'Sekar'dakilerin Özellikleri
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Kimilerimiz belki binlerce kez okumuştur Müddesir Suresi’ni. Kur’an-ı Kerim’in diğer sureleri gibi bu sure de, sanki Kur’an’ın özeti gibidir. Surenin son ayetleri ‘Sekar’ diye adlandırılan cehennem ateşine götüren sebepleri zikreder.
“Hayır, and olsun aya. Döndüğü an o geceye. Ve açtığı sıra o sabaha. Kuşkusuz o Sekar, büyük belalardan biridir. Her nefis kendi kazancına bağlıdır. Ancak amel defterleri sağından verilenler hariç. Onlar cennettedirler, sorup dururlar; Suçluların durumunu. ‘Nedir sizi Sekar`a sokan?’ diye. Suçlular der ki: ‘Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula da yedirmezdik. Günaha, batıla dalanlarla dalar giderdik. Ceza gününü yalanlardık. Nihayet bize ölüm gelip çattı.’ Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.” (Müddesir / 32-48)
Müddesir Suresi, fetret-i vahiyden sonra nazil olan surelerdendir. “Ey örtüsüne bürünen” hitabıyla başlayıp, kendisine mal ve evlatların verilmesine rağmen, iman etmeyen kişiler yerildikten sonra bir sahne serilir gözler önüne. Kıyamet kopmuş, mizan kurulmuş, hesaplar görülmüş ve herkes hak ettiği yere gitmiştir. Amel defterleri sağ tarafından verilenler, Allah’ın iradesine uygun bir inanç ve amel çizgisi benimseyip, hayat boyunca bu çizgide sebat eden müminlerdir. Bunlar, cennetin tarif edilmez nimetleri içinde yaşarlarken, kendileriyle dünyada beraber olup orada beraber olamayanların haline şaşarak sorarlar;
“Ey Sekar’da olanlar! Bunca güzelliğe kavuşmak varken, bu nimetler içinde sonsuza kadar yaşamak varken; ne tür bir kabahat işlediniz de, derileri kavuran, geride bir şey bırakmayan Sekar’ın içinde azaba müstahak oldunuz?”
Verilen cevap, üzerinde düşünülmesi gereken bir cevaptır.
“Namaz kılanlardan değildik.”
Namaz, Allah’a iman ve itaati temsil eder. “Namaz dinin direğidir; onu terk eden dinini yıkmıştır” diyor Allah Resulü… Yüce Rabbimizin “Oku” emri ile başlayan çağrısı, hemen akabinde namaz ile devam etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in sureleri gerek nüzul sırasına göre incelensin, gerekse de tertip sırasına göre, görülür ki namaz ilk sıralarda yer alır. Çünkü Hakk’ın divanına durmaktır namaz. Yaratıcı ile irtibatı daima canlı tutan bağdır. Gün içerisinde yapılan ve yapılacak olan tüm şeylerin bir raporunu sunmaktır yüceler yücesine.
Onun içindir ki şuur ve ihlas ile yerine getirilirse kişiyi her türlü fahşadan korur (Ankebut / 45). Güne Allah ile başlayıp Allah ile bitirmeyi sağlar. Tüm plan ve programların temeli olur. Kulun Rabbi ile baş başa kalma anıdır. Namaza duran kul, kıbleye dönüp niyet ettikten sonra, ‘Allah-u Ekber’ deyip ellerini kaldırınca şöyle der;
“Ey kendisinden başka ibadete layık bulunmayan Rabbim! Senin dışındaki her şeyi elimin tersi ile itiyorum. Huzurunda ellerim bağlı, ibadeti Sana yaptığım gibi, yardımı da yalnız Senden istiyorum. Önünde eğilip, tüm noksanlıklardan tenzih ederim Seni. Ey kendisine hamd edenleri işiten Rabbim! Şeref timsali olan alnımı yalnız Senin için yerlere sürüyorum. Çünkü biliyorum ki; Senin için yere yüz süren, başkası için eğilmez. Ve de selam gönderiyorum sevgili nebine, tüm salih kullarına ve daima yanımda bulunan Şerefli Yazıcılara.”
Evet, hakkıyla kılınan bir namaz kişinin tüm hayatını olumlu yönde değiştirme gücüne sahiptir. Hz. Peygamber (sav)’e namaz kıldığı halde bazı huyları iyi olmayan bir genci haber verince şöyle demiştir;
“Hakkıyla namaz kılıyorsa, namazı o davranışları bırakmasına sebep olur.”
Her şart ve ortamda, hafifletilmiş ve şartları değiştirilmiş bazı şekillerle de olsa eda edilmesi gerekir. İnsanın en zor durumda olduğu, savaş ve korku anlarında bile fırsat bulunduğu an kılınması gerekiyorsa; namazı kazaya bırakmanın başka bahanesi olabilir mi? İşten-okuldan fırsat bulamamak, yolculukta olmak, misafirliğe gitmek, ev işlerine dalmak, çocuklarla uğraşmak… Ve daha başka bahanelerle namazı kazaya bırakmayı Rabbimiz affeder mi?
İslam’ın şiarlarından olan namaz, Müminlerin Kur’an’da sayılan özelliklerinin de başında gelir.
“Bunları, ticaret de, alışveriş de Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Bunlar gönüllerin ve gözlerin fırıl fırıl döneceği günden korkarlar.” (Nur / 37)
İbn-i Kayyım şöyle demiştir: “Namazı terk edeni ya malı, ya reisliği, ya memuriyet görevi, ya da ticareti engeller. Malı namazını kılmaktan engelleyenler Karun’la beraber; saltanatı namaz kılmasını engelleyenler Firavun’la beraber; memuriyet ve vezirliği engelleyenler Haman’la beraber; ticareti engelleyenler de Ümeyye bin Halef ile beraberdirler.”
“Beni anmak için namaz kıl” (Taha / 14) diye emreden Rabbimiz, “Ailene namazı kılmalarını emret. Kendin de onda devamlı ol” (Taha / 132) buyurur. Namaz, ahirette cehennemden koruyacağı gibi, dünya hayatında da zorluk ve sıkıntıların reçetesidir.
“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Bu derinden saygı duyanların dışındakilere ağır gelir. Onlar Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini bilirler.” (Bakara / 45)
Beden ile yapılan bir ibadetten sonra, Sekar’dakilerin orada olmalarının ikinci sebebi, mal ile yapılması gereken ibadeti terk etmeleriydi. “Yoksula yedirmezdik.”
“Birinize ölüm gelip de; ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar ertelesen de sadaka versem ve iyilerden olsam’ diyeceği zaman gelmezden önce, size verdiğim rızıklardan sarf edin.” (Münafikun / 10)
Ecel ne öne alınır ne de ertelenir. Hayattayken kişinin kendi elleriyle yaptığı hayırların kendisine faydası vardır. Rablerinin rızası için verip, verdiklerinin peşine düşmeyen kişilerin misali, her biri yedi başak bitiren ve her başakta da yüz tane olan tohum gibidir. Yani bire yedi yüz olacak şekilde çoğaltılır verdikleri. Dünyada cimrilik edilip de verilmeyen şeylerin, ahirette sahiplerinin boynuna dolanan yılanlar olacağı da unutulmamalıdır.
‘Sekar’dakilerin üçüncü özelliği ise; “Günaha, batıla dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk” itirafıdır. Batıla dalanlar, hayatlarını Kur’an ve sünnetin belirlediği sınırlar dışında yaşayanlar, hak ölçülerine göre yaşamayanlardır. Bunlardan uzak durulmalıdır. “Kişi sevdiğiyle beraberdir” der Fahr-ı Kâinat Efendimiz (SAV). Haliyle muhabbet beslediğimiz, kendimize sırdaş edindiğimiz kişilere dikkat etmeliyiz.
Namazı kılmamanın, Allah’ın verdiği mallardan yoksulun hakkını vermemenin ve günahkarlarla beraber günaha dalmanın yegane sebebi “Ceza gününü yalanlıyorduk” İtirafında gizlidir. Ahirete kesin kes inanan kişi, yapıp ettiklerinin hesabını vereceğine de inanır. Dünya hayatını ona göre şekillendirir. Atacağı her adımı, düşünerek atar. Ahirete inanma; hayatın her anında, bütün yapılacaklardan sorguya çekileceğinin, hesap vereceğinin farkında olarak yaşamayı ifade eder.
Aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi olmamak için Kur’an’dan öğüt almalı, ona göre yaşamalıyız bu dünya hayatını… Dua ile kalın…
Rana Çeçen / Nisanur Dergisi - Ekim 2014 (35. Sayı)