Edep ya hu!
Bismillahirrahmanirrahim.
İnsanoğlu, yaratıcısının kendisi için belirlediği sınırlara riayet etmediği sürece perişanlıktan, acıdan, gözyaşından ve pişmanlıktan kurtulamayacaktır. İlahi emirler, insanın daha mutlu ve huzurlu bir dünya ve ahiret hayatı yaşamasının yol işaretleridir. Nasıl ki bir şeyi en iyi tanıyan onun yapıcısı ve var edicisidir, insanı da en iyi tanıyan onun yaratıcısıdır. Ne acıdır ki insanlar bunu çoğu zamanlar acı sonuçlarla tecrübe etmelerine rağmen nefsin ve ezeli düşmanları olan şeytanın telkinlerinden kendilerini bir türlü kurtaramıyorlar. Kendilerince koydukları beşeri kanunlar ve buldukları çözüm önerileri dertlere derman olamıyor.
İnsanın dünya hayatında, uğruna canını dahi hiçe saydığı değerlerin başında “iffet” ve “namusun muhafazası” gelmektedir. İşlenen cinayetlerin, dökülen gözyaşlarının büyük çoğunluğu bu dokunulmazlıklara dokunulduğu zaman ortaya çıkıyor. “Çağdaş” ve “medeni” dünyanın girdaplarının başında da ne yazık ki bu konular gelmektedir. Bu çok önem verilen değerler, ilahi sınırların çiğnenmesinden dolayı öyle bir erozyona uğruyor ki; insanlar ancak acı sonlarla karşılaştıklarında farkına varabiliyorlar. Kur’an ve sünnetin çözüm önerileri gün gibi ortadayken “Ne yapmalı?” diye sormak Müslümana yakışmaz aslında…
“Ağaç yaşken eğilir” sözü dilden dile dolaşır da, hayat sahnesine çıkınca o ağaç başka şeyler için feda ediliyor. Birçok huy ve ahlaki özellik gibi edep ve hayâ duyguları da, küçük yaşlarda kazandırılmazsa, ileri yaşlarda bunları önemsemek pek mümkün olmayabiliyor. Çocuklara neyi ne zaman vermek gerektiği ile ilgili olarak eğitimcilerin ve psikologların birçok görüşü vardır. Bunları zaman zaman değerlendirmek elbette ki faydalı olacaktır. Ancak her şeyde olduğu gibi bunda da başvurulması gereken en temel kaynaklar Kur’an ve sünnet olmalıdır.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun” (Tahrim / 6) ayeti celilesi gereğince, anne-baba gerek kendileri için gerekse de çoluk çocuğu için rahmete götürecek, azaptan koruyacak davranışları bilip yaşaması gerekir. Ebeveyn çocuğun ilk ve en önemli öğretmenleridir. Çocuk ilk olarak onlarda gördüklerini hafızasına alıp uygulamaya çalışır.
“Mü`min erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar” (Nur / 30) ve “Mü`min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar” (Nur / 31) ayetlerini hayatlarına nakşeden anne ve babaların çocukları da onlardan, ilk önce bakışlarına sahip olmayı öğreneceklerdir. Bunun tersi bir durumda, yani yetişkinler bakılması yasak olana karşı bakışlarını muhafaza etmez iseler, çocuk da bu sınıra dikkat etmeden büyüyecektir. Çoğu zaman hayâ sınırlarını zorlayan kıyafetlerle dolaşan kadınlara göz alıştı mı, zamanla zihin de normal kabul etmeye başlayacaktır. Gerek günlük hayatta ve gerekse de görsel medyada, gayri İslami ve gayri ahlaki giyim ve davranışlar ebeveyn tarafından tasvip edilmeyip, bakılmazsa, çocuklar da yaşamlarının ilk yıllarından itibaren bunu normal dışı bulup, öylece kabul edeceklerdir.
Çocuklar 3-4 yaşlarından sonra cinsiyet ayırımı yaparlar. O halde burada yine en büyük görev anneye düşmektedir. Bu yaşlardaki çocuklarına hayâ duygusunu kazandırabilirlerse, ileriki yıllarda bu çocuklar hem kendi vücutları hem de başkalarının vücutlarına bakma konusunda daha dikkatli davranacaklardır. Anne çocuğun banyosundan, üstünü başını değiştirmeye kadar, çıplak veya yarı çıplak olabileceği durumlarda yalnız olması gerektiği bilincini çocuğa verirse çocuk bu haliyle büyür. “Temyiz çağı” olarak nitelendirilen yedi yaşından itibaren çocuk iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı daha iyi ayırt etmeye başlar. Bu yaştan itibaren artık çocuklarda bazı duygu ve düşünceler teşekkül etmeye başlar. Ergenlik döneminin sınırı olan on yaşından itibaren ise bunlar biraz daha netlik kazanır.
Allah Resulü (SAV); “Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde yataklarını ayırınız” (Hakim, El-Müstedrek) buyurarak, mümeyyiz olan çocuğun artık tek başına yatmaya başlaması gerektiğini belirtmiştir. Başka bir hadislerinde ise “Yedi yaşına geldiklerinde çocuklarınıza namaz kılmayı öğretiniz. On yaşına geldikleri halde hala kılmıyorlarsa cezalandırınız. Yataklarını da ayırınız” (Tirmizi) buyurarak on yaşından itibaren bu işin yapılmasını tavsiye etmiştir. Ergenliğe adım atmak üzere olan çocukların yanlış, kötü duygu ve düşüncelere kapılmaması için alınması gereken tedbirlerden bir tanesidir bu…
“Bir erkek başka bir erkekle, bir kadın da başka bir kadınla aynı örtü altında yatmasın” (Ebu Davut) hadisince de, ister kızlı erkekli olsun isterse de tek cins kardeşler arasında olsun mümkün oldukça yatakları ve örtüleri ayırmak en sağlıklı olanı yapmaktır. Yine çocuklarımıza bazı sınırları nasıl öğreteceğimizi yüce kitabımız şu ayeti kerimelerle bize açıklıyor:
“Ey müminler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir mahzur vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. İşte Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah, (her şeyi) bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur / 58)
Anne babası dahi olsa bakılmaması gereken bir durumda olanın yanına giremeyeceğini anlayan çocuk, kendisine namahrem olan kişilerin yanına nasıl girer, onlara nasıl bakar?
Ergenlikten sonra artık çocuk yetişkin erkek gibidir. Allah Resulü (SAV)’nün hizmetinde bulunan Enes b. Malik “Ben ihtilam olduğum gün Allah Resulü bana ‘artık kadınların arasına girme’ dedi. Bu bana en acı gelen gündü” der. Bir anne gerek kendi çocuklarına bu bilinci verirse gerekse çocuklarının yanında kendisi başkalarına karşı bu hassasiyeti gösterirse, o çocuklar kendilerine ait olmayan ve bakmamaları gerekenlere karşı farklı davranış ve düşüncelerde olmazlar. “Çağdaşlık” adı altında her şey ulu orta yerde yaşanınca; edep ve hayâ, adeta utanılması gereken davranışlara dönüştü. Oysa Mevlana’nın da ifadesiyle “Edebi olmayan yalnız kendisine kötülük etmez, bütün dünyayı ateşe verir”.
Eski medreselerin kapılarındaki “Edep ya Hu” yazısı aslında ne kadar da manidardır. Bu gün edep ve hayâdan yoksun olanlar, hem kendilerine hem de başkalarına fenalık yapmaktadırlar. Ne güzel söylenmiş;
“Edep bir taç imiş Nuru Hüda’dan
Giy ol tacı emin ol, her beladan…”
Evlenmeden önce kadın ve erkek vücutları ile ilgili pek bir bilgisi olmayanların çocukları ve torunları, çağdaş(!) dünyada ergenlik döneminden de önce her şeyi öğrenmekteler. Okullarda kız erkek çocuklara beraberce, insanların üreme organları tanıtılmakta. Gözün görüp, aklın alıştığı şeyleri bir de merakına yenilip yaşamak isteyince gençler, felaketler zinciri kopmadan devam eder oldu. Sonrasında ya toprağın altı ya da parmaklıklar arası… Ya da başka insanların hayatını karartma çabası…
Rabbim neslimizi ve diğer insanları muhafaza eylesin.
Rana Çeçen / Nisanur Dergisi - Mart 2015 (40. Sayı)