delil gösterdikleri Necm 39. Ayet-i kerimenin Tur 21. Ayetle mensuh olduğunu veya ayette yer alan insan kelimesinden gaye kafir olandır demişlerdir.” Özetle imam Manevi’nin sözü burada son buldu.
İbni Abbas’tan, “insan için çalıştığından başkası yoktur” (Necm 39) ayeti Tur suresinin 21. Ayetle mensuhtur” diye rivayet edilmiştir. (Camiul-Ahkam / İmam Kurtubi ayetin tefsirinde)
İmam Kurtubi, “Ben diyorum ayetin tefsiri şöyle olabilir: Günahlarda insan için çalıştığından başkası yoktur hayırlarda değildir. Zira sahih-i Müslim’de şöyle bir hadis vardır. “Allah azze ve celle diyor: Kulum bir haseneyi kendi kalbinden geçirirse ancak fiiliyata dökmezse ona bir hasene yazacağım. Eğer fiiliyata dökerse ona on haseneden yedi yüz haseneye kadar yazacağım. Eğer bir günahı kendi kalbinden geçirirse ancak fiiliyata dökmezse üzerine yazmayacağım. Eğer fiiliyata dökerse üzerine bir günah yazacağım” diyerek ayetin başka bir manasını zikretmektedir.
Ebu Bekir el-verrak da ayeti şöyle tefsir etmektedir. “..........” “..........” manasındadır. Yani insan niyetine göre kendi amelinin karşılığını almaktadır. Zira Resulullah sallallahu aleyhi vesselam şöyle buyurmuştur: “İnsanlar kıyamet gününde niyetlerine göre haşır olacaklardır.”
Bir kısım alim de söz konusu ayeti şu şekildi tefsir etmişlerdir: “İnsan ancak bizzat yaptığı amelin karşılığını hak olarak kazanmaktadır. Bizzat yapmadığı ancak başkaları tarafından ona hediye edilen amellerin sevabını ALLAH’u Teâlâ’nın lütuf ve fazlına kalmaktadır. Lütuf ederse hediye edilene yazdırır lütuf etmezse yazdırmaz ve mükâfatlandırmaz. Zira Allah-u Teala çocukları amelsiz olarak sadece kendi lütuf ve fazlı ile cennete dahil etmektedir. (Oysa ayetin zahirine göre çocuklar hiçbir salih amel işlemedikleri için cennete girmemeleri gerekir. Oysa icma ile Müslümanların çocukları anne ve babalarının tebaiyetiyle cennete gireceklerdir.)
Bazı alimler de ayeti şöyle tefsir etmektedir. “Ayette insan kelimesinden gaye kafir olandır. Zikredilen muamele kafire yapılır. Müminler ise hem kendi yaptıklarıyla hem başkalarının onun için yaptıklarıyla da mükafatlandırılır.
Ben (kurtubi) diyorum ki: “Birçok hadis bu son görüşe delalet etmektedir. Doğru olduğunu göstermektedir. Mü’min ve diğer mü’minler tarafından işlenen salih amellerin sevabı ulaşmaktadır. Zaten sadaka konusunda ihtilaf yoktur. Bu ALLAH’u Teâlâ’nın bir fazlıdır. (Ayetin zahirine göre işlenen bir haseneye bir sevap yazılması gerekiyor. Oysa en az on sevap yazılmaktadır.) bunu ispatlayan bir çok ayet ve hadisler vardır. Bu da gösteriyor ki ALLAH’u Teala kendi adıyla değil, fazlıyla muamele ederek sadece yaptıkları amelin mükafatı ve miktarıyla değil bilakis diğer müminlerin ameliyle de ve yaptığı amelin miktarından fazlasıyla da mükâfatlandırmaktadır. İmam Kurtubi’nin Camiul-Ahkâm tefsirinde ayet ile ilgili yazdıkları özetle son buldu. Parantez arası izahat bana aittir. Alıntı yaparken bazı takdim ve tahrirler de yapmışım.
Vehbe el-Zuhayli El-Fıkhul İslami eserinde bu konuya şöyle izahat getirmektedir:
Alimler, dua, sadaka ve hediyelerin sevabının ölülere ulaştığına dair ittifak etmişlerdir. Zira Resulullah sallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: “İnsan öldüğü zaman üç şey dışında ameli kesilmektedir. Sadaka-i cariye ondan faydalanılan bir ilim ve ölüye dua eden salih bir evlat.” (Muslim / Rıyazussalihin)
Ehl-i sünnet Velcemaat’in cumhuru: “İnsan kemal amelinin sevabını başkasına verebilir. Bu ister namaz ister oruç, ister sadaka ve ister Kur’an tilaveti olsun fark etmez.”demişlerdir. İnsan kendi amelinin sevabını “Ben yaptığım şu amelin sevabını falan şahsa veriyorum” demekle verebiliyor. Zira Rasulullah sallalahu aleyhi vesellemden rivayet edilmiş ki: “İki koç kurban olarak kesmiş. Birini kendisi için. Birini de ümmeti için” (Bu hususta yedi hadis rivayet edilmiştir.)
Necm süresinin 39. Ayetinin manası da şöyledir: “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” ancak başkaları tarafından ona hibe edilirse o zaman ona verilir. Kemal bin Haman hakikatin bu olduğunu söylemiştir.
Ya da manası adalet hususunda her insan yaptığından başka bir hakkı yoktur. Ancak fazıl ve ikram yoluyla ona bir çok sevaplar verilebilir. Tur suresinin 21. ayetinin içeriği de bu manayı pekiştirmektedir.
“İnsan öldükten sonra üç şey dışında ameli kesiliyor...” zikrettiğimiz hadis, (kendi ameli kesiliyor diye ifade ediyor) Başkalarının ameli de ondan kesiliyor. (Artık hiç kimse onun için bir şey yapamaz ve kendi amelinin sevabını ona hediye edemez) diye bir şey ifade etmiyor.
“Kimse kimsenin yerine oruç tutamaz ve kimse kimsenin yerine namaz kılamaz” hadisi ise mesuliyetten çıkartamaz hakkındadır/manasındadır. Sevap hakkında değildir. (Yani hiç kimse hiç kimsenin yerine oruç tutup ve namaz kılıp onu oruç tutma ve namaz kılma mesuliyetinden ve mükellefiyetinden çıkartamaz. Zira bunlar farz-i aynlardandır. Her mümin bizzat üzerine farz olan oruç ve namazı eda etmelidir. Tabi mazeret durumları bundan müstesnadır. Ancak hadis bir mümin diğer bir mümine oruç ve namazının sevabını veremez diye bir mana ifade etmemekte ve nehyetmemektedir.
Akıllı açısından da aklın kabul etmediği bir durum değildir. Zira insan sadece kendi amelinin sevabını başkasına hediye etmektedir. Sevabı ulaştıran ise Allah Teâla’dır. Allah-u Teala da buna kadirdir. Bu durum da hiç bir amele tahsis edilmemektedir. İnsan bütün amellerinin sevabını başkalarına hibe edebilir.
(Böylece hediye edenin sevabından hiç eksilmeden ve hediye etmemiş gibi sevabı olduğu gibi kalarak Allah-u Teâlâ o sevabın bir misli hediye edilenin amel defterinde kendi fazlından yazmaktadır.)
Mutezile âlimleri: “İnsan amelinin sevabını başkalarına hediye edemez, sevap başkalarına ulaşamaz ve onlara fayda veremez.” Demişler. Delil olarak da Necm Suresi’nin 39.ayeti gösterilmiştir.
İmam Malik ve İmam Şafii: “Sadakada, mali ibadetlerde ve Hac ’da insan kendi amelinin sevabını başka mü’minlere hediye edebilir. Ancak namaz, oruç, Kur’an tilaveti ve diğer mali olmayan ibadetlerde hediye edemez.” Demişlerdir. (Zuhayli’nin El-Fıkhul-İslami eserindeki yazlıkları özetle son buldu. Yine parantezlerin anasındaki izahatlar bana aittir.)
Seyda M. Ahmed Hilmi El-Koği Hediyetu’l Habib fıkıh eserinde şunları yazmaktadır:
Bütün âlimlerin ittifakıyla sadaka ve dua ölüye fayda verir…
Ölü için Kur’an okuma konusuna gelince: İmam Nevevi, Müslim’in şerhinde şöyle diyor: “Şafii mezhebinde meşhur olan okuma sevabının ölüye ulaşmadığıdır.” “Fakat bunun zayıf olduğunu, kuvvetli olan görüşün, sevabın ulaşması olduğunu söylemişlerdir, yeter ki okuma esnasında veya okumadan sonra ölü kastedilsin. İmamlarımızın çoğunun tercih ettiği görüş ve diğer üç mezhebin görüşü bu olduğu gibi.” (Feth-ul muin)
Âlimlerin, çoğu şöyle demişlerdir: “İmam Nevevi’nin ulaşmıyor” dediği, Kur’an okuyan kimsenin kabri başında olmayıp ölü için niyetlenmediği ve okuduktan sonra onun için dua etmediği durum için geçerlidir. Fakat bunlardan birini yaparsa okumanın sevabı hem ölü hem de okuyan kimse için hasıl olur. Yani sevabı hem ölü hem de okuyan şartı üç şeyden birisidir. Ya okuyan kişi ölünün kabri başında okuyacak; ya okurken ölüyü kastederek okuyacak ya da okuduktan sonra onun için şöyle dua edecek: “Allah’ım! Okuduğunun sevabının bir mislini filanın ruhuna ilaçtır.” (Seydanın sözü özetleyerek son buldu.)
Hasılı güçlü ihtilaf Kur’an tilavetinde vardır. Diğer amellerde sadece mutezile alimleri muhalefet etmişler o da gördüğünüz gibi bir çok delillerle çürütülmüştür. Kur’an tilavetinde de sevabı başkalarına hediye edilemez ve onlara ulaşamaz diyenler azınlıkta idiler. Alimlerin çoğunluğu hediye edilir ve ulaşır diye görüş beyan etmişler. Usule göre ferdi görüşlere tabi olmakta beis olabilir. Ancak Cumhuru ulemanın görüşüne tabi olmakta hiç kimse beis görmemiştir.
İşte madem dinimizde durum böyledir. O zaman biz cumhuru ulemayı taklit ederek – kalp huzuruyla Kur’an-ı Kerim tilaveti de dâhil tüm salih amelimizin sevabını “Ya Rabbi! (veya) Allah’ım! Bütün salih amelimin sevabını (veya her yaptığımız amelden sonra) bu yaptığım amelin sevabının bir mislini başta Resulullah (sav)’a onun al ve ashabına, babam, annem, şu şu... ölü akrabalarıma, İslam şehitlerine, dava arkadaş ve dostlarıma, bütün mümin ve mümine din kardeşlerime kendin fazıl ve kereminle benden onlara ulaştır.”
Demekle hediye edebiliriz. Böylece sürekli zikrettiğimiz ölülerimizi hatırlamış oluruz, hem onlara karşı sıla-ı rahmi. yerine getirmiş oluruz, hem de üzerimizdeki hak ve hukuklarını ifa etmiş oluruz, hem de sürekli yüzlerini güldürmüş oluruz, azapta olanlara azaptan kurtulmalarına ve diğerlerinin de derecelerinin daha fazla yükselmelerine vesile olmuş oluruz, hem de buna karşılık olarak biz de öldükten sonra bizden sonra kalan evlat, akraba ve dostlarımız da bu şekilde bizi hatırlarlar ve yüzümüzü güldürürler, hem de bunda hiçbir zararımız da olmaz ve sevabımız eksilmez. Allah’ın fazlından cömertlik etmiş oluyoruz.
Ayrıca en menfi ihtimalle hediye ettiğimiz sevap ulaşmazsa da en azından ölüm, ahiret ve ölülerimizi hatırlamış oluruz. Sürekli onları aklımızda canlı tutmakla dünyaya ve dünyeviliklere hırsımız kırılır, isteğimiz azalır, uhrevi amellere rağbetimiz artar ve salih ameller bize hem kolay gelmeye ve hem de işlemelerinde bizi canlı tutmaya vesile olur.
Son olarak yazımızı Kur’an-ı Kerim’imizin bir nassıyla taçlandıralım. Bu nas Rabbimizin bize öğrettiği bir çok dualardan olmakla beraber konumuzla ilgili yazdıklarımızın tartışılmaz bir delilidir.
“Onlardan sonra gelenler şöyle derler! Ey Rabbimiz, bizim kalbimizde inananlara karşı hiçbir kin bırakma. Ey Rabbimiz, kuşkusuz sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.” (Haşr 10)
Allah-u Teâlâ ramazan ayımızı hepimiz için bereketli kılsın. Her zaman bizi salih amellere muvaffak etsin. Mümin ölülerimizi de ondan nasiplendirsin. Ve hüsnü hatimeyi hepimize kısmet etsin. Amin. Vesselamun alelmurselin vel hamdülillahi Rabbil âlemin.
Selam ve dua ile hepinizi Allah-u Tealâ’ya emanet ediyorum.
(İnzar Dergisi – Temmuz 2014)
Dergimizin çok kıymetli okuyucuları! Bu sayıdaki yazımı başlıkta gördüğünüz konuya ayırdım. Zira içinde yaşadığımız maddi atmosfer ve dünyevi hadiseler çoğumuza ölümü, ahiret alemini ve ölülerimizi bize unutturuyor. Bu hususlarda, konuşmak ayıp gibi algılanıyor ve yazılan yazılar ilgisiz ve en az okunan yazı oluyor. Hâlbuki ahiret, Kur’an da en fazla yer alan ve üzerinde durulan konudur. Resulullah sallallahu ve aleyhi vesselam hep ahiretten bahsetmekle beraber Baki’i (Medine mezarlığını) hep ziyaret ederdi, orada vefat eden sahabelerine gidip dua ederdi, anne ve babasının mezarını ziyaret ederdi, Sıddıka ve fedakar Zevcesini Hz. Hatice’yi hep hayırla yad ederdi ve onun dostlarına iyilik ederdi. Ayrıca ahiretten ve ölümden gaflet edildiği zaman, ilahi tekâlifleri yerine getirmekte tembellik ediliyor hatta bazen kökten terk ediliyor. Dünyaya, zevk ve sefalarına rağbet çoğalıyor. İslam ve küfrün arasındaki mesafe daralıyor. İman zayıflıyor. Riddet çoğalıyor. Zira ilahi adalet görünmez oluyor. Dünya bir imtihan salonundan ibaret olduğu, salih amellerin mükâfatı, zulüm küfür ve günahların cezası genelden ahirette verildiği unutuluyor. Neticede de ahiret için çalışan budala ve dünya için çalışan ise uyanık algılanıyor.
Hâsılı İslami teklifleri nurlu ve rağbetli kılan ahiret inancıdır. O unutulduğu zaman nuru sönüyor ve rağbeti azalıyor. Zira uhrevi mükafatlar ve korkunç azaplar unutulduğu zaman şer’i mükellefiyetler karşılıksız kuru külfetler gibi görülmeye başlıyor. İnsan da fıtraten karşılıksız külfetlerden hoşlanmıyor. Zamanımızda ilahi emirlere, çoğu insanlarda ilgisizliğin ve masiyetlerden kaçınmamanın ve eskiden durumun tam tersi olmasının sırrı ahirette saklıdır. Geçmişlerin gündeminde ahiret fazla ve şimdikilerin gündeminde ise az olduğundandır.
İşte zikrettiğimiz hakikatten dolayı Kitap ve Sünnette yer alan bütün emir ve nehiylerden sonra, dünyevi kazanım ve faydalardan ziyade uhrevi mükafat ve azaplardan bahs etmektedir. Müslümanlara cenneti ve cennetteki nimetleri münafık ve kâfirlere de cehennemi vadetmektedir. Kur’an ve sünneti incelerseniz dünyevi kazanımlar çok az vadetmektedir. Zira dünya, içindeki yaşamın günleri sayılı sınav için hazırlanmış geçici ve fani bir mekandır. Bu hususta bir kaç örnek verelim:
“Allah, mümin erkekler ve mümin kadınlara, içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmektedir. Allah’ın rızası ise çok daha büyüktür! İşte en büyük kurtuluş budur.” (Tevbe 72)
“Allah müminlerin canlarını ve mallarını karşılığında cennet onların olmak üzere satın almıştır.’(Tevbe 111)
Bey’atul – Akabede Resulullah sallallahu aleyhi vesselem, Ensar (r.a) ’a taleplerini bildirirken Ensar, “Ya Resulullah biz taleplerinizi yerine getirirsek bizim kazancımız ne olacaktır?” Diye sorduğunda. Resulullah sallallahu aleyhi vesselem onlara cevap olarak şunu söylüyor: “Sizin kazancınız Cennet olacaktır.” Ensar(Allah onlardan razı olsun)’da buna razı oldular, buna kilitlendiler, dünya kazanımlarını unuttular ve âşık maşuku anarcasına bütün icraatıyla cenneti aradılar.
Tabi nadir de olsa bazen ahiretle beraber dünyevi zafer ve kazanımlar da mü’minlere vaat edilmiş ve müjdelenmiştir. Örneğin: “Ey iman edenler! Sizi elem verici bir azaptan kurtaracak bir ticareti size haber vereyim mi?
Allah’a ve onun Resulüne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat ederseniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Allah sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel evlere yerleştirir. İşte büyük başarı/kurtuluş budur.
Ve hoşlanacağınız başka bir şey daha var(size yenilecektir) Allah’tan bir yardım ve pek yakın bir fetih! Müminleri müjdele. ( Saf 10-13)
“Yeminlerini bozan, Peygamber’i yurdundan çıkarmak isteyen ve sizinle savaşa önce başlamış olan bir toplumla savaşmayacak mısınız?! Yoksa onlardan korkuyor musunuz?! Eğer Mü’min iseniz asıl korkmanız gereken Allah’tır.
Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları alçaltsın ve onlara karşı size yardım edip, mü’min toplumun kalplerini rahatlatsın.
Kalplerindeki öfkeyi gidersen. Allah dilediği kişilerin tövbelerini kabul eder. Allah her şeyi iyi bilir ve hikmet sahibidir.” Tevbe 13-15)
İşte gördüğümüz gibi bazen ahiretle beraber dünyevi kazanımlar da vaad edilmiştir. Zira insan aceleci bir varlık olarak yaratıldığı için acili/dünyevi vaatlerini sever ve o duygusu da tatmin etmek hikmetin gereğidir. Ancak gerçek ve ebedi hayat ahiret hayatı olduğu için, kıyaslanmayacak kadar Kur’an ve sünnette ağırlık uhrevi vaatlere verilmiştir.
İşte mü’minler ve İslam davetçileri hiçbir zaman bu hakikati ve hikmeti unutmamalıdır ve tersinde hareket etmemelidirler. Daha doğrusu etmemeleri gerekirdi. Zira şimdiki biz Müslümanların perişan hali. Son suratla yozlaşma, kafirlere hayranlık duyma ve taklit etmek büyük çapta bunun neticesidir. Rabbimiz, Peygamberimiz ve Salih seleflerimizin yaptığı gibi biz de İslami yaşantımızda, dava çalışmalarımızda, vaiz ve tebliğimizde ahirete ağırlık vermedikçe, içinde bulunduğumuz durum değişmez ve su, tabii mecrasında akmaz kanaatindeyim.
Dünyanın maddi atmosferinden çıkmak ve ahirettin manevi neşimine girmek için başlangıç olarak uygun zaman hiç şüphe siz bu girmiş olduğumuz mübarek Ramazan ayıdır.
Çok değerli okuyucu Kardeşlerim! Bizler de hep beraber bu fırsatı kaçırmamaya çalışalım. Bol bol ölüm, kabir, ahiret cennet, cehennem, hesaba çekilmeyi, sırat köprüsünü, ölülerimizin durumunu, her alıp verdiğimiz nefesin dünya hayatımızda son alıp verdiğimiz nefes olabileceğini ve ondan sonra zikrettiğimiz uzun yol ve süreçte durumumuzun ne olacağını? sık sık düşünelim, aklımıza getirelim. Aramızda müzakere yapıp gündem yapalım. Söz konusu hususlarla ilgili ayet ve hadislere eğilerek özel olarak üzerinde duralım, o hususta özel yazılan konu ve kitapları okuyalım. Mezarlıkları ve özellikle akraba, şehit ve ilahi davamızda arkadaşlarımızın mezarlarını vakar ve huşu içinde ziyaret edelim. Onlara Fatiha, Yasin ve hatimler okuyalım. Onlara dua edelim. İbadet ve zikirlerimizin sevabına ortak edelim. Onlara için bol bol sadakalar verelim. Özellikle Cuma geceleri ve gününde onları ikramsız ve hediyesiz bırakmamaya çalışalım. Onların salih dostlarıyla dostluk kuralım.
Böylece hem biz maddi atmosferin ve ruhiyetin karanlığından kurtulmuş olur ve kalbimizde manevi nur kapıları açılmış olur. Hem ölü akraba ve dostlarımızın azabı, (eğer azapta iseler) sıkıntıları (eğer sıkıntı içende iseler)
Hafifleşir veya katkımız olur, ilahi rahmete maruz kalıp yüzleri gülecektir, güzel bir hal içinde rüyalarımıza geleceklerdir. Böylece vefatlarından sonra da sıla-i rahimimizi kesmemiş ve dostlarımıza da vefalı birer dost olabiliriz.
Mahpuslar, gözleri nasıl sürekli bir akraba ve dostun ziyaretini ve görüşünü aramaktadır. Ölülerin de bin kat daha fazla gözleri mezarlarını ziyaret edecek, onlara bir Fatiha, bir Yasin okuyacak, onları bir salih amelin sevabına ortak edecek veya onlar için bir sadaka verecek akraba ve dostlarını aramaktadır ve yapıldığı zamanda sevinir ve yüzleri gülmektedirler. Yapan da sevap kazanmaktadır.
Şimdi bakalım kaynaklarımız bu hususta bize neyi kaydetmekte ve alimlerimiz neyi söylemektedirler: demiştir ki!
İmam Muhammed bin Ahmed El – Mervezi “Ben imam Ahmed bin Hanbel’den şöyle dediğini duydum: “Siz mezarlığa girdiğiniz zaman Fatiha, muavvizeteyn (felak ve Nas surelerini) ve ihlas surelerini okuyun ve sevabını mezarlık ehline verin. Zira onun sevabı hiç şüphesiz onara ulaşacaktır.” (El – Tezkire / İmam Kurtubi S. 60)
İbni Ömer, ben kabre defin edildiğim zaman kabrimin başında bakara suresinin baştaki ve sondaki ayetlerini okuyun” diye vasiyet ettiğine dair sahih rivayet vardır. (Et Tezkire S. 60)
Hz. Ali (Kerremullahu vechehu)’den Resulullah (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim kabirlerin yanından geçtiğinde on bir defa kul hu vallahu ehed (ihlas suresini) okursa sonra sevabını ölülere hibe ederse ölülerini sayısı kadar ona sevap verilir.” (El – Tezkire S. 60)
Hz. Enes bin malik (r.a) den Resulullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğu da rivayet edilmiştir, kim mezarlığa girer ve Yasin suresini okursa azapta olanların azabı hafifleşir ve içinde bulunduğu mezarlığın ölülerin sayasınca ona hasseneler verilir. (El – Tezkire S. 64)
Bureyde (r.a) dan rivayet edilmiş ki Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizi kabirleri ziyaret etmekten nehy etmiştim. Ancak bundan sonra ziyaret edin.” (Müslim, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi / Riyaz-u Salihin.) Ancak Tirmizi’nin Rivayetinde “Zira ahireti hatırlatmaktadır.” Eki de vardır.
Hz. Aişe’den rivayet edilmiş ki Resulullah (s.a.v) Benimle kaldığı her gecenin sonunda Baki’i (Medine mezarlığını) ziyaret ederdi.” (Müslim H.No:974 Riyaz-u Salihin)
Bir rivayette de Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur; “Kim bir kabri ziyaret etmek istiyorsa ziyaret etsin. Ancak menfi şeyler söylemesin.” (Nesai / El – Tezkire / Kurtubi Ş. 16)
Bir rivayette de şöyle buyurmaktadır: Kim tanıdığı mümin kardeşinin kabrinin yanında geçtiği zaman ona selam verirse mutlaka selamının cevabını verir.” (Ebu Amir İbni Abbastan / El – Tezkire S. 16)
İbni Ömer’ den Resulullah (s.a.v) şöyle dediği rivayet edilmiştir. “En büyük iyilik / hayır insanın babasının dostlarına iyilik etmesidir.” Bir rivayette de “babası vefat ettikten sonra” (Her iki rivayet de Müslim rivayet etmiştir. H. No: 1904, D. H. No: 5143 / Riyaz-u Salihin)
Saidi kabilesinden Ebi Useyd Malik bin Rabia’dan rivayet edilmiş (Allah ondan razı olsun) diyor: Resulullah (s.a.v) yanında oturduğumuz bir anda Beni seleme kabilesinden bir adam yanına geldi ve “Ya Resulullah! Anam ve babam vefat ettikten sonra iyilik hayır açısından üzerimde bir hakkı kalmış mıdır? Diye sordu. Resulullah (s.a.v) şeyle buyurdu! Evet, onlara dua edersin. Onlar için Allah’tan mağfiret / bağışlama dilersin. Verdikleri sözler varsa onlardan sonra yerine getirirsin. Onların aracılığıyla oluşan akrabalık bağları korursun / onlara iyilik yaparsın ve onların dostlarına ikramda bulunur saygı edersin. “(Ebu Davud H. No: 5142 Riyaz-u Salihin)
Bazı hadis rivayetlerinde Resulullah (s.a.v)’ın vefalı eşi Hz Hatice(r.a)’yi hiç unutmazdı. Hep ondan bahsederdi ve bir hayvan kestiği zaman etinden mutlaka dostlarına gönderirdi. (Riyaz-u Salihin)
Cumhuru ulema “ölülerinizin üzerine Yasin suresinin okuyun” (Ebu Davud, ibni Hibban, İbni Mace, İmam Ahmet rivayet etmişler. İbni Hibban sahih olduğunu söylemiş / Neykul evtar 4 / 22) hadisi delil göstererek sekerata girenin (Ruh çekişenin) üzerine Yasin süresini okumak sünnettir.” Demişlerdir. (El Fıkhul İslami / vehbe Züheyli C. 2 S 1480)
İmam kurtubi, “Bu hadisin iki manaya gelme ihtimali vardır. Biri ölü, can çekiştiği esnada, diğeri kabirde olan ölülerinizin üzerine okuyan manalarıdır.”demiştir. (El – Tezkire S. 64)
İmam Menavi, Feydul – Kadir şerhu camius – sağir eserinde zikrettiğimiz haşin şerhinde şunları yazmaktadır:
İbnurrife hadisin zahirini almış ve insan öldükten sonra da üzerine Yasin suresi okunur ve salih görüşün bu olduğunu söylemiştir.
En iyisi hadisten her iki durumda da Yasin’in okunmasını sünnet olduğuna inanmaktır.
Bazı Hanefiler bu hadisi delil göstererek, “Kişi kendi Salih amelinin sevabını başkalarına hediye edebilir. Bu amel ister Kur’an okuma ister namaz, ister sadaka ve ister hac olsun. Demişlerdir.
Mutezile,” insan kendi amelinin sevabını başkasına hediye edemez. Diyerek Hanefilere muhalefet etmişlerdir. Kendi görüşleri için akli ve nakli şu iki delili ileriye sürmüşler: biri “Sevap cennettir. İnsan kendi cennetini başkalarına veremez“ diye söylemişler. Diğer delil de “İnsan için çalıştığından başkası yoktur.” (Necm 39) ayet-i celilesidir.
Hanefiler de hadisin zahirini, Rasulullah (sav)’ın ümmeti için kurban kesmesini ve meleklerin müminler için istiğfar etmesini delil göstermişlerdir. Demek insan sadece kendi amelinden değil başkalarının amelinden de istifade edebiliyor. Mutezilelerin delil gösterdikleri Necm 39. Ayet-i kerimenin Tur 21. Ayetle mensuh olduğunu veya ayette yer alan insan kelimesinden gaye kafir olandır demişlerdir.” Özetle imam Manevi’nin sözü burada son buldu.
İbni Abbas’tan, “insan için çalıştığından başkası yoktur” (Necm 39) ayeti Tur suresinin 21. Ayetle mensuhtur” diye rivayet edilmiştir. (Camiul-Ahkam / İmam Kurtubi ayetin tefsirinde)
İmam Kurtubi, “Ben diyorum ayetin tefsiri şöyle olabilir: Günahlarda insan için çalıştığından başkası yoktur hayırlarda değildir. Zira sahih-i Müslim’de şöyle bir hadis vardır. “Allah azze ve celle diyor: Kulum bir haseneyi kendi kalbinden geçirirse ancak fiiliyata dökmezse ona bir hasene yazacağım. Eğer fiiliyata dökerse ona on haseneden yedi yüz haseneye kadar yazacağım. Eğer bir günahı kendi kalbinden geçirirse ancak fiiliyata dökmezse üzerine yazmayacağım. Eğer fiiliyata dökerse üzerine bir günah yazacağım” diyerek ayetin başka bir manasını zikretmektedir.
Ebu Bekir el-verrak da ayeti şöyle tefsir etmektedir. “..........” “..........” manasındadır. Yani insan niyetine göre kendi amelinin karşılığını almaktadır. Zira Resulullah sallallahu aleyhi vesselam şöyle buyurmuştur: “İnsanlar kıyamet gününde niyetlerine göre haşır olacaklardır.”
Bir kısım alim de söz konusu ayeti şu şekildi tefsir etmişlerdir: “İnsan ancak bizzat yaptığı amelin karşılığını hak olarak kazanmaktadır. Bizzat yapmadığı ancak başkaları tarafından ona hediye edilen amellerin sevabını ALLAH’u Teâlâ’nın lütuf ve fazlına kalmaktadır. Lütuf ederse hediye edilene yazdırır lütuf etmezse yazdırmaz ve mükâfatlandırmaz. Zira Allah-u Teala çocukları amelsiz olarak sadece kendi lütuf ve fazlı ile cennete dahil etmektedir. (Oysa ayetin zahirine göre çocuklar hiçbir salih amel işlemedikleri için cennete girmemeleri gerekir. Oysa icma ile Müslümanların çocukları anne ve babalarının tebaiyetiyle cennete gireceklerdir.)
Bazı alimler de ayeti şöyle tefsir etmektedir. “Ayette insan kelimesinden gaye kafir olandır. Zikredilen muamele kafire yapılır. Müminler ise hem kendi yaptıklarıyla hem başkalarının onun için yaptıklarıyla da mükafatlandırılır.
Ben (kurtubi) diyorum ki: “Birçok hadis bu son görüşe delalet etmektedir. Doğru olduğunu göstermektedir. Mü’min ve diğer mü’minler tarafından işlenen salih amellerin sevabı ulaşmaktadır. Zaten sadaka konusunda ihtilaf yoktur. Bu ALLAH’u Teâlâ’nın bir fazlıdır. (Ayetin zahirine göre işlenen bir haseneye bir sevap yazılması gerekiyor. Oysa en az on sevap yazılmaktadır.) bunu ispatlayan bir çok ayet ve hadisler vardır. Bu da gösteriyor ki ALLAH’u Teala kendi adıyla değil, fazlıyla muamele ederek sadece yaptıkları amelin mükafatı ve miktarıyla değil bilakis diğer müminlerin ameliyle de ve yaptığı amelin miktarından fazlasıyla da mükâfatlandırmaktadır. İmam Kurtubi’nin Camiul-Ahkâm tefsirinde ayet ile ilgili yazdıkları özetle son buldu. Parantez arası izahat bana aittir. Alıntı yaparken bazı takdim ve tahrirler de yapmışım.
Vehbe el-Zuhayli El-Fıkhul İslami eserinde bu konuya şöyle izahat getirmektedir:
Alimler, dua, sadaka ve hediyelerin sevabının ölülere ulaştığına dair ittifak etmişlerdir. Zira Resulullah sallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: “İnsan öldüğü zaman üç şey dışında ameli kesilmektedir. Sadaka-i cariye ondan faydalanılan bir ilim ve ölüye dua eden salih bir evlat.” (Muslim / Rıyazussalihin)
Ehl-i sünnet Velcemaat’in cumhuru: “İnsan kemal amelinin sevabını başkasına verebilir. Bu ister namaz ister oruç, ister sadaka ve ister Kur’an tilaveti olsun fark etmez.”demişlerdir. İnsan kendi amelinin sevabını “Ben yaptığım şu amelin sevabını falan şahsa veriyorum” demekle verebiliyor. Zira Rasulullah sallalahu aleyhi vesellemden rivayet edilmiş ki: “İki koç kurban olarak kesmiş. Birini kendisi için. Birini de ümmeti için” (Bu hususta yedi hadis rivayet edilmiştir.)
Necm süresinin 39. Ayetinin manası da şöyledir: “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” ancak başkaları tarafından ona hibe edilirse o zaman ona verilir. Kemal bin Haman hakikatin bu olduğunu söylemiştir.
Ya da manası adalet hususunda her insan yaptığından başka bir hakkı yoktur. Ancak fazıl ve ikram yoluyla ona bir çok sevaplar verilebilir. Tur suresinin 21. ayetinin içeriği de bu manayı pekiştirmektedir.
“İnsan öldükten sonra üç şey dışında ameli kesiliyor...” zikrettiğimiz hadis, (kendi ameli kesiliyor diye ifade ediyor) Başkalarının ameli de ondan kesiliyor. (Artık hiç kimse onun için bir şey yapamaz ve kendi amelinin sevabını ona hediye edemez) diye bir şey ifade etmiyor.
“Kimse kimsenin yerine oruç tutamaz ve kimse kimsenin yerine namaz kılamaz” hadisi ise mesuliyetten çıkartamaz hakkındadır/manasındadır. Sevap hakkında değildir. (Yani hiç kimse hiç kimsenin yerine oruç tutup ve namaz kılıp onu oruç tutma ve namaz kılma mesuliyetinden ve mükellefiyetinden çıkartamaz. Zira bunlar farz-i aynlardandır. Her mümin bizzat üzerine farz olan oruç ve namazı eda etmelidir. Tabi mazeret durumları bundan müstesnadır. Ancak hadis bir mümin diğer bir mümine oruç ve namazının sevabını veremez diye bir mana ifade etmemekte ve nehyetmemektedir.
Akıllı açısından da aklın kabul etmediği bir durum değildir. Zira insan sadece kendi amelinin sevabını başkasına hediye etmektedir. Sevabı ulaştıran ise Allah Teâla’dır. Allah-u Teala da buna kadirdir. Bu durum da hiç bir amele tahsis edilmemektedir. İnsan bütün amellerinin sevabını başkalarına hibe edebilir.
(Böylece hediye edenin sevabından hiç eksilmeden ve hediye etmemiş gibi sevabı olduğu gibi kalarak Allah-u Teâlâ o sevabın bir misli hediye edilenin amel defterinde kendi fazlından yazmaktadır.)
Mutezile âlimleri: “İnsan amelinin sevabını başkalarına hediye edemez, sevap başkalarına ulaşamaz ve onlara fayda veremez.” Demişler. Delil olarak da Necm Suresi’nin 39.ayeti gösterilmiştir.
İmam Malik ve İmam Şafii: “Sadakada, mali ibadetlerde ve Hac ’da insan kendi amelinin sevabını başka mü’minlere hediye edebilir. Ancak namaz, oruç, Kur’an tilaveti ve diğer mali olmayan ibadetlerde hediye edemez.” Demişlerdir. (Zuhayli’nin El-Fıkhul-İslami eserindeki yazlıkları özetle son buldu. Yine parantezlerin anasındaki izahatlar bana aittir.)
Seyda M. Ahmed Hilmi El-Koği Hediyetu’l Habib fıkıh eserinde şunları yazmaktadır:
Bütün âlimlerin ittifakıyla sadaka ve dua ölüye fayda verir…
Ölü için Kur’an okuma konusuna gelince: İmam Nevevi, Müslim’in şerhinde şöyle diyor: “Şafii mezhebinde meşhur olan okuma sevabının ölüye ulaşmadığıdır.” “Fakat bunun zayıf olduğunu, kuvvetli olan görüşün, sevabın ulaşması olduğunu söylemişlerdir, yeter ki okuma esnasında veya okumadan sonra ölü kastedilsin. İmamlarımızın çoğunun tercih ettiği görüş ve diğer üç mezhebin görüşü bu olduğu gibi.” (Feth-ul muin)
Âlimlerin, çoğu şöyle demişlerdir: “İmam Nevevi’nin ulaşmıyor” dediği, Kur’an okuyan kimsenin kabri başında olmayıp ölü için niyetlenmediği ve okuduktan sonra onun için dua etmediği durum için geçerlidir. Fakat bunlardan birini yaparsa okumanın sevabı hem ölü hem de okuyan kimse için hasıl olur. Yani sevabı hem ölü hem de okuyan şartı üç şeyden birisidir. Ya okuyan kişi ölünün kabri başında okuyacak; ya okurken ölüyü kastederek okuyacak ya da okuduktan sonra onun için şöyle dua edecek: “Allah’ım! Okuduğunun sevabının bir mislini filanın ruhuna ilaçtır.” (Seydanın sözü özetleyerek son buldu.)
Hasılı güçlü ihtilaf Kur’an tilavetinde vardır. Diğer amellerde sadece mutezile alimleri muhalefet etmişler o da gördüğünüz gibi bir çok delillerle çürütülmüştür. Kur’an tilavetinde de sevabı başkalarına hediye edilemez ve onlara ulaşamaz diyenler azınlıkta idiler. Alimlerin çoğunluğu hediye edilir ve ulaşır diye görüş beyan etmişler. Usule göre ferdi görüşlere tabi olmakta beis olabilir. Ancak Cumhuru ulemanın görüşüne tabi olmakta hiç kimse beis görmemiştir.
İşte madem dinimizde durum böyledir. O zaman biz cumhuru ulemayı taklit ederek – kalp huzuruyla Kur’an-ı Kerim tilaveti de dâhil tüm salih amelimizin sevabını “Ya Rabbi! (veya) Allah’ım! Bütün salih amelimin sevabını (veya her yaptığımız amelden sonra) bu yaptığım amelin sevabının bir mislini başta Resulullah (sav)’a onun al ve ashabına, babam, annem, şu şu... ölü akrabalarıma, İslam şehitlerine, dava arkadaş ve dostlarıma, bütün mümin ve mümine din kardeşlerime kendin fazıl ve kereminle benden onlara ulaştır.”
Demekle hediye edebiliriz. Böylece sürekli zikrettiğimiz ölülerimizi hatırlamış oluruz, hem onlara karşı sıla-ı rahmi. yerine getirmiş oluruz, hem de üzerimizdeki hak ve hukuklarını ifa etmiş oluruz, hem de sürekli yüzlerini güldürmüş oluruz, azapta olanlara azaptan kurtulmalarına ve diğerlerinin de derecelerinin daha fazla yükselmelerine vesile olmuş oluruz, hem de buna karşılık olarak biz de öldükten sonra bizden sonra kalan evlat, akraba ve dostlarımız da bu şekilde bizi hatırlarlar ve yüzümüzü güldürürler, hem de bunda hiçbir zararımız da olmaz ve sevabımız eksilmez. Allah’ın fazlından cömertlik etmiş oluyoruz.
Ayrıca en menfi ihtimalle hediye ettiğimiz sevap ulaşmazsa da en azından ölüm, ahiret ve ölülerimizi hatırlamış oluruz. Sürekli onları aklımızda canlı tutmakla dünyaya ve dünyeviliklere hırsımız kırılır, isteğimiz azalır, uhrevi amellere rağbetimiz artar ve salih ameller bize hem kolay gelmeye ve hem de işlemelerinde bizi canlı tutmaya vesile olur.
Son olarak yazımızı Kur’an-ı Kerim’imizin bir nassıyla taçlandıralım. Bu nas Rabbimizin bize öğrettiği bir çok dualardan olmakla beraber konumuzla ilgili yazdıklarımızın tartışılmaz bir delilidir.
“Onlardan sonra gelenler şöyle derler! Ey Rabbimiz, bizim kalbimizde inananlara karşı hiçbir kin bırakma. Ey Rabbimiz, kuşkusuz sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.” (Haşr 10)
Allah-u Teâlâ ramazan ayımızı hepimiz için bereketli kılsın. Her zaman bizi salih amellere muvaffak etsin. Mümin ölülerimizi de ondan nasiplendirsin. Ve hüsnü hatimeyi hepimize kısmet etsin. Amin. Vesselamun alelmurselin vel hamdülillahi Rabbil âlemin.
Selam ve dua ile hepinizi Allah-u Tealâ’ya emanet ediyorum.
(İnzar Dergisi – Temmuz 2014)