Ey Nefsim 3
Allah’a hamd Efendimiz Muhammed’e, Onun al, ashab ve etbaına salat ve selam olsun.
Ey Nefsim!
“İşte bu örnektir. Biz bütün insanlara veriyoruz. Onları ancak bilenler anlar.” (Ankebut 43) ayet-i celilenin ışığında yine ihtiyaç duyduğum bazı nasihatleri sana yapmak istiyorum. Seninle beraber başka dinleyiciler de varsa sakıncası yoktur.
Ey Nefsim!
Kur`an, sünnet ve büyük arifler hikmetli söz ve hikâyelerle insanların dikkatini bazı hakikatlere çekmek istemişlerdir. Fakat her insan kendi akıl, ilim ve ruhi terbiyesine göre onlardan etkilenmektedir. Kimisi merama uygun bakar, istifade eder. Kimisi de ters istikametten bakar, her şey onda aksülamel yapmaktadır. Örnek olarak şu hikâye üzerine inceden durmak istiyorum.
Şihabuddin Sohreverdi (r.a) anlatıyor: “Hüdhüd’ün yolu bir gece baykuşların yurduna düşer. Malum, baykuşlar gündüz görmekte çok zorlanırlar. Oysa Hüdhüd’ün gözleri keskindir. Baykuşlar, kendileriyle gece boyunca sohbet eden bu kuşun bilgeliğine hayran kalırlar.
Gün ağardığında Hüdhüd yola çıkmak için izin ister. Baykuşlar buna çok şaşırırlar. Derler ki; Gerçekten biz seni akıllı, bilgili, yetkin bir kuş sanmıştık. Oysa sen şaşkının tekiymişsin. Sabahın karanlığında yola çıkılır mı? Bilmez misin ki geceler çalışmak, gündüzler ise uyumak için vardır. Hüdhüd ‘yanılıyorsunuz’ der. ‘Geceleri uyumak, gündüzleri çalışmak içindir.’ Baykuşlar itiraz eder; ‘Deli misin? Gündüzün karanlığının nedeni olan güneş tepedeyken ve her yeri zifiri karanlık kaplamışken nasıl görebilir ve uçabilirsin?’ Hüdhüd yine kendini savunur; ‘ışığın kaynağı güneştir. Bütün varlıklar onun ışığıyla aydınlanır. Siz, herkesin size benzediğini sanıyorsunuz. Oysa sizden başka herkes sabahları görür.’
Bunun üzerine baykuşlar hiddetlenir. İddiasından vazgeçmezse Hüdhüd’ün gözlerini kör edeceklerini ve ona gündüzün ne kadar karanlık olduğunu göstereceklerini söyleyerek saldırmaya başlarlar. Hüdhüd sadece gözlerinden değil canından da olacağını anlayıp ‘haklısınız’ der. ‘ben yanılmışım. Güneş doğup da her yeri kapkaranlık ettiğinde uyumak, gecenin aydınlığı her yana yayıldığında da çalışmak gerekir.”
Ey Nefsim!
Eğer sen Yusufvari “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum.” (Yusuf: 53) desen, aklını herkesin aklından üstün görmezsen, bilmediğin çok hakikatlerin olduğunu düşünürsen ve çevrendeki dostlarını arkadaşlarını ve özellikle de büyüklerini birer hakikatbin Hüdhüd sayarsan, kendini onların bilgilerine ve yol göstermelerine muhtaç görürsen, onları sevip sayarsan ve sana ters görünen düşüncelerine tepki göstermeden kendi düşüncelerini bir daha gözden geçirmeye ve tahkik etmeye vesile edersen o zaman hikâyeyi, doğru okumuş ve meramı doğru anlamışsın. Ondan gereken dersi almışsın ve baykuş olmaktan kurtulmuşsun.
Yok, hikâyeyi okuduktan sonra eğer Firavunvari “Ben düşüncemden başka size önermiyorum.” (Gafir/Mümin: 29) veya İblisvari; “Ben Âdem’den/insandan iyiyim” (A’raf: 12) ben herkesten daha iyi bilirim ve herkesten daha iyiyim gibi bir düşünce ve kafa yapısıyla kendini Hüdhüd yerine koyarsan, her hususta kendini merkeze alarak senin gibi düşünmeyen dostlarını, arkadaşlarını ve hatta en şefkatli bir baba gibi hak yolda sana yardımcı olmaya çalışan duyarlı büyüklerini baykuş yerine koyarsan, şımarık çocuklar gibi ölçülü-ölçüsüz kendinde her hususta konuşma yetkisini görürsen, ancak hata yaptığında seni uyarabilme, nasihat etme yetkisini hiç kimsede görmezsen, yapanları da baykuş gibi cahil ve diktatör sayarsan, onlara karşı kin besleyip her fırsatta onları eleştiri yağmuruna tutarsan, fırsat bulamadığında da kendini baskı altında hissedersen, hiç kendini sorgulama ihtiyacını hissetmeyip her olumsuz durumda hatayı başkasına atıp insafsızca onları sorgularsan, mercekle kusurlarını ararsan, hiç fedakârlık yapmadan onlardan en üstün fedakârlığı beklersen, hiç kusura bakma ey nefsim! Sen hikâyeden yanlış anlamış ve yanlış dersler çıkartmışsın. Sen Hüdhüd değil baykuş yoluna girmişsin. Bozuk mizaç ve bakış açısından dolayı ab-ı hayat olan hikâye sende zehir tesiri bırakmıştır. Zira mizacı bozuk olanlarda her faydalı şey onlarda aksülamel yapmaktadır.
Herkes güneşten faydalanırken hasta gözlüler ondan rahatsız olmaktadır. Her can suyla hayat bulurken hasta olanlara acı gelmektedir. Kudurmuşlar ondan kaçmaktadırlar. Her an insan ilim ve âlimlere muhtaç iken cahiller onlara düşmanlık etmektedir. Bütün insanlar Allahu Teâlâ’yı her şeyden daha fazla sevmesi gerekirken fıtrattan çıkan birçok dengesiz inatla ona düşmanlık etmektedir.
Ey Nefsim!
Mizacı ve bakış açıları bozuk olanlar iplerini şeytana kaptırdıkları için onlardan kimisi her şeyi tersine görüyor, kendilerine faydalı olanlardan nefret ediyor zararlı olanları seviyorlar. Dost ve büyüklerinin nasihatleri onlara acı geliyor ve sıkıyor. Kendi düşmanının zehirli telkinatları onlara tatlı geliyor. Onlardan kimisi de kitap, sünnet ve mümin âlimlerin eserlerine yarım saat bile ayırmazken batılı veya Batılılaşmış yazarların kitaplarını ellerinden düşürmezler. Ayet ve hadisle konuşanı farkına varmadan küçümserler ve dinlemek istemezler. Ancak bir gâvurdan alıntı yapanı can kulağıyla dinler ve saygıyla yaklaşırlar. Onlarda âlimliğin ve bilginliğin belgesi; fazla ayet, hadis ve İslam âlimlerinin sözlerini bilmek değil batılı ve onların mektebinde yetişenlerin görüşlerinden söz etmektir.
Onlardan kimisi de İslam ve Müslümanlar için müspet bir şekilde iki taş üst üste koyma zahmetine girmezken bütün zamanını bu doğrultuda harcayanları gece-gündüz eleştirme zahmetine girebiliyorlar. Onlardan kimisi de İslam ümmetinin birliği, güç olması ve özgür olması için Kur`an ve sünnetin emrettiği itaat, teslimiyet ve hüsn-ü zannı körü körüne taklit ve basitlik sayarken, ümmeti parçalamak, güçten düşürmek ve köleleştirmek amacıyla şımarıklığı, isyankârlığı ve başıboşluğu netice verdiği batılıların ortaya attıkları özgür düşünce denilen fitneyi ve ifsadı körü körüne yayıyorlar.
Bu tip insanlar Müslüman görünebilirler ancak beyinleri ve kalpleri batı kültürü ile doldurulduğu için genelde farkına varmadan onların diliyle konuşmak zorunda kalıyorlar.
Kendilerini özgür zannediyorlar, ancak esaretin en koyu şeklini yaşıyorlar. Zira batılı üstadlarına mutlak teslimiyeti gösterirken ve papağan gibi taklit ederken bütün İslam büyüklerine karşı gayet sivri dilli ve sorgulayıcıdırlar. İşte kelimenin tam manasıyla bozuk mizaç ve bakış açı bu olsa gerek. Allah hidayet etsin.
Ey Nefsim!
Bozuk mizaç ve bakış açısından kurtulmak veya yakalanmamak için senden şu reçeteye uymanı istiyorum.
Bu imtihan diyarında malumundur. Allahu Teâlâ Rabbimiz bizi bir din ve şeriatla mükellef kılmıştır. İmtihanı kazanabilmemiz için o şeriata göre düşünüp yaşamak zorundayız. Aksi takdirde dünyada çok ağır bedeli olacağı gibi ahirette de ebedi saadetten mahrum kalacağız. İşte bu kesin ilahi sünnetten dolayı bütün fikirlerimizi, inandıklarımızı, bakış açımızı, hal, hareket ve amellerimizi Rabbimizin uyma ve yaşanmasıyla bizi mükellef kıldığı şeriatın ölçüsüne vurmalıyız ve ona göre düzeltmeliyiz. Zira Allahu Teâlâ mutlak olarak bütün kâinatın İlahı, Rabbi ve Halıkı’dır. Tartışmasız doğru olan O’nun doğru saydığı, bize imtihanı kazandıranı, bize rızasını kazandırdığı ve bizi ebedi saadete kavuşturanıdır.
Bu doğru şeriatın öz kaynaklarını fıtri olarak esas almalıyız. O esaslara azami gayrette öğrenmeye yönelmekle beraber beşeri sistemlerde birçok insan beşeri hukuk müşaviri tutar gibi her mümin kendine uzman bir fakih ve arifi danışman tutmalıdır. İmani ve ameli yaşantımızın bütün meselelerini onlardan sormalı ve danışmalıyız. Şu anda fiziki sağlımız için her ailenin bir doktoru olduğu gibi her Müslüman ebedi saadeti için mutlaka uzman şer’i bir âlimi ve arifi olmalıdır. Ona danışmadan, tavsiye ve fetvasını almadan hiçbir harekette bulunmamalıdır. Bu zor bir durum olabilir, ancak ebedi saadet bedava değildir.
Asr-ı saadette sahabe-i kiram (radıyallahu anhüm) Hz. Resulullah sallallahu aleyhi veselleme danışmadan ve onayını almadan hiçbir harekette bulunmuyorlardı. Sonraki dönemlerde de Müslümanlar âlimlerinin ve ariflerinin etrafında kümelenmişti, onları Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin varisleri kabul ederek her hususta onlara danışmadan, fetva ve onaylarını almadan hiçbir şey yapmazlardı. Kendilerini hasta ve öğrenci onaları tabib ve üstad kabul etmişlerdi. Helal ve haramda âlimler, ahlak ve manevi tedavide ise arifler ilgileniyordu. Bu son zamana kadar da devam ediyordu. Ancak ne yazık ki bazı siyasi hatalardan dolayı batının fikri ve fiziki işgaline maruz kaldıktan sonra günbegün değişik metodlarla bizi bozacak, geri bırakacak, parçalayacak, birbirimize karşı şımarık ve kendilerine karşı uysal hale getirecek bir kültür aşıladılar. Ondan sonra mizaçları, ahlakları ve bakış açıları bozuldu. Akideler sarsıldı ve her şey alt üst oldu. Büyük çapta amaçlarına ulaşmış görünüyorlar. Papağanları iş başındadırlar. Her türlü fitneyi yayıp, bizi bizden bıktırıp efendilerine hayran bırakmaya çalışıyorlar.
Ey Nefsim!
Bu yayılan zehirden herkes az veya çok etkilendiği kanaatindeyim. Zira bir asrı aşkın bu işgal altındayız. Onun için başta sen ve ebedi saadeti dert eden her Müslüman A’dan Z’ye kadar imani ve ameli her şeyini şeriatın mihengine titizlikle vurmalıdır ve âlimlerle müşavere etmelidir.
Hz. Ebubekir’in bu sözü ne kadar doğrudur;
“Bu ümmetin ilk neslinin durumu ne ile ıslah olmuşsa ümmetin ahir neslinin durumu da ancak onunla ıslah olabilir.”
Hâsılı ipimizi batılıların elinden kurtarıp âlim, arif ve mümin büyüklerimizin eline vermeye, batılıların bize enjekte ettiği özgür düşünme dedikleri şımarıklıktan kurtulup dinimizin bize emrettiği itaat teslimiyet, saygı, sevgi, birlik ve beraber ilkelerimize dönmeye muvaffak olabilirsek her şeyimiz düzelir, tabii mecra ve rayına girer. İnşaallahu Teâlâ…
Allahu Teâlâ hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Bayramınız mübarek olsun. Allahu Teâlâ bütün İslam ümmetinin saadetine vesile kılsın. Selam ve dua ile sizi Allah’a emanet ediyorum.
Mehmet Beşir Varol / İnzar Dergisi – Ekim 2014 (121. Sayı)