'Kudüs' Bir Manadır
İsrail terör devleti askerleri, polisleri ve istihbarat elemanlarıyla 'el-Aksa'yı yine işgale kalkıştı.
Müslümanların el-Aksa'ya girişini engelleyip, Kıble Mescidi'nin içine kadar kendi güçlerini önemli noktalara yığmakla kalmadı, işgal yeltenmesine karşı çıkanları bahane ederek kutlu beldede zeytin ağaçlarını, mescit duvarlarını, halıları tahrip etti.
Elbette ilk bakışta 'Tahrip etsin, İsrailoğulları'nın hakikati yıkmak, Müslümanların hakikati yapmaktır' denilebilir ve bu kendi içinde doğru da olabilir.
Önce şu belirlemeyi sağlamca yapalım:
Bizim 'el-Aksa' dediğimiz yer içinde medresenin, Cin Hapishanesi'nin, özel isimleri ve hatıraları olan (Kubbetü'l-Ervah vb.) kubbelerin, Ömer, Mervani, Burak, Kıble mescitlerinin ve elbette Hacer-i Muallak'ın zarfı olan Kubbetü's-Sahra'nın içinde yer aldığı 144 dönümlük alanın ismidir.
Bu nedenle oradaki ihtiyar zeytin ağacına hürmetsizlik etmekle, Sahra'ya hürmetsizlik etmek arasında hiçbir fark yoktur.
El-Aksa'yı ziyaret için Beytullah gibi mikatlar ve özel bir giyinme şekli belirlenmemiştir. Ancak Müslümanların ilk kıblesi olarak el-Aksa, zikrettiğim 144 dönümlük alanla birlikte, onun çevresindeki geniş meskun bir mahalli de çevreleyen (kadim zamanlarda yapılıp Kanuni Sultan Süleyman tarafından yeniden inşa edilmiş) surlardan itibaren hürmet gösterilmesi, edeple davranılması gereken bir yerdir.
İsrail terör devleti kimi büyük kiliselerin ve havraların da yer aldığı bu yere silahlı güçleriyle tecavüzde bulunmakla aslında Hristiyanlarla, kendi içlerinde yer alan 'Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler'e karşı da hadsizlik etmekte, saygısızlık göstermektedir.
Bu durumda İsrail Terör devletinin söz konusu yerde neden olduğu tahribat, neticede insanların meydana getirdiği yapılarda olmakla tamiri de mümkündür.
Ancak (lütfen dikkat ediniz) İsrail terör devletinin asıl yapmak istediği tahribat 'Kudüs' lafzının manasına yönelik bir tahribattır ki, bunun telafisi mekandaki tahribatın telafisi kadar kolay değildir.
İsrail terör devleti el-Aksa'da Kudüs'ün varlık nedeni olan 'Kelime-i Tevhid' ile 'Kelime-i Şehadet'in her ikisinin birden söylenmemesini mümkün kılmak azim ve gayretindedir. Bu bir engelleme niyetinden de ibaret değildir, bilakis engellemeyi de gereksizleştirecek şekilde Kudüs'ü kendine göre yeniden dizayn etmeye teşebbüs etmektir.
İsrail terör devletinin yok etmek istediği mana 'İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı; müşriklerden de değildi' mealindeki ayetle tesis edilmiş olan manadır.
Hz. Peygamber'in (sav), kendisinin ne Musevi, ne İsevi şeriatla değil, 'ata'sı Hz. İbrahim'in (as) dini üzere gönderildiğine dair vurgusu da bu manayı doğrudan İslam'a bağlamıştır.
İslam, kendisinden önceki şeriatları da içkin olmakla 'müstakil' son İlahi dindir. Kendisinden önceki şeriatlara mahsus maddi ve manevi emanetler onların ilgili kaynaklarınca zikredildiği için değil onlar ancak ve ancak Kuran ile Hz. Peygamber (sav) tarafından zikredildikleri için Müslümanlarca değerlidir.
Bu manada çeşitli tarihi bilgilerle donanmış da olsa Kudüs, fitilsiz ve dolayısıyla yanmayan bir kandil hükmündedir ki, o kandilin fitili İslam, o fitili ateşleyen de Müslüman olmadıkça hakkındaki onca bilginin bir geçerliliği yoktur.
Hz. Peygamber (sav) önce miracının ilk mekanı olmasıyla sonra hicretinin ikinci yılına kadar Kudüs'ü kıble edinmekle Musevi şeriatı önce İslam'ın içine çekmiş, sonra Beytullah'ın kıble olmasını arzulaması ve bunun İlahi bir karşılık bulmasıyla İslam'ı genelin üstünde özelleşmiştir. Dolayısıyla kıble değişikliği red ile değil, Beytullah'ın Kudüs'ün önüne geçirilmesiyle gerçekleşmiştir ki bu 'toplayıcı' olan yeni şeriatın 'yeni' olmakla elde ettiği bir hak, bir ayrıcalık, bir üstünlüktür.
Diğer bir söyleyişle ancak öne geçen, geçtiği şeye vaziyet edebileceği için Beytullah Kudüs'ün önüne geçmiş, onun lafızdaki karşılığını en sahih mana ile buluşturarak varlığını güçlendirmiştir.
Hz. Ömer'in (ra) 636 yılında yani Hz. Peygamber'in vefatından hemen dört yıl sonra Kudüs'ün anahtarlarını bizzat oraya giderek kan dökmeden alması deyim yerindeyse parçanın bütününe, ferin aslına iadesinin bir gereğidir.
İşte o gün Hz. Bilal (ra) ile birlikte Tekbir Dağı'ndan Kudüs'e giren Hz. Ömer İslam'ı ve Müslümanları temsilen yukarıda zikrettiğim kandilin hem fitilini oluşturmuş hem de onu tutuşturmuştur.
Bu fitil oluşun ve onu tutuşturmanın etkilerini bizzat öğrenmek için Kudüs'ün İslam toprağı ve Müslüman mekanı olmasından itibaren gerçekleşen olayların tarihi kayıtlarına bakın lütfen. Kudüs 'Bizim Kudüs' iken ümmetin başının dik, onsuz kalınan zamanlarda ise başının eğik olduğunu göreceksiniz. Yine 'Bizim Kudüs'ken Kudüs'ün diğer dinlerin mensupları için de esenlik ve bereket yurdu olduğunu, bizim elimizden çıktığında ise (şimdi olduğu gibi) tam bir kaosa sürüklendiğini de göreceksiniz ve dolayısıyla Filistin sorununun Kudüs'ten bağımsız olmadığını bilakis Kudüs merkezli bir sorun olduğunu fark edeceksiniz.
İsrail terör devleti yukarıda zikrettiğim bu hakikatleri zulümle, şiddetle değiştirme telaşını, İslam ümmetinin parçalandığı, tefrikaya ve dünya derdine düşerek güçsüzleştiği bir zamanda kendisi adına olumlu bir sonuca bağlama niyetindedir.
O halde unutmayalım: İsrail terör devletinin el-Aksa'yı işgale kalkışması mekan üzerinden Kudüs'ün manasını iptale yönelik bir kalkışmadır. Dolayısıyla Müslümanların muhatabı olduğu şey İsrailoğulları'nın açtığı din savaşıdır ki, bu savaş İsrail terör devletinin işgal ettiği topraklarla sınırlı kalmayabilir ve son tahlilde bunun sorumlulusu da İsrailoğulları olacaktır.
(Yeni Şafak)